cumartesi günü insan sağlığı ve eğitimi vakfı'nda bir söyleşi yaptık. yine "sağlığa hak temelli yaklaşım"dan söz ettim. oldukça "elit" ve aslında bu konuları çok iyi bilen arkadaşlarım vardı, sohbete katılanlar arasında. yine de şaşırdıklarını hissettim anlatırken. sadece farklı bir kurguyla ve alışıldık yerden değil de başka bir taraftan bakarak anlatmam neden oldu sanırım.
özellikle "hak temelli yaklaşım"ın kimi ayrıntıları onları şaşırttı bence.
çünkü "sadece olana, yaşanana bakmak, ardındaki gerçeği görmeye yetmiyor."
hep söylüyorum, bu ülkede tanı, tedavi, rehabilitasyon hizmetine ulaşanlara dair veriler -o da kısmen- sunuluyor.
peki ya oralara ulaşamayanlara dair bir gösterge, bir veri toplama aracı, bir istatistik yöntemi var mı? örneğin üç gündür bel fıtığı nedeniyle yatıyorum. hekim arkadaşlarım bana yardımcı oldular. ilaçları kendi paramla aldım ve evimde istirahat ediyorum. şu ana kadar kamu ya da özel hiçbir tanı tedavi birimine başvurmadım. sgk kaydımla herhangi bir işlem yapmadım. benim bu durumum ne herhangi bir yerde kayda geçti, ne de geçirdiğim hastalıkla ilgili kayıtlar ve veriler "bir" arttı. yani yıllık istatistiklerde bir "figür" olmadım. "derdin oysa gitseydin" diyenler olabilir!
onlara "asıl derdimin ne olduğunu anlatmak" için bunları yazıyorum:
hizmete ulaşamayanı biliyor muyuz?
peki benim gibi yapan kaç kişi var? kendi olanaklarıyla sorununu çözenler, hiçbir yerde bir kayda girmeyenler, "kayıt dışı" olanlar yani! bunları biliyor musunuz?
ben bunu kendi bilgimle, bilincimle ve sahip olduğum olanaklarla yaptım; peki hizmetten yararlanmak için sgk kaydı olmayanlar, kayıtlı olsalar da başvuru ücreti, katkı payı ve ek ücreti ödeyemeyeceği için gidemeyenlerin sayısını gösteren bir bilgi alma ve veri toplama mekanizması var mı bu ülkede?
onlar kayıtlara göre "hasta" görünmedikleri için "iyi"ler değil mi?
peki bu doğru değilse, yani onlar "iyi" değillerse, bu ülkenin sağlıkla ilgili hizmetlerini sunmakla görevli olanların, onlarla ilgili bir sorumluluğu, yükümlülüğü var mı sizce? hizmete dair şu andaki düzenlemeler bu yükümlülük ve sorumluluğa uygun mu?
konuyu herhangi bir hastalık değil de sayın başbakan'ın ülkenin "gündemi haline getirdiği kürtaj ve sezaryen" çerçevesinde bakarsak gerçekler ne ve sayın başbakan hangi serbestlikten söz ediyor acaba?
kadın sağlığı konusundaki en yetkin ulusal ölçekte bütünü temsil eden verilere, hacettepe üniversitesi nüfus etütleri enstitüsü'nün en son 2008′de yaptığı "türkiye nüfus ve sağlık araştırması"na (tnsa) baktı mı acaba.
insan, halk, toplum ve kadın sağlığıyla ilgili örgütler başbakanın kürtaj ve sezaryenle ilgili olarak başbakanın ve sağlık bakanının söylediklerine yanıt verdiler. başbakan tarafından sarf edilen bu sözlerinin anlamsızlığını, geçersizliğini açıkça ve "bilimsel" olarak ortaya koydular.
hatta onun asıl niyeti ve yapmaya çalıştığıyla da ilgili değerlendirmelerde bulundular. bunların çoğuna benim gibi herkes katılacaktır.
evet 'kürtaj da, sezaryen de bir haktır'. ama bu hakkın gerçekten varolup olmadığına bakmalıyız.
hak temelli yaklaşınca görülenler
ben de onların dediklerinin ötesinde konuya "hak temelli" olarak yaklaşmak ve sayın başbakana, ona gereken bilgiyi sunacağını belirten sağlık bakanının sunacağı raporun dışında bir "ek bilgi" vermek istiyorum. geçmişte istanbul belediye başkanlığı döneminde bana yaptığı "danışmanlık" teklifini o zaman reddetmiştim, ama şimdi halkın sağlığı adına bu görevi en azından bu konuda yapmanın bir zorunluluk olduğunu gördüğüm için bunu yapıyorum.
sayın başbakan yukarıda söz ettiğim rapora mutlaka bakmalısınız. orada pek çok ayrıntı var. ama ben çok belirgin iki örneği ortaya koyacağım.
raporun 153. (dokümanın 178.) sayfasında yer alan "tablo 10.5: doğum sırasında yadım eden kişi"deki "sezaryen verilerine" bakalım. orada görünen şudur: kır-kent, doğu-batı, zengin-yoksul, eğitimli-eğitimsiz arasında sezaryen ve tıbbi personel yardımıyla yapılan doğumlar arasında iki katı aşan bir fark var. bunun anlamı şu iki seçenekten birisi:
(a) bu ülkede söz konusu serbestlik bu konuda hizmete ulaşmayı sağlamıyor. ya da
(b) insanlar bu işleri kayıt dışı yollarla yaptırıyor.
bir üçüncü olasılık daha yoktur ve bu iki seçeneğin ikisi de birbirinden daha vahim sonuçları göstermektedir.
aynı raporda yer alan ve benim söz edeceğim ikinci veri 97. (doküman: 122 sayfa) sayfadan itibaren başlayan "düşükler ve ölü doğumlar" bölümünde yer alıyor. burada görülen de bir öncekinden farklı değil ve raporda şöyle değerlendiriliyor:
"düşük yapmış kadınların oranı kentsel yerleşim yerlerinde kırsal yerleşim yerlerine göre daha yüksektir (sırasıyla yüzde 23 ve yüzde 18). doğu bölgesindeki kadınlar en az isteyerek düşük yapma eğilimine sahipken (yüzde 14), bu eğilim batı, orta ve kuzey anadolu bölgelerinde yaşayan kadınlar arasında en fazladır (sırasıyla yüzde 26 ve yüzde 22). nuts * 1 bölgelerine göre incelendiğinde isteyerek düşük yapma oranı en yüksek istanbul (yüzde 31) en düşük ise güneydoğu anadolu'dadır (yüzde 12). eğitime göre kadınların düşük yapma oranında az bir değişim görülmektedir. ancak, en düşük hanehalkı refah düzeyindeki kadınlar arasında yüzde 15 olan isteyerek düşük yapma oranı, en yüksek refah düzeyindeki kadınlar arasında yüzde 29'a yükselmektedir."
buradan çıkan sonuç ise tıpkı sezaryendeki gibi "kürtaj" konusundaki hizmetlere zaten herkes eşit biçimde ulaşmamaktadır. zaten resmi olarak isteğe bağlı kürtaj yapan kamu kurumu sayısı çok azdır ve sgk da isteğe bağlı kürtajın bedelini ödememektedir. başka bir deyişle herkes kendi kesesinden bunu yaptırmaktadır ve yaptıranların çoğu "kayıt dışı" olarak yapılmaktadır.
eşitsizliklerin haklara etkisi
sayın başbakan bunları da unutmaksızın öncelikle sana sunulan raporda bu konulara dair başka veriler var mı onlara da bir bakmalısın. eğer o rapor bu konularda hiç veri içermiyorsa geri göndermeli ve içinde verilerin olduğu halde hazırlamalarını istemelisiniz.
eğer veriler varsa da o zaman bu verilerin içinde şunların olup olmadığını kontrol etmelisiniz:
resmi olarak gerçekleştirilen (kayıt altında yapılan) kürtaj/sezaryen operasyonları nerelerde (il/bölge ve yapılan hizmet birimi olarak) ve kimlere (sgk'yla ilişkileri), sosyo-ekonomik durumları(sgk verilerinden çıkarılabilir) ve kimler (hekimlerin adları, çalıştıkları yerler ve çalışma biçimleri) tarafından ve hangi endikasyon (neden) ile yapılmış?
sonra bu verilerden nasıl bir sonuç çıkarılmış onu öğrenmeli ve bunu kendi çıkardığınız sonuçlarla değerlendirmelisiniz. eğer bunu yapma konusunda bir yetersizlik hissederseniz "ahkâm kesen"lerden ya da "kübra-i kese"den atanlardan değil, mutlaka 'tarafsız' uzmanlardan destek almalısınız. çünkü bana "danışmanlık" önerdiğinizde, buna gerekçe olarak "ben yanlış yapmamak için farklı düşünen kişilerden de yararlanmak istiyorum" demiştiniz. bugün benzer sözler söylemiyorsunuz, söylüyorsanız da bunu çevreniz ve yayon organları bize iletmiyor ama, o gerekçenin "doğru" olduğunu düşündüğüm için bu öneride bulunuyorum.
onlar size kürtaj/sezaryen operasyonlarının bilimsel ölçütlerini söyleyeceklerdir. buna göre durumu değerlendiriniz. eğer bilimsel gerçeklere ve doğrulara göre bir karar almak istiyorsanız yapacağınız budur. tabii bir de bunun neden iktidarınızın 10. senesinde yaptığınızı da düşünmelisiniz.
ardından bunun sonucunda söz edilen durumlara ilişkin "hak temelli yaklaşımın" söz konusu olup olmadığını açıkça bizlere gösterecek olan aşağıdaki soruların yanıtlarını öğrenmeye çalışmalısınız:
kürtaj/sezaryen operasyonları:
- her yerde yapılmış mı? ülkenin doğusu ile batısı,kır ile kent arasında bir dağılım farkı var mı?
- her durumda yararlanılabiliyor mu? varsıl ile yoksul, sgk kapsamında olanla olmayanlara eşit ölçüde yapılmış mı?
- en zor durumda olanlar bu hizmetlerden yararlanıyor mu? düşük gelirliler, işsizler, sgk kapsamı dışında olanlar, göçmenler, genetik hastalıkları ve engellilikleri olanlar vb.
- en çok gereksinim duyanlar yararlanıyor mu? (çok çocuklu olanlar, öğrenciler, çalışan kadınlar, erken yaşta evlenenler, kuma olarak yaşayanlar, aile içi şiddete ve enseste maruz kalanlar, herhangi bir kronik hastalığı ya da sakatlığı olanlar, kişisel bakım güvencesinden yoksun olanlar, evsizler, vb.)
- en yoksullar, en güçsüzler, en uzakta olanlar, en dezavantajlı gruplar yararlanıyor mu? (tutuklu ve hükümlüler, mahkumlar, akıl hastanelerinde kalanlar, farklı cins kimliğe sahip olanlar
- bu operasyonlardan yararlanmak için her hangi bir "şart"ı yerine getirmek gerekiyor mu? (ek ücret ödemek gerekiyor mu? herhangi bir belge, onay ya da bir başkasının kararı aranıyor mu?)
eğer bunlara dair soruların doğru ve gerçekleri yansıtan yanıtlarını alabilirseniz, durumun sandığınız ve buna dayanarak söylediğiniz gibi olmadığını göreceksiniz.
başka bir deyişle söz konusu hizmetlerden yararlanan kesim yalnızca nüfusun belirli bir kesimidir ve aslında insanlar o uzman kişi ve örgütlerin ifade ettikleri haklardan yararlanamamaktadırlar. sizin yürütmesinin başında olduğunuz devlet aslında yurttaşlarına şu anda bu haklardan eşit olarak yararlanma olanağını tanımamaktadır.
nerede eşitlemek gerekiyor?
sayın başbakan, eşitliğin olmadığı, sağlanamadığı bir yede başbakan olmak nasıl bir duygudur bunu bilmiyorum, ama sizin ve kapitalist sistem savunucularının toplumu bir bütün, tüm bireyleri de eşit olarak görenlere yönelik olarak sıkça söylediği bir cümleyi çok iyi anımsıyorum: "onlar -sosyalizm- toplumu yoklukta ve yoksunlukta eşitliyor, biz öyle yapmayacağız!"
işte "yapılan, yaşanan ve olan" budur. şimdi siz tutmuş, bedeni üzerinde her türlü tasarruf etme hakkı, kayıtsız şartsız kendisinde olan bireylerin bedenlerini "devletin mülkü" olarak görüp bir müdahalede, dolayısıyla tasarrufta bulunmaya kalkıyorsunuz. bu pek çok kişinin söylediği gibi ancak "faşist diktatörlükler"de ve sizin sıkça dile getirdiğiniz "toplum mühendisliği" yapılmaya kalkılan yerlerde mümkün olabilir.
özgürlükçü, demokratik, hukuk devletlerinde değil. insanlığın hep ileriye doğru giden tekerleğini geriye çevirmeye kalkanları, o insanlık tekerlekleri arasında yok etti.
bugün onların esameleri bile okunmuyor. zor olsa da yarın da öyle olacak.
bir örnek
eğer bunlar sizin için "doğru", "gerçek", bilimsel", "akli" ya da "ikna edici" değilse o zaman biraz eskilere gidelim ve buradan değil, daha gelişmiş olduğunu herkesin kabul ettiği 1963 fransa'sından bir örnek verelim. bu işler o zaman orada nasıl oluyordu, onu çok içerden anlatan bir kitaptan bir örnek vermek ve birkaç kısa bölüm aktarmak isterim:
kitabın adı "kürtaj", yazarı annie ernaux. 1999 yılında yazmış ve fransa'da yayınlanmış. bizde de iletişim yayınları bir yıl sonra 2000'de yani bundan 12 yıl önce türkçeye çevirterek basmış. yazar 18-19 yaşlarında bir üniversite öğrencisiyken kendi başından geçenleri anlatıyor 85 sayfalık bu küçük kitapta.
kitaptan iki kısa bölüm alıntılayacağım ve o öğrencinin yakını, hadi ondan vazgeçtim, ona benzer olanların, bu sorunu bugün yaşayanların başbakanı olarak bu sorunu nasıl çözmeyi düşündüğünüzü öğrenmek isterim. inanın vereceğiniz yanıt sizin aslında bu ülkenin insanları için ne düşündüğünüzü de ortaya koyacaktır.
"kürtaj"
"ertesi sabah, yatağıma uzandım ve şişi özenle cinsel organıma soktum. rahim ağzını bulamadan yokluyordum ve acı hisseder hissetmez durmaktan kendimi alamıyordum. tek başıma beceremeyeceğimi anladım acizliğimden ötürü umutsuzluğa düşmüştüm. bunun üstesinden gelebilecek durumda değildim."
"bayan p-r her şeyi hazırlamıştı.ocağın üzerinde kaynar su tenceresi gördüm; aletler onun içinde olmalıydı. beni odaya aldı, bir an önce oraya geçmek için acele ediyor gibiydi. yatağın ucuna, beyaz bir havluyla örttüğü bir masa koymuştu. naylon çorabımı, külotumu çıkardım, siyah eteğim üstümde kaldı gibi hatırlıyorum, çünkü evazeydi. ben soyunurken 'kızlığınız bozulurken çok kanama oldu mu?' diye sordu. vücudumun üst tarafını yatağa, başımı bir yastığa, belimi ve kıvırdığım bacaklarımı ise yukarıya kaldırıp masanın üzerine yerleştirmemi istedi. bir yandan işiyle uğraşırken bir yandan da sürekli konuşuyordu, bir kez daha içime sadece sonda koyacağını, başka hiçbir şey oymayacağın belirtti. içine çamaşır suyu enjekte eden bir kadın tarafından yemek odasındaki masanın üzerinde bırakılmış ve önceki hafta ölü olarak bulunan çoluk çocuk sahibi, evli barklı bir kadından bahsetti. bunu anlatırken, bayan p-r'nin öfkesi kabarmıştı, böylesi bir profesyonel bilinç eksikliğine çok kızdığı gözle görülüyordu. bunlar beni yatıştırmaya yönelik sözlerdi. hiçbir şey söylememesini tercih ederdim."
"feci bir acı oldu. 'bağırmayın yavrucuğum, hadi bağırmayın' diyordu ve 'benim işimi yapabilmem lazım ama..' ya da belki başka kelimeler, tek bir anlam taşıyan, sonuna kadar gitme zorunluluğunu anlatan kelimeler. daha sonraları, gizli bir şekilde kürtaj yaptıran kadınların anlatılarında karşıma çıkan kelimeler, o sırada orada bu zaruret ve bazen de merhamet kelimelerinden başkası edilemezmiş gibi."
"sondayı takması ne kadar zamanını aldı bilemiyorum artık. ağlıyordum. canımın acısını duymaz olmuştum, tek duyduğum karnımda bir ağırlık hissiydi. bittiğini söyledi, hiç ellememeliydim."
"sadece iki sancı arasında soluklanabiliyordum, ama sancıların arkası kesilmiyordu. saat gece yarısını geçmişti. o.(kız arkadaşım), ihtiyacım olduğunda çağırmamı söyleyerek yatmaya gitti. bundan sonra olup bitenlerin neye benzeyeceği hakkında ikimizin de bir fikri yoktu."
"çok şiddetli bir çiş yapma isteği duydum. koridorun öteki ucundaki tuvalete koştum, kapının karşısındaki klozete eğildim. bacaklarımın arasından yer karoları görüyordum. bütün gücümle itiyordum. el bombası gibi fışkırdı., sular kapıya kadar saçıldı. cinsel organımdan sarkan kırmızımtırak kordonun ucunda sallanan küçük yüzücüyü gördüm. içimde bunun olduğunu tahayyül etmemiştim. odama kadar bununla yürümem gerekiyordu. elime aldım -tuhaf bir ağırlığı vardı- ve bacaklarımın arasında kıstırarak koridorda ilerledim..."
"... bacaklarımın arasında cenin yatağın üzerinde oturuyorum. ne yapacağımızı bilemiyoruz. o'ya kordonu kesmek gerektiğini söylüyorum. makası eline alıyor, nereden kesileceğini bilemiyoruz, ama o kesiyor. koca kafalı, minicik vücuda bakıyoruz, şeffaf göz kapaklarının altından gözler mavi lekeler halinde. oyuncak bir kızılderili bebeği gibi... sessizce ağlıyoruz. adı olmayan bir sahne bu, aynı anda hem ölüm, hem hayat. bir kurban sahnesi."
"cenini ne yapacağımızı bilemiyoruz. o. boş bir peksimet torbası almak için odasına gidiyor ve içine koyuyorum. elimde torbayla tuvalete kadar gidiyorum. sanki içinde bir taş varmış gibi. klozetin üstünde torbayı ters çeviriyorum. sifonu çekiyorum. japonya'da düşürülen ceninlere 'mizuko' deniyor; suyun çocukları."
"kan kaybediyordum.... ayağa kalkmak istedim, gözümün önünde yıldızlar uçuştu, kan kaybından ölüyorum diye düşündüm..."
"ameliyathanede, çiğ ve keskin bir ışığın altında, kanlı bacaklarım yukarıda, bacak koyma yerinde,çıplak vaziyette yatıyordum. bana niçin bir operasyon yapılması gerektiğini anlayamıyordum., karnımda çıkarılacak bir şey kalmamıştı ki. bana ne yapacağını söylemesi için cerraha yalvardım. açık bacaklarımın arasında dikilip uludu: 'musluk tamircisi değilim ben!" anestezinin etkisiyle kendimden geçmeden önce duyduğum son sözlerdi bunlar."
bunlar nispeten sağlık ve acil yardım olanakları iyi bir batı ülkesinde, bir kentte geçiyor. o genç öğrenci sonradan bir edebiyat öğretmeni ve yazar olarak yaşamını sürdürüyor. 4-5 kitabı daha var.
peki benzer sahnelerin 2012 türkiye'sinde olmadığını gösteren bir bilgi, veri ya da kanıtımız var mı?
daha da ilerisini söyleyeyim, bu tür "istem dışı ve planlanmamış" gebeliklerin olma olasılığı konusunda bir sağlam ve doğru verimiz var mı?
bu tartışmalar yapılırken ntv bir haber geçti: "kürtaj yasağı yılda 68 bin kadının canını alıyor" başlıklı bu haberde "73 ülkede serbest olan kürtaj, brezilya, irlanda ve iran'ın da aralarında bulunduğu 68 ülkede yasak. yasağın bulunduğu ülkelerde sağlıksız koşullarda gerçekleştirilen kürtajlar nedeniyle her yıl 68 bin kadının hayatını kaybettiği belirtiliyor" deniliyor.
şimdi eğri oturup doğru konuşalım; yukarıda anlatılanın yaşandığı bir ülke mi istiyoruz yoksa o 68 ülkenin arasında olmak mı? yasaklamakla ancak insanlar ölüyor, öldürülüyor.
kimbilir belki de sayın başbakan, sizin roboski ile kürtaj arasında kurduğunuz ilişkiyle ima etmeye çalıştığınız budur: devletin genç erkeklerin bedenlerinden başka, kadınların da bedenlerinin sahibi olmasının ardındaki neden budur: roboski'de olduğu gibi "öldürmek!"
kadınlar da erkekler gibi artık ölmek istemiyor sayın başbakan, bunu artık anlayın! (ms/hk)
* nuts: Devlet Planlama Teşkilatı ve Türkiye İstatistik Kurumu üç ayrı düzeyde NUTS (The Nomenclature of Territorial Units for Statistics) bölgeleri oluşturmuşlardır. NUTS, Avrupa Birliği ülkelerinin kullandığı istatistik bölge sınıflandırmasıdır. Bu sistemi oluşturmak amacıyla, Türkiye'nin 81 ili NUTS 3 düzeyini illerin birleştirilmesiyle elde edilen 26 bölge NUTS 2 düzeyini, 26 bölgenin birleştirilmesiyle elde edilen 12 bölge ise NUTS 1 düzeyini meydana getirecek şekilde düzenlenmiştir.