Tarih boyunca kimi buluşmalar, kültürün akışını yeniden çizer: Viyana’da Schönberg’in atonal devrimi, müziğin sınırlarını parçalarken; Harlem’de Langston Hughes’un şiirleri, siyah estetiğin manifestosu olurken; Diyarbakır zindanlarında 1990’ların karanlığına inat, Mezopotamya Kültür Merkezi’nin (MKM) yaktığı kültür meşalesi, Kürt sesini dünyaya duyurdu.
Bu yazı, Van Kent Müzik Platformu’nun -yaklaşık 70 müzisyenin "yalnızlığa karşı kolektif ses" arayışıyla o güçlü nehrin -ilk dalgasının hikâyesidir.
Neden Van, neden şimdi?
Van Gölü'nün kıyısında ceviz ağaçlarının gölgesinde yankılanan şu soru, her şeyin başlangıcıydı: "Bin yıllık dengbêj geleneği, elektronik müziğin istilası altında nasıl hayatta kalacak?"
Platformun kuruluş bildirgesindeki 7 ilke bu sorunun yanıtı oldu: Öz örgütlülük, anadilde üretim, kadın yaratıcılığı, kolektif hafıza, ekolojik duruş, evrensele açılan yerellik ve görünürlük.
Bu felsefe etrafında kenetlenen müzisyenler, müzik pratiklerinin kuramsal temellerini derinleştirmek, tartışmak ve kolektif üretimi başlatmak için Van Gölü’nün kıyısında iki günlük bir müzik kampında buluşmaya karar verdi.

Öğleden sonra araçlar bizi kamp alanına taşıdı. Ancak oraya vardığımızda sert bir gerçekle yüzleştik: Alanı, İranlı turistlerin yüksek sesli 'house müziği' istila etmişti. Kentin ekonomik lokomotifi olan bu gruplardan yükselen elektronik ritimler, ceviz ağaçlarının gölgesini bile titretiyordu. O an, kültürel bir çarpışmanın tam ortasındaydık. Bir yanda anlık eğlence için kendini izole eden küresel bir gürültü; öte yanda bu toprakların bin yıllık hafızasını taşıyan ceviz ve kayısı ağaçlarının altında belki de filizlenecek nitelikli müzikal arayışlar…
Beynimde bir fırtına koptu: "Bu gürültü, Van'ın kültürel dokusunu nasıl da yıpratıyor?" diye düşündüm. Platformun "ekolojik duruş" ilkesi o an somutlaştı... Kültürel yozlaşmaya karşı bir direniş başlamalıydı. Derken, doğa bize yardım etti. Turistlerin partisi sona erdi. Ve 100 yıllık tanıklar -o görkemli ceviz ve kayısı ağaçları- gölgelerini üzerimize uzattı. Sanki fısıldıyorlardı: "Gelin, sözünüzü söyleyin. Bu toprakların sesi sizsiniz."

Çok geçmeden, ceviz ağaçlarının gölgesinde toplandık. Zeynep Yaş’ın "19. Yüzyılda Kürt Kadınlarının Sesi" oturumu başlıyordu. Kendini bu toprakların müzik hafızasına adamış araştırmacı, sözlerine başladı.
O an, tarihin karanlık dehlizlerinden sızan bir ışıktı yaşadığımız:
Kimliği gizlenmiş, kayıtlara "anonim" diye düşülmüş, hatta erkek isimleriyle anılmış Kürt kadın dengbêjlerin sesleri ilk kez kulaklarımızda yankılandı. Zeynep Hanım’ın yıllar süren arşiv çalışması, kadınların yüzyıllık sessizliğine indirilmiş bir balyoz darbesiydi. Platformun "kadın yaratıcılığı" ilkesi, o an toprağa düşen bir tohum gibi açtı.
Sunumun ikinci bölümünde Zeynep Yaş’ın çarpıcı bir iddiasıyla sarsıldık: "Zerbej kadınlar, bu kültürün gerçek taşıyıcılarıdır! Erkek egemen sistem onları 'ev içi sesler' diye yok saydı, hapsetti…"
Etnomüzikolog Serdar Canan ile Zeynep Yaş arasında, kayıp kadın seslerinin kültürel ve tarihsel bağlamına dair derinlikli bir akademik diyalog başladı. Salonun havası elektriklenmişti; tüm dinleyicilerin gözlerindeki dikkat ve zihinsel odaklanma neredeyse dokunulabilirdi.
Kürt müziğinin tıkanıklıkları
Tam o anda hissettiklerimi olduğu gibi aktarıyorum:
18 yaşındaki genç bir müzisyenle 60 yaşındaki deneyimli bir müzisyenin aynı anda nefesini tuttuğu o an, zamanın donduğu hissine kapıldım. 70'e yakın insanın -farklı kuşaklardan, farklı deneyimlerle- Kürt müziğinin akademik ve kuramsal katmanlarına bu derece kolektif bir ilgi ve heyecanla dalması, içimi tarifsiz bir mutluluk ve umutla doldurdu. Yüzümde beliren gülümsemeyi hissederek kendi kendime mırıldandım: "İşte burada, Van'da, Kürt müziğinin uzunca yıllardır karşı karşıya olduğu tıkanıklıklar açılıyor."
"Tamamen gönülden gelen bir iş"
Bu kolektif aydınlanma anı, bugün bu yazıyı yazma motivasyonumun özüdür. Buradan hareketle, katılımcı ve konuşmacılara yöneltmek üzere sorular tasarladım. Zeynep Yaş’a Van’daki müzik kampının hissettirdiklerini sordum ve bu atmosferi Kürt müziğinin geleceği açısından değerlendirmesini istedim:
"İnsanların ister sahnede ister stüdyoda, ister çeşitli platformlarda; ister sokakta ister farklı alanlarda olsun, sanatlarını üretmeleri için fırsat sunuyoruz. Özellikle bazı sanatçılar var ki, gerçekten kıymetli işler yapıyorlar ama yeterince görülmüyorlar. Onlar için bu destek çok önemli. Bu çalışmalar kolektifliği, iş birliğini ve kültürel-sanat dayanışmasını daha çok ortaya çıkarıyor. Bu platformda da bunu net bir şekilde gördük. Gerçekten çok değerli bir şeydi. Bu iş sadece teknik bir planlama değil, tamamen gönülden gelen bir işti. Çalışmaların sakin ve kararlı ilerlemesi çok değerliydi."

Kürt müziğinde kadın
Bu kamp kürt kadınlar ve kürt müziği üzerinden yeni bir ilişkiye köprü olabilir mi?
"Kadın Kürt müzisyenlerin erken dönem sesleri uzun yıllar boyunca görünmez kaldı. Bunun temel nedeni kayıt ve arşiv imkânlarının sınırlı olması, devletlerin arşivleri kontrol etmesi ve kadınların seslerinin çoğunlukla anonim kalmasıydı. Ancak teknoloji ilerledikçe ve daha fazla kadın sahneye çıktıkça, bu sesler tekrar duyulmaya başladı. Bugün bu sesi görünür kılmak için kolektif platformlara, kadınların desteklendiği projelere, akademik çalışmalara ve kültürel dayanışmaya ihtiyaç var.
Kadınların sanat üretimini teşvik eden, seslerini geniş kitlelere ulaştıran alanlar önemli. Ayrıca hem yerel hem de uluslararası iş birlikleriyle bu görünürlük artırılabilir. Bu kamp da Kürt kadınları ile Kürt müziği arasında yeni bir bağ kurma, kolektif çalışma ve dayanışmayı güçlendirme açısından çok önemli bir adım olabilir."
Zeynep Yaş’ın oturumu sona erdiğinde, platform üyeleri çaylarını alarak doğal biçimde 4-5 kişilik gruplara ayrıldı. Her grup, oturumun zihinlerinde bıraktığı etkiyi ve ortaya çıkardığı soruları samimi bir şekilde tartışıyordu.
Ardından ikinci oturum başladı. Etnomüzikolog Serdar Canan, "Kürt Müziğine Etnomüzikolojik Bir Bakış" başlıklı çalışmasını sundu. Yıllardır üzerinde çalıştığı Kürt müziği coğrafyalarını, karşılaştırmalı ve uygulamalı örneklerle anlattı.

Kürt müziğinde yeni dönem mi?
Sesini kullanarak Hakkari’den Yüksekova’ya gibi küçük mesafelerde bile bölgelerdeki form farklılıklarını gösterdi. Katılımcılar, Kürt müziğinin çeşitliliğine ve Canan’ın bu zenginliği aktarmadaki yetkinliğine hayran kaldı. Özellikle şu konuya vurgu yaptı: "Kürt müziğinin terminolojik belirsizliği ve kategorizasyon eksikliği, akademik çalışmaların önündeki en büyük engel. Bu sorunu aşmalıyız." Bu tespitten hareketle kendisine "Kürt müziğinde sizce gerçekten bir yeni dönem başlıyor mu?" diye sordum:
"Bu tür buluşmaların düzenli hale gelmesi, Kürt müziği için önemli bir adım olacaktır. Kürt müziğinde yeni bir dönem için henüz erken. Yeni dönemden bahsedebilmek için bu tür etkinliklerin birkaç kez tekrarlanması ve geleneksel bir nitelik kazanması gerekir. Bu kampların daha kapsayıcı olması çok önemli.
Kürtlerin yaşadığı tüm bölgelerden müzisyenlerin ve araştırmacıların katılımı sağlanmalı; ayrıca Kürt müziği üzerine çalışan yabancı araştırmacılar da davet edilebilir. Böylece yerelden dünyaya uzanan bir köprü kurulabilir. Gelecek yıllarda kampların bir hafta/10 güne yayılması, Türkiye geneli ve diğer bölgelerden katılımlarla zenginleştirilmesi, sürecin hem kolektif hem de uzun soluklu bir çalışmaya dönüşmesini sağlayacaktır."
"Kürt müziğinin terminolojik eksikliği"
Bir etnomüzikolog olarak Canan, Kürt müziğinin karşı karşıya olduğu terminoloji, kategorizasyon ve ses sistemi gibi sorunları çözebilmek için şuan gelinen aşamayı da değerlendirdi:
"Kürt müziğinin en önemli sorunlarından biri terminoloji eksikliğidir. Mevcut terimler derli toplu değildir; araştırmacıların erişebildiği sınırlı kaynaklara dayanır. Bu durum, müziğin dört parçasında da gözlenmektedir. Çözüm için, etnomüzikologlar, müzikologlar, folklor araştırmacıları, antropologlar ve ses mühendislerinden oluşan kolektif bir ekip kurulmalı, yüksek bütçelerle Kürtlerin yaşadığı her bölgede kapsamlı saha çalışmaları yapılmalıdır. Bu çalışmalar sonucunda sistemli bir Kürt müziği terminoloji sözlüğü hazırlanabilir. Bu sözlük, müzik türlerini (klasik, halk, popüler, dini vb.) sınıflandırmaya ve bilinmezlikleri gidermeye yardımcı olacaktır.
Tüm süreç, bilimsel ve etik bir yaklaşımla yürütülmeli; tarafsız olunmalı ve veriler objektif biçimde değerlendirilmelidir. Yanlış terim kullanımlarının önüne geçmek için bölgesel farklılıklar titizlikle korunmalıdır. Bu kamp, bu anlamda küçük ama değerli bir adımdır. Ancak gelenekselleşmesi, daha kapsayıcı hale gelmesi ve akademik çevrelerin, dört parçadan müzisyen ve araştırmacıların katılımıyla büyümesi gerekir. Siyasi aidiyetlerden bağımsız, kültürü merkeze alan bir perspektifle düzenlenmelidir. Kampın verimli olup olmadığına dair kesin değerlendirme ancak ilerleyen yıllarda, katılım ve kapsayıcılık arttığında yapılabilir."
Bir sonraki oturum, ben, Kemal Yıldırım ve Turgut Özlemez ile birlikte sunduğumuz "Ses, Kimlik ve Diyalog: Kürt Müziğine Yeni Bakışlar" başlıklı çalışmaydı. Sunumda, felsefe, antropoloji ve filoloji disiplinlerinin perspektifinden müziğin toplumsal işlevini ele aldık. Özellikle Kürt müziğinin 100 yıllık varlık mücadelesini ontolojik bir çerçevede tartıştık.
Kürt müziğinde yeni üretim bağlamlarının nasıl kurulabileceğine dair derin tartışmalar yaptık. Daha önce katıldığım hiçbir panel, konferans ya da sempozyuma benzemiyordu bu oturum. Ciddi bir saygıyla birlikte interaktif bir oturuma dönüştü. Neredeyse 4 saat süren bu oturumda platformun her üyesi içe ve dışa dönük bir şekilde Kürt müziğine yeni bir bakışın nasıl olacağına dair tartışmalar yürütüyordu. Aktarmaya çalıştığımız kuramsal bilgiler bir bir pratik halindeydi.
Kürt müziğinin tarihi
Son oturum Koma Çiya’nın kadim üyelerinden Genim tarafından yürütülecekti. Konu tabi ki "MKM’nin Tarihçesi ve Kürt Müziği" idi. Genim, 1990'lı yılların siyasi karanlığında Mezopotamya Kültür Merkezi'nin nasıl kurulduğunu ve hangi koşullarda mücadele ettiğini bizzat aktardı. Dinleyiciler olarak, bu kültür hareketinin Kürt müziğine nasıl bir direniş meşalesi olduğuna dair içten bir anlatıya şahitlik ettik.
"Yarına dair çok güçlü bir umut ışığı"
İki gün boyunca dikkatimi çeken bir detay vardı. Genim’in yüzündeki gülümsemenin giderek büyüdüğünü fark ettim. Sadece Genim’de değil hepimizde yeni bir estetik sezgiye dair kıpırdamalar vardı. Aramızdaki en köklü müzik birikimine sahip isim olduğunu düşünerek, "Bu birliktelik zamanla yeni bir kültürel anlatının fitilini ateşlemiş olabilir mi?" diye sordum:
"İki günlük tartışma ve çalışma ortamı içinde gördüm ki, kültürel olarak belirli bir aşamaya gelmiş bir karakterimiz var. Bu karakteri daha doğru örgütleyip, çalışma mekanlarını ve yöntemlerini geliştirebilirsek; özgür ve özgün koşullar yaratarak, içsel özgürlük ve demokrasi anlayışımızı genişletebiliriz. Böylelikle, zamanla yeni bir kültürel anlatının fitilini ateşleyebiliriz.
Bunun için emeği örgütlü ve doğru bir şekilde vermek, sürecin bileşenlerini tanıyıp doğru tanımlamak çok önemli. Her bireyin kendi potansiyelini geliştirmesi, yarına güçlü bir miras bırakmamızın temel şartıdır. Bu süreçte birçok şeyi yeniden öğrendim ve değerlendirdim. Yarına dair çok güçlü bir umut ışığı olduğunu düşünüyorum. Keşke daha uzun bir zamanımız olsaydı; çünkü bu konulara daha geniş bir şekilde eğilmek gerekiyor."
MKM’nin faaliyete başladığı ilk zamanlar ile bu müzik kampında geçirdiği zaman arasındaki duygusal benzerliklere dair şunları söyledi:
"Kamp sürecinde gördüm ki, bizler 1990’ların başında çıktığımız yolda önemli bir mesafe kat ettik. Bugünün koşulları, dünün koşullarına kıyasla çok daha zengin: Daha fazla bilgiye, deneyime ve doğru yöntemlere sahibiz. Denediğimiz yollar bize önemli kazanımlar sağladı; hem kuramsal hem örgütsel hem de bireysel anlamda geniş bir kaynakçaya ulaştık. Bu kaynakları doğru değerlendirerek, Kürt müziğini ve kültür sanatını daha ileriye taşıyacak bir perspektif geliştirebiliriz. Sizler gibi akademik olarak bu konulara eğilen arkadaşlarımın varlığı bana büyük moral ve motivasyon verdi. Yarınlara doğru yürüdüğümüz bu yolculukta güçlü bir miras bıraktığımızı ve ardıllarımızın bizi daha doğru temsil edecek yetkinlikte olduğunu görmek mutluluk verici."
Tüm bu teorik ve kavramsal tartışmaların bitmesiyle birlikte platformun üyeleri ortaya çıkmış bu sinerjiyle bir de müzikle hemhal olmak istediler ve Jem Sessionlarla birlikte kamp devam etti.
Van Gölü’nün kıyısında yükselen bu iki günlük ses diyaloğu, yalnızca bir müzik kampı değil; Kürt kültürel hafızasının toprağa düşen tohumlarıydı. Ceviz ağaçlarının gölgesinde yankılanan her akademik tartışma, jem session’larda doğaçlanan her ezgi, bize şunu fısıldıyordu: Burada inşa edilen, müziğin sınırlarını aşan bir ortak varoluş estetiğidir.
Son söz
Van’dan yükselen bu ses, bir manifestoya dönüşmeli;
Sesimiz kimliğimizin sınırlarını aşacak,
Hafızamızı küllerinden diriltecek,
Kadınlar müzik üretimleriyle evrensele köprü kuracak,
Müziğin bir karmaşa ya da gürültüsüne karşı, etnomüzikolojinin sessiz devrimiyle direneceğiz.
Bu kampın ateşi sönmedi, sadece kıvılcımları dağıldı. Her katılımcı, evine dönerken yanında bir kıvılcım götürdü. Biri bir arşiv kuracak, biri çocuklar için müzik atölyesi açacak, öteki Kürt müziğinin felsefesini yazacak. Van’da başlayan bu estetik sezgi, umarım artık hepimizin içinde bir yol haritası olur.
(AB)


