“Avahîya malê, kebanî ye”
“Sason İsyanı” yakın dönem Kürt tarihi açısından bilinen bir yaşanmışlıktır. İsyan 1926 yılında patlak verir. İsyanın önderlerinden Mihemedê Elîyê Ûnis’ın kızı Rindêxan babası gibi cesur bir savaşçıdır. İsyan bastırılır ve Kürt kızı Rindêxan yaralı olarak ele geçer. Güzelliği dillere destandır Rindêxan’ın. İsyanı bastıran askerlerin komutanı Rindêxan’a göz koyar ve “sahip olmak” ister. Rindêxan “asla olmaz, bana babamın topraklarında sahip olamazsın. Eğer bana sahip olmak istiyorsan babamın topraklarının sınırlarının dışına çıkmalısın” der. Komutan sorar, “nerde bitiyor sınırlarınız!”. Yanıtlar Rindêxan; “Batman çayı sınırımızdır. Malabadê Köprüsünden sonrası bize ait değildir”. Bunun üzerine yola çıkarlar. Malabadi Köprüsüne geldiklerinde Rindêxan köprünün üzerinden babasının topraklarına son kez bakmak isteğini dile getirir ve izin verilir. Rindêxan çıkar köprünün ayakları üzerine ve Silvan ovasının böğrünü delen bir çığlıkla Batman Çayına atlayıp intihar eder.
O gün bugündür Rindêxan’ın çığlığı şiir olup dillerde yankılanmaktadır. “Ezim rinda Rindêxan / Keça mîr û axayê çîyan / Ey Tirkê tacîk / Karê we çîye li van cîyan / Rinda rindê namdar / Ez dimirim, birîndar û bê zar / Teslîm nabim destê neyar û najîm bê ar…”*
Kürt tarihi incelendiğinde benzer öyküler, yaşanmışlıklar çoktur. Ama göze çarpan bir başka ve en vurucu öğe de şudur ki; en kızgın kavgaların yaşandığı aşiretlerin savaş ve çatışma ortamlarında Kürt kadını başındaki lêçeğini (örtüsünü) orta yere fırlattığında savaş biter, barış için çareler aranır. Kadının bu ağırlığını bilen Kürt halkı “Zarok, ya dê ye, ne ya bavê ye.” Ol sebepten bir başka özlü sözde de der ki; “Dê, ji bav şêrîntir e.”
Ve değil mi ki Eski Ahid’in Tekvin bölümünde adı konulan “Verimli” ya da “Bereketli Hilal”de Neolitik Dönemde Kürt kadını kültürün sürdürücülüğünde önder olmuştur. Kürt organik kültürünün sürdürücülüğünün bugüne kadar akıp gelmesinin sırrını sanırım burada aramak gerek.
İşte benim size daha öze dönerek anlatmak istediğim şu ki; tarihi verilere göre üç milyon yıl evvel aktif bir volkan olan ve en son altmış bin yıl evvel patlayıp ateş kusan Karacadağ’ın lavlarını uzun yıllar sonra kurulan üç şehir Amid, Urfa ve Mardin ovalarına bazalt taş olarak yaydığı bir hikâyedir söze sebep olan…
İşte o koyu gri ve granit sertliğindeki, zor işlenen bazalt taşın gözenekli olanına kadim Amid şehrinde kadına izafeten dişi taş derler. Milattan önce üçbinli yıllardan bu yana bütün zamanlara meydan okurcasına dimdik ayakta duran Diyarbekîr surlarının kutsal kitaplarda adı geçen Dijle nehrine nazır doğu sur burçlarından birinin üzerinde çıplak bir kadın figürü nakşedilmiştir. Yargısını, tarihleyerek not düşüren arkadaşım Mehdi Tanaman’ın sözüne vurgu yapmak durumundayım. “O kadın figürü kentin eski yöneticisi Meryemê Dara’nındır.”
Milattan Sonra 639 yılında fetihçi Arap orduları Amid şehrini beş aylık bir kuşatmanın sonunda ele geçirdiğinde şehrin kadın hükümdarı Meryemê Dara gizli bir geçitten kaçarak kurtulur.
O gün bugündür kentte bir daha da yazılı kaynaklara göre kadın yönetici kayıt altına alınmamış.
Ateşin içinden küllerinden doğan Kürt Hareketi, 1375 yıl sonra 2014 Martında Amed şehrine yeniden bir kadın yönetici armağan ediyor. Yanına da erkek eş başkan…
Değil mi ki; kadim şehrin bugüne dek kendini sürdürerek taşıyan bazalt taşı da zaten dişi ve erkek. Yani hikâye taşa ve insana dairdir..
Bu karar aslında gelenekçi, feodal ve kadını inanç temelli kültürlerde evine hapseden anlayışlara meydan okumadır.
Ve yeni bir çağın varoluşudur.
Kutlamak gerek… (ŞD/EKN)
*Şeyhmus Diken, İsyan Sürgünleri, 2. Baskı ekim 2010, İletişim yayınları, İstanbul