Bir Ermeni aydınının trajedisi etrafında bu toprakların acılarını anlatan “Rüzgarın Hatıraları” filminin yönetmeni ve senaristi Özcan Alper’le yaptığımız görüşmede şöyle demişti: “Film, bir dönem filmi olsa da Rüzgarın Hatıraları’nı zamansız film olarak değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’de geçmişi konuştuğunuz zaman aslında bugünü ve yarını konuşmuş oluyorsunuz. Geçmişin üstü örtüldüğü için, konuşulmadığı için ve toplum buna hazırlanmadığı için o zaman yeni sorunları da çözemiyorsunuz. Bugün de devam ediyor acılar, değişen bir şey yok.” (bkz: http://www.basnews.com/index.php/tr/interviews/251426)
Film, her ne kadar Ermenilerin yaşadıkları trajedi ve travmayı ele alsa da, filmde bu topraklarda yaşayan tüm ezilen halkların izlerini görebilirsiniz. Zaten Özcan Alper, “Köylülerin öldürülmesi olayı, bir nevi Roboski Katliamı’na da benziyor. Anti-komünist paranoya döneminde olduğu gibi, o zaman da öldürülenlerin cesetlerinin nerede olduğu bilinmiyor. 90’lı yılların JİTEM’i gibi. Bu hikâye, hem o dönemi anlatıyor. Bir yandan da 1915 meselesini, 90’lı yılları, son 6 ayda yaşadığımız acı olayları anlatıyor. Örneğin bu filmde sokağa çıkma yasaklarında hayatını kaybedenler var, Tahir Elçi var. Bu yönüyle zamansızdır” diyor.
Ne var ki onlarca acı, gözyaşı, kin, katliam, şiddet halen devam ediyor. Üstelik “90’lı yıllar” dedikleri karanlık cendere yıllarını aratmayacak cinsten.
Dün yapılan katliamlar bugün de devam ediyor.
Dün Kürdler inkar ediliyordu, bugün Kürd çocukları katlediliyor.
Devlet, neredeyse Kürd olan her şeye saldırıyor.
Kürdistan talan ediliyor. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen keyfi uygulamalarla haftalarca süren sokağa çıkma yasaklarında şehirler savaş alanına çevrildi. Çoğu çocuk ve kadın olmak üzere binlerce insan katledildi. 300 binin üzerinde Kürdün göçü yaşandı.
Acı ve trajedi kaldığı yerden devam ediyor.
Bu yazıda Kürdlerin yaşadığı trajediyi uzun uzun yazmayacağım. Bugün Kürdistan’da yaşananlar göz önünde. Her gün bir bebek, beşiğinde katlediliyor; bir anne, çocuğunu hastaneye götürürken ellerinde beyaz bir tülbent olmasına rağmen öldürülüyor. Ve Kürdün cenazesini gömmesi yasaklanıyor.
Bu topraklarda insanların ölüsünü gömmesi suç sayılıyor.
Hatta yas tutmak bile…
Özellikle basın emekçileri üzerinde yoğun bir baskı uygulanıyor. Her gün tutuklamalar, gözaltılar, tehditler artarak devam ediyor. Kürd gazeteciliği üzerindeki baskı, 90’lı yıllardan daha zor bir hale geldi.
Kürd gazeteciler, her gün acı, ölüm haberleri yazarak; zaman zaman bombaların arasında kalarak, zaman zaman tehdit edilerek, dövülerek, bir gece yarısı gözaltına alınarak bedel ödüyor. Kürd toplumunun acılarını dünyaya aktaran Dicle Haber Ajansı (DİHA) ağır koşullar altında haberleri Kürdistan ve Türkiye kamuoyuna duyuruyor. Yüzlerce Kürd gazetecinin kaderi, 8 Ocak 1996 yılında işkence edilerek katledilen Metin Göktepe’nin kaderine benziyor. Daha birkaç gün önce DİHA’nın muhabiri Nedim Oruç, Silopi’de evinden silah zoruyla çıkarılıp bir spor salonuna götürüldü. Kendisinden önce haber alınamadı, sonra tutuklandığı ortaya çıktı. Belki o da öldürülmek istenmiştir, bu niyetle bir spor salonuna götürülmüştür.
Kürdistan’da gazetecilik yapmak zordur.
Zordur, biliyorum.
Bingöl’de gönüllü gazetecilik yaptığım dönemlerde polisin ellerini hep ensemde hissederdim. Bir etkinliğin, herhangi bir eylemin veya bir protesto gösterisinin ardından ilk gözaltına alınan veya soruşturmaya tabi tutulan bizlerdik. Defalarca darp edildik, gazların tazyikli suyun arasında mesleğimizi en iyi şekilde yerine getirmeye çalıştık. Arkadaşlarımız bu noktada tutuklandı, ifadeden ifadeye koştu.
Tıpkı Rüzgârın Hatıraları’ndaki Aram gibi, geçmişi hatırlamaya çalışıyorum. 17’li yaşlarda “Türkiye’de Kürd Olmak” başlıklı bir yazıdan dolayı tutuklanışımı. Sorguda Metin Göktepe’den, JİTEM’den bahsedişini hatırlıyorum ve sonra bunları dile getirdiğim için yediğim dayakları. Üniversitede Metin Göktepe ve diğer öldürülen gazetecilerle ilgili bir kısa film çektik diye üniversite yönetimi tarafından uyarıldığımızı.
Belleklerimizde halen taptaze duruyor.
Binlerce Kürd gazetecinin kaderi Metin Göktepe’nin kaderine benziyor. Binlercesi bir gün evinden alınıp ya da görevini icra ederken gözaltına alınıp öldürüleceğini, tutuklanacağını biliyor, biliyoruz.
Ama yılmayacağız!
Metin Göktepeler bitmeyecektir. (AÖ/EKN)