Onların "baskı altında olduklarından" ve "hizaya sokulduklarından" bahsederim - fakat kim tarafından? Sadece fanatikler ve her çeşit yabancı düşmanları tarafından değil, sizin ve benim tarafımdan, birimiz ve hepimiz tarafından.
Bizler bunu yapıyoruz, çünkü dar, dışlayıcı, basit davranışlara indirgenmiş, yobazlaşmış düşünce alışkanlıkları ve ifadeler içimizin derinliklerine kazılmıştır; kimliğin birçok yönü içerisinden sadece bir tanesi seçilmiş ve bu yön öfkeyle ilan edilmiştir.
Amin Maalouf (1998), On Identity.
Anton Pelinka politikanın sadece siyasi partiler ve parlamentolar; savaş veya barış olmadığını, politikanın her şey olduğunu vurgular.
Her şey politikadır!
Ne var ki, bu her zaman böyle görülmez. Her şeyin politikanın ürünü olduğunu düşünmez herkes. Fakat dile bakıldığında, "söylem" üzerine düşünüldüğünde dildeki iktidar yapılarından siyasi yapıyı anlamak zor değil.
Sadece dile bakarak kimin güçlü olduğunu kimin olmadığını ve hatta kimin kadın kimin erkek olduğunu anlarız. Dil, siyaseti değiştirecek kadar güçlüdür ve aynı zamanda siyasetten etkilenecek kadar da güçsüzdür.
Burada bir dilin varyantlarından söz etmiyorum. Sadece dilin kendisinin bir güç olarak neler yapabileceğini vurgulamak istiyorum.
Mitoloji ve ideoloji bazı düşünürlere göre aynı şey: Dominant olan bir güç kendisini inançları ve değer yargılarıyla meşrulaştırır - hatta inanç ve değer yargılarını evrenselleştirir.
Bu tür düşüncelere nasıl meydan okunmalı? Çünkü bu düşünceler sistematik bir mantık dâhilinde sosyal bir gerçeklik inşa etme çabası içerisindedir. Sanki ortada hiçbir sorun yokmuş gibi davranıp temel çelişkileri maskelerler.
Terry Eagleton bunlara "ideoloji", Roland Barthes ise "mitoloji" diyor. Bu bağlamda siyasi figürlerin söyledikleri önemli, çünkü belirli ideolojik ön-kabullerle yüklenmiş ifadelerle söylemler "normalize" edilir.
Bu durum Kürtleri göz önünde bulunduracak olursak, insanları şunları düşünmeye zorlar:
"Evet aslında haklılar, gerçekten de Kürtçe kimya, fizik, matematik derslerini nasıl vereceğiz?"
Bu durumun inşa edilmek istenen bir gerçeklik ya da tamamen mitoloji olduğunu, yapılan dilbilim ve sosyodilbilim çalışmalarından biliyoruz.
Madalena Cruz-Fereeria, çok dillilik ile ilgili çalışmalar yapıyor ve bilim diliyle ilgili şunları söylüyor:
"Her dil kendi ihtiyaçlarına göre nasıl bilim dili yarattıysa başka diller de bunu yapabilir. Diller birbirlerinden kelimeler ödünç alabilir, mevcut kelimeleri uyarlayabilirler ve yeni kelimeler icat edebilirler."
Bilim dili bizimle doğan veya belirli milletlere has bir dil değildir. Teknoloji ve çağ değiştikçe bu kelimeler icat edilir. 10-15 yıl önce Türkçede olmayan birçok kelime şimdi var - bu kelimeler ya icat edildi ya ödünç alındı, ya da var olan kelimelerden uyarlandı.
Kimse kalkıp Türkçenin nereden geldiğini ya da medeniyet dili olup olmadığına dair herhangi bir sorgulama yapabilir mi? Bu soruya olumlu cevap verilemez. Burada asıl sorunun dil sorunu olmadığı kesinleşiyor.
Sosyodilbilimci Prof. Peter Trudgill ve Prof. Laurie Bauer, Language Mythologies adlı kitaplarında dille ilgili olarak, iş arkadaşlarımızdan aile bireylerimize, siyasetçilerden medyaya kadar uzanan yanlış söylemlerin, kültürlerimizin bir parçası sanılacak kadar yaygın olduğundan söz ederler.
Kültürümüzde var olduğunu düşündüğümüz söylemler aslında mitolojilerdir ve bu söylemler genellikle yanlışlıklar üzerine kurgulanmıştır. Bu söylemleri sorgulamadan kabul ettiğimiz zaman, mitolojiler yüzyıllarca nesilden nesile aktarılır ve kemikleşmiş inançlar haline gelir.
Bahsedilen bu mitolojilere, profesyonel dilbilimciler bilimsel bir boyut kazandırmak için çalışırlar. Dilbilimciler arasında birçok farklı görüşe rağmen hemfikir olunan yargılardan birkaçı şöyle:
Bir dilin dil veya lehçe olarak nitelendirilmesinin müsebbibi "dil"in kendisi değil tarihsel ve sosyal nedenlerdir.
Buna ek olarak, dillerle ilgili önyargıların nedenleri ise ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi ideolojik yaklaşımlar olur. Örneğin, "Fransızca mantıklı bir dildir", "İtalyanca güzel bir dildir", "Almanca çirkin bir dildir" söylemleri birer mitolojidir. Bu tür normatif anlamlarla yüklü ifadeler dilbilimsel bir dayanaktan mahrumdur.
Bu tarz ifadeler ideoloji yüklü ön kabullerle bezelidir. Ayrıca, Dante, Roma lehçesi için "barbar ve sefildir" dedi çünkü Romalıların barbar ve sefil olduklarını düşünüyordu.
Cenevreli dilbilimci Ferdinand de Saussure dilbilimsel göstergelerden söz eder: Bütün dillerde gösteren ve gösterilen vardır. Her kavram için bir ses mevcuttur. Örneğin "ağaç" kavramı bir bitki olarak her dilde vardır ve sadece sesler farklıdır.
Bütün dillerde bir perennial bitki çeşidi olarak ağaç, kök ve gövdesi olan bir bitki. Her dildeki ağaç kavramının anlamında gövde ve kökün olması zorunludur ama kavramın her dildeki akustik imajı farklı.
Bu bağlamda mitolojiler de göstergebilimin (semiology) bir parçası. Mutlaka gösteren, gösterilen ve gösterge var. Barthes'a göre mitolojiler meta-dil yani ikinci bir dil yaratır.
Örneğin, Mc Donalds'ın sarı M işareti dünyanın her yerinde aynı. Görür görmez biliriz o işaretin bulunduğu yerde ne anlama geldiğini. Kimse bize kaç çeşit hamburger satıldığını anlatmak zorunda değildir.
Sarı M işareti tek başına her şeyi anlatır:
Bu harf arka planda Mc Donalds endüstrisinin Amerikanizmi, Kapitalizmi ve Sömürgeciliği simgelediğine dair iyi bir gösterge. Biz sadece M görürüz ama bahsedilenlerin hepsi M'nin arka planında yer alır.
Bu noktada dil ile ilgili yanlış fikirler, daha doğrusu ideoloji yüklü niteleme sıfatları ortaya atılırken bu yapılır.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Kürtçe medeniyet dili değildir" derken, medeniyetin ilk harfi "M" ile çok şey anlatır.
Bu ifadeyle Arınç, Kürtlere bir gösterge sunar. Aslında, "medeni-olmayan" kelime çifti "Kürt Dili" için kullanılmaz. Gösterdiği şey şu:
Kürtler medeniyetsizdir ve dilleri de dolayısıyla medeniyet dili değildir.
Bu noktada, Kürt aydınları medeniyet tartışmasına girmek ve Kürtçenin kadimliğinden ve işlevselliğinden bahsetmek yerine şu sonuçları düşünmeli:
* Kürtçenin Hint-Avrupa dil ailesinden geldiğini her seferinde vurgulayıp, tarihselliğinin olduğunu anlatmaya çalışma çabasından vazgeçip metinlerin/söylemlerin ötesinde nelerin olduğuna eleştirel gözle bakılmalı.
Arınç ve şürekâsı, Kürt Dilinin kökenini ve tarihsel gelişimini iyi bilir, çünkü bu gelişmeye daima ket vurmak isteyen bir ideolojinin şimdiki uygulayıcısıdırlar.
Kürt Dilinin ve bunun asıl itki gücü olan Kürt Milletinin ilerlediğini gördükleri için bu tür söylemlerle müdahale ediyorlar.
Onların asıl tedirginlikleri Kürtçenin de en az Türkçe kadar her şeye "yetecek" durumda olması ve diğer diller gibi kusursuz bir dil olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalmaları.
Bu kadar kitap yasak ise, bu kadar akademisyen, düşünür, yazar ve aydın Türk ve Kürt cezaevlerinde ise Kürtçenin nasıl bir dil olduğu tartışması değil bu tartışma... Asıl korku, Kürt diliyle her şeyin yapılabileceği ve Kürt milletinin kendine yetebilecek kadar her şeye sahip olması.
* Kürtçenin önünde siyasi engeller dışında hiçbir engelin olmadığını herkes bilmeli. Dilbilimsel açıdan Kürtçenin hiçbir engeli, kusuru veya eksiği yok.
Başlı başına her şeyin dili olacak kadar; -eğer bir mitoloji yaratılmak isteniyorsa da- 'yeterli'dir.
Hatta bizim dilimiz olduğu için, bize ait olduğu için, bizden olduğu için, bizim için bütün diller arasında en değerli olanıdır.
Yapılan çalışmalar üc günlük bebeklerin bile kendi ana dillerine, öteki bütün dillere gösterdiğinden farklı bir reaksiyon gösterdiğini vurgular. Aslında anadilimizi belirlemek bizim elimizde değil, annemizden gelen sesler daha onun karnındayken bizim dilimiz oluverir. Bu kadar dilin arasında, bize en yakın olandan bu kadar kopartılmamız hiç kuşkusuz bizim her zaman taze kalan yaralarımızdan.
* Mitolojiler herkesi kolaylıkla oyuna getirecek kadar gerçekçidir. Öyle ki bize her yüzyılda çok şey öğretebildiler.
Arınç'ın "Kürtçe medeniyet dili değildir" konuşmasından sonra ilk tepki, Kürtçe roman yazılıyor, makale yazılıyor gibi şeylerdi.
Bu durum kendi içinde tutarlı görünmesine rağmen Arınç'ın konuştuğu bağlamda bir şey ifade etmiyor. Çünkü Arınç ve temsil ettiği mitolojik/ideolojik söylem bu durumu iyi biliyor; zaten durumun farkında olmasa bugün Kürt Milleti üzerinde bu kadar baskı olmazdı.
Burada "medeni-olmayan dil" söylemi ile yapılmak istenen inşa edilmiş sosyal bir gerçekliğin manifestosunu uygulamaya koymak. Olaylar tarihsellikten uzaklaştırılıp doğallaştırıldı.
Kürt Milletinin Türk devleti nezdinde önemsizliği ortaya çıktı. Barthes'ın deyimiyle, Kürtler 'haemorrhage' oldu:
Kürtler yine kanatıldı, kan kaybına uğratıldı. Bu tür söylemlerin tek bir amacı var: Kürtleri kanatmak!
* Onların "söylem"leri kanatmak için olsa da bu imajdan uzaklaşıp dilimizi hareketimiz haline getirebiliriz.
Bütün devrim söylemleri mitolojiden uzak durur. Çünkü hareket halinde olanların böyle ideolojilere ihtiyaçları yok.
Sadece ve sadece hareket halinde olmak mitolojileri yok eder. Kullandığımız dilin kendisi, yani söylemimiz onlara çeşitli göstergeler sunar.
Biz nasıl bir söylem yaratmak istiyoruz? Nasıl mesajlar vermek istiyoruz? İstediklerimizi nasıl göstergelere çevireceğiz?
İşte bunları düşünmeliyiz. Sadece savunmacı konumundaki bir dili kullanmakla mı yetineceğiz? Yoksa kendimize yeni bir dil mi yaratacağız?
Bu sorular ciddi bir şekilde tartışılmalı, çünkü eğer böyle devam ederse, Kürt Dilinin, kültürünün, tarihinin ve siyasetinin başına örülen lanetli çorap yetmiyormuş gibi, her gün, yeni yeni mitolojiler yaratılmaya devam edilecek. (BY/AS)
* Birgül Yılmaz , Queen Mary, Univeristy of London'da lisansını Dilbilim ve İngiliz Edebiyatı alanlarında yaptı. Yüksek lisansını King's College, University of London'da tamamladı. "Kürt Dili ve Kimlik Yapılanması" ile ilgili doktora tezine SOAS, Univeristy of London'un Dilbilim bölümünde devam ediyor.