* Bir tabanca: tabii dolu, Bir haber: ölümüm yakın
Silah, cinayet aracı olma görevini aynı cinayetin faili olmakla da birleştirdiğinde nereden geldiği belli olmayan, pek isabetli kurşunlarla ölüyoruz pek fazlaca. Cinayetin faili bir kurşun olarak bir bedenin içine gizleniyor ama gizlendiği yerden kurşunun atıldığı yer apaçık görünemiyor.
Umut Vakfı'nın bireysel silahsızlanmaya ilişkin raporunda son 12 ay içinde 1944 kişinin bireysel silahlanma mağduru olduğu ifade ediliyor. Bu mağduriyetin içine, İzmir'in Karabağlar ilçesinde 27 Ağustos'ta rastgele açılan ateş sonucunda ölen Umut Ceylan da eklenince, bireysel silahlanmalar öldürmeye devam ediyor.
Silahlanma, temelinde güvensizlik, koruma ve korunma gibi meşrulaştırıcı sebeplerin arandığı bir noktada durdukça, silah seviciliği yerini ölü seviciliğe bırakır. Maganda kurşunu söyleminin altına saklandıkça biz, söz konusu silahların ve ki cinayetlerin faillerini bulmak hususundaki umut, kabul edilmiş bir belirsizliğe mahkûm olur. Adaletsizlik bir kere kanıksanmaya görsün kanatmaya devam eden bir duygu oluverir vahşetin gölgesine saklanarak. Bu ülkenin bireysel silahlanma tarihi, kanıksandıkça hınçla atılıveren kurşunlarıyla ünlüdür ne de olsa.
Silah sevenlerin hep bir olup silah ruhsatı alma yaşını düşürmeye yönelik çabaları sayesinde küçük yaşta eli silah tutanların yanına bir de küçük bedenleriyle kurşunla tanışanlar eklenir. Silah edinmenin altında yatan psikolojik ve sosyolojik öğelerin, silah edinimini normalleştirdiği düşüncesi son derece sorunlu bir hal oluverir bu yüzden. Bu insanların neden güvensizlik içinde olduklarından tutun da neden güvenlerini silahla sağlama ihtiyacı içinde olduklarına kadar pek çok soru götürür bu cevabı eksik durum da. Silah sadece kurşunun çıktığı bir araç olarak durmaz hem, bu kurşun aile içi şiddet, kadın cinayetleri, erklik kavramıyla özleşen saldırıların da bir numaralı aleti oluverir. Kadınlara silah zoruyla tecavüz edilirken, av tüfekleriyle çocuklar öldürülürken gösterir bireysel silahlanma kendini.
Bireysel silahlanmayla birlikte varlığından iyice şüphe duyulan adalet, yerini som bir adaletsizlik duygusuna bırakır. Adaletsizlik artık kamusal bir karakter haline gelir ve söz konusu adaletsizliği yaratan tehlike gün geçtikçe kendini "yok"laştırır. Sanki caddelerde bireysel silahlar yokmuş gibi davranılması, bu tehlikenin aslında çok iyi bilinmesi/ tanınması ama sıra kimin bedeninden içeri gireceği konusuna geldiğinde sessizce sıranın izlenmesi bu yüzdendir. Hepimiz failimizin bulunamayacağını bildiğimiz muhtemel cinayetlerin sokaktaki öznesi olduğumu bilerek susarız ve izleriz bir sonraki hedefi.
Umut Vakfı'nın "Silah Ticareti Anlaşması: Namlunun Ucundaki Cinsiyet Esaslı Şiddeti Önlemeye Yönelik Önemli Bir Fırsat" raporunda 64.000 kadının ve kız çocuğun 1991 ve 2002 yılları arasında yaşanan Sierrra Leona'daki iç savaş sırasında savaşla ilgili cinsel şiddetten mustarip olduğu ifade edilir. Bir kadının, talimatlara uygun hareket etmeleri için silahların, boğazlarına ve karınlarına dayandığını söylediği belirtilir. Kadının en büyük yalnızlık mekânı olan ev içindeki şiddette de, her savaşın en nihayetinde bir iç savaş olduğunu hatırladığımızda, bu savaşın en büyük aktörlerinden biri olan cinsel şiddette de, namlunun ucundakiler kadındır. Pekala silah, erklerin silahıdır!
Silah taşıma fetişizmi ile silah taşınırken kişinin kendine duyduğu güven bir araya geldiğinde, hayatta var olma güvenliğimiz silah taşıyanın vicdanına kalıverir kısaca. Karanlık bir vicdanın hoşgörüsüne sığınarak atarız özgür adımlarımızı. Oyuncak tabancayla terbiye edilen bir kültür için fazlaca garip olmayan bir gelecektir nihayetinde bu; ancak şiddetin gündelikleşmesinin de epeyce önünü açar. Korumak hâli kendine yüklenen "katillik vaciptir" anlamını taşıyamaz olduğunda ne olacağının belirsizliğine bırakılıverir sokaklar. Kutlamaların havai fişek patlamalarıyla, şakaların kuru sıkı silahlarla yapıldığı bir memleket için pek de şaşırtıcı değildir bu; ama kötülüğe şaşırmak gerekir zira kötülük -biz unutmuş olsak da, şaşılacak şeydir! Şaşırdıkça atılır gündelik şiddet hayattan, şaşırıp tepki verdikçe silahların sesi bir nebze kısılır, susturucu takılmasına gerek kalmadan. "Nitekim, metaforik olarak, eski Jericho kalesi, adaletsizlik kalesi, bazılarının düşündüğü gibi rahipler borazanlarını öttürdüğü zaman çökmedi; halkın güçlü sesi ile çöktü" denir Adalet Kavramı kitabında.**
Silahlar korunma ihtiyaçları değil yanlışlık zamanıdır insanların. Patlayan seslerinin gürültüsü sarmışken etrafı, kötülüğün çığlığı duyulur aynı anda. Çirkin bir koronun insan dışı senfonisini çalarlar hep bir arada. Silahlar, bencillik zamanlarıdır insanların. Kendi hukuklarını kurup, başkalarını kolayca idama mahkûm ettikleri adaletsizlikleri yaratırlar. Yarattıkları mahkûmiyetlerin bedelini ödemekten epeyce acizdir silahlar. Silahlar, zamansız ölümleri çağırırlar. Silah tutan elin bileğindeki saat oluverir ölüm saatimiz. Acıları çoğaltarak ilerler atılan her kurşun, her ölüm bir öncekinin üstüne eklenir. Bireysel silahlanma mağdurlarının hikâyeleri bireysel silahsızlanma için kanıt olabildiği ölçüde bir umut daha yaşar demektir. Yazmak ve söylemek de bu umudun habercisidir. (IK/NV)
* Cemal Süreya
** Adalet Kavramı, editör: Adnan Güriz, Mustafa T. Yücel, s.139.
Karikatür: Mahmut Akgün