Fotoğraf: Kahve ayıklayan işçiler / Canva
1980’lerde kapitalizm önemli bir aşamaya ulaştı. Aşama ya da değişimin adına küreselleşme denildi.
100 yıllık süreçte bu aşamanın diğer dönemlerden nitelik bir farkı var: Dijital ya da bilişim çağı denilen bu dönemin küreselleşmeyle örtüşmesidir. Daha doğrusu bilişim ve ulaşım teknolojilerinin ulaştığı seviye, küreselleşmeyi tetikleyen, ona üretim ve dolaşım altyapısı sağlayan bir zemin sundu.
Üç özellik
Küreselleşmenin birbirini tamamlayan üç özelliği var.
1) Ucuz emek piyasası: Sermayenin dinamiği olan maksimum kar hedefi, sermayenin ucuz emek piyasasına yönelmesini gerektirdi. Kendi ülkelerindeki işgücü fiyatına göre, geri veya gelişmekte diye tabir edilen ülkelerdeki işgücünün ucuzluğu, kapitaliste emek değeri üzerinden daha fazla artı-değer kazandırmaktadır. (Burada bir üretim sürecini ele almadığımız için, Marx’ın emek ve işgücü için getirdiği farklı tanımlamaların ayırdına girmiyoruz).
2) Kirli üretim sektörlerinin ihracı: Havasını, suyunu kirleten, yeşilini, ağacını kurutan, tarımına zarar veren demir-çelik, tekstil, kimya ve madencilik gibi sektörlerin yatırımlarını kendi ülkelerinden diğer ülkelere kaydırarak, kirliliği yatırım yoluyla ihraç ediyorlar.
3) Sermayenin ulusal olmaktan çıkışı ve üretimin parçalanması: 1900’lerden bu yana uluslararası ölçeklerde yayılan sermaye, çoktan ulus temelli alandan çıktı ve uluslararası alandaki ulaştığı seviye itibariyle, farklı odakların sermaye bileşenlerinden oluşan uluslararası şirket temelli niteliğe sahipler.
Sermaya grupları
Bir şirket ilk kurulduğu ve merkezinin olduğu ülkenin adıyla anılsa da o şirket, o ülke menşeili sermayeye ait değildir. Örneğin Hyundai firması Güney Kore olarak anılır, ama şirketin sermaye bileşenleri bambaşka bir kompozisyona sahiptir.
Bu anlamda artık falan ülke sermayesinden değil, filan sermaye grubundan söz ediliyor. Bunun politik anlamı, çoktan beri yerli ve milli üretim söylemlerinin hiçbir karşılığının olmadığıdır. Bizim gibi ülkelerde yerli ve milli kavramları, iktidarların propagandasından ibaret, içi boş söylemlerdir!
Ayrıca meta ekonomisi öyle bir hale geldi ki, bir malın bileşenleri onlarca farklı ülkede onlarca farklı firmalar tarafından üretiliyor. Bilişim teknolojileri sayesinde üretim sürecinin tasarımı, montaj aşamasına getirilen bir malın parçalar düzeyinde farklı noktalarda üretiminin yapılması ve pazarlama sürecinin planlamasının koordineli hale gelmesi küreselleşmenin tipik bir özelliğidir.
Üretimin ve ticaretin devasa hacimlere ulaşmasına imkân veren bu gelişmeler, uluslararası ticaret ve finans hukuku alanında da yeni gelişmelere yol açtı. Örneğin sözleşmelere uluslararası garanti getiren tahkim yasaları gibi.
İşte bütün bunların toplamına küreselleşme deniliyor.
Emperyalizm yerine
Küreselleşme kavramı siyasi literatüre sokularak, antipatik olan hatta kötülükle anılan emperyalizm kavramının yerine geçirildi. Aslında küreselleşme, kapitalizmin dünyaya yayılması dinamiğinin ulaştığı aşamanın ifadesi olarak, emperyalizm kavramının yerine kullanılan tumturaklı bir addır.
Fakat küreselleşme 40 yıl öncesinin emperyalizmi de değildir!
Emek küresel değil
Küreselleşme ile sermaye özgür dolaşım imkanlarına sahipken, neden emeğin özgür dolaşımı yok? Halbuki sermaye ve emek, bir bütünün, daha doğrusu bir üretimin birbirine bağlı iki parçasıdır. Meta ekonomisinin (ki, buna kapitalizm denilir) olmazsa olmaz ayağı olan emeğin küreselleşmesine, yani serbest dolaşımına neden izin verilmiyor?
Sermayenin serbest dolaşımı karşılığında dünya egemen sistemleri tarafından emeğin serbest dolaşımının engellenmesi hem bu sömürü düzenini katmerlendiriyor hem de hukuken emek aleyhine büyük bir haksızlık yapılıyor.
Sermayenin ulus sınırları ötesinde cirit atmasına karşılık, emeğin ulus sınırları içerisinde tutulmasının bir hukuku yoktur ve bu ne sermayenin ne de iktidarların umuru değildir.
Böylesine böyledir ama…
Emeğin küreselleşmesi mümkün mü?
Bir kesimi kızdırma pahasına, emeğin küreselleşmesinin mümkün olamayacağını yazacağım.
Emeğin küreselleşmesi mümkün mü sorusuna, emek neden serbest dolaşım istiyor sorusundan başlamak gerekir.
Emeğin serbest dolaşımı talebi, sermayenin serbest dolaşımının karşılığı olarak isteniyor. Öyle ya; sermayenin böyle bir hakkı varsa, emeğin de olmalı.
Emek neden serbest dolaşım hakkı istiyor?
Bunun tek ve haklı bir cevabı var: Daha iyi yaşamak için!
Daha iyi yaşama talebi (ki, son derece insanidir) ne anlama geliyor?
Batı kapitalist ülkelerinin haricindeki ülkelerde yaşayan milyarlarca nüfusun hemen tamamına yakını işsizlerden, açlardan, yoksullardan, karın tokluğuna çalışan ve çok kötü koşullarda yaşayanlardan oluşuyor.
Emeğin önündeki dolaşım engeli kaldırıldığında, yüzlerce milyonlarca nüfusun Batı’ya aktığını düşünebiliyor musunuz?
Ortada ne Avrupa ne ABD kalır!
Elbette burada kapitalist üretimin azami kâr hedefinin getirdiği sömürü ve çevre tahribatının, özellikle silahlanmaya trilyonlarca dolar harcanmasının toplumsal sorunlara kaynaklık eden gerçekliği esastır.
Fakat dünyamızın geldiği bu aşamada nüfus artışının gittikçe artan bir sorun halini aldığı da bir gerçek.
Sermayenin serbest dolaşımı ile emeğin serbest dolaşımı arasında nitelik bir fark var.
Sermaye bugün burada, yarın orada olabilir. Bunu kolayca yapabilir. Tuşların ucundan milyon dolarlar akıyor. Fabrikayı buraya kurar, yarın söker başka tarafa kurar. Sermayenin hareketi, bulunduğu yerdeki toplumsal hayatı demografik olarak altüst etmez.
Ya emek?
Emek demek, insan demektir. Emeğin serbest dolaşımı dünyanın bugünkü demografik haritasını altüst eder.
Emeğin küreselleşmesi konusuna bu açıdan bakıldığında bunun bugünkü koşullarda mümkün olamayacağı görülür. Dolayısıyla ABD ve AB’ye göçmenlik üzerinden eleştiri yöneltmenin anlamlı olmadığının altını çiziyorum.
Elbette mültecilik ile göçmenliği ayırıyorum.
Ceberrut devletlerin siyasi nedenlerle hedef aldığı kimi kişi ve grupların yaşam haklarını tehdit etmesi, temel hak ve özgürlüklerini ihlal edici uygulamaları karşısında, bu kesimlerin can güvenlikleri nedeniyle mülteci konumuna düşürülmelerine kucak açan ülkelerin politik tutumları saygıyla karşılanmalıdır. İstisnaları saymazsak mülteci kabul eden ülkeler de Avrupa ülkeleridir.
İstenilir olan, emeğin serbest dolaşımıdır ancak yaşanılır olan başka bir gerçekliğe işaret ediyor.
Küreselleşme, nüfus, demokrasi
Dünyanın bugün geldiği noktada nüfus baskısı, göç olgusu ve çevre kirliliği, sınıf çelişkilerini baskılayan (onun yerini alan değil) önemli bir unsurdur. Diğer bir deyişle batı kapitalizminin politik gündeminin ilk sıralarında emek dünyasının ekonomik ve politik taleplerini bastırmasından çok, milyarlarca nüfusun taşıdığı potansiyel tehlikenin yer aldığı kanısındayım.
Küreselleşmenin batı dışındaki ülkelerde demokratikleşmeyi sağlayacağı, uluslararası hukuku güçlendirerek ulus devletlerin kendi halklarına karşı fütursuzluklarını sınırlayacağı iddialarının bugün boşa çıktığını görüyoruz. Hatta batı dışındaki toplumların büyük bir çoğunluğu, küreselleşmenin siyasal bozulmayı artırıcı ve dikta yönetimlerine daha fazla zemin hazırlayıcı sonuçlarıyla cebelleşiyor.
(HŞ/NÖ)