Fotoğraf: Miguel Candela Poblacion / AA
Vurgun peşindeki birkaç çetenin maceralarını anlatan filmler vardır. Çoğunda, her biri kendi hesabını yaparken işler karışır ve hep birden kaybederler. Son sıralar dünyanın farklı köşelerinde yaşanan doğal felaketler bu filmleri hatırlatıyor.
Tabii Türkiye gibi deprem kuşaklarında yaşayan insanlar, doğal felaketlerin sadece doğal felaket olmadığını iyi bilirler. Deprem dışındaki doğal felaketler de doğal felaketten ibaret değildir. İnsanlar tarafından yaratılmasa bile insanlar tarafından şiddetlendirilmiştir.
Avustralya’nın kömürü
Söz konusu doğal felaketlerden ilki Avustralya’da yaşandı, hala da yaşanıyor. Avustralya’nın ormanlık alanları Eylül ayından beri yanıyor. Bugüne kadar 8 milyon hektar orman yandı. Bu yangınlarda 1,25 milyar hayvanın öldüğü hesaplanıyor. 1 hektarlık ormanın yılda 30 ton oksijen ürettiği dikkate alınınca, sırf bu yangından ötürü sera etkisinin ne kadar arttığı anlaşılabilir.
Avustralya muhtemelen bundan sonra sera etkisini ciddiye alacaktır ama şimdiye kadar almamıştı. Avustralya Başbakanı Scott Morrison alaycı bir ifadeyle küresel ısınmaya inanmadığını söylemişti. Uluslararası sözleşmelerde kömür üretiminin azaltılmasına itiraz etmişti.
Avustralya dünyanın en büyük kömür ihracatçısı. 2018 yılında 48 milyar dolarlık kömür ihraç etti. En büyük ihracat pazarı Çin. Ülkenin Çin’e ihracatı GSYH’sının yüzde 6’sı kadar paya sahip. Çin de dünyanın en çok kömür tüketen ülkesi. Dünya kömür tüketiminin yüzde 49’u sadece Çin’de yapılıyor.
Brezilya’nın soya fasulyesi
Son sıralar doğal felaketlerle boğuşan ikinci ülke Brezilya. Brezilya’da Amazon ormanlarında sürekli yangınlar çıkıyor. Amazonlarda sadece geçen yıl 76 bin yangın çıktı. 1970 yılından bu yana 800 bin kilometre kare, yani Türkiye’nin toplam yüzölçümünden daha büyük orman alanının yok olduğu hesaplanıyor.
Brezilya’nın Trumpvari başkanı Jair Bolsanaro bu yangınları çevreci sivil toplum örgütlerinin çıkardığını söyleyecek kadar küstah bir adam. 2018 yılında seçildikten sonra orman yangınları yüzde 85 oranında arttı. Yangınlar hala devam ediyor fakat yangınlara eşlik eden başka doğal felaketler de devreye girdi. Son yıllarda, ormanlar azaldıkça seller ve toprak kaymaları da rekor düzeyde arttı. Geçen haftaki toprak kaymasında 44 kişi öldü, 2.600 kişi evsiz kaldı.
Brezilya’daki yağmur ormanlarının fast food zincirleri için sığır çiftliği açmak ve Çin’e ihraç etmek üzere soya fasulyesi üretecek arazi kazanmak için yakıldığı biliniyor. Brezilya’nın en önemli ihraç malı soya fasulyesi. Yılda 26 milyar dolarlık soya fasulyesi ihraç ediyor. Bu tutarın yüzde 82’si Çin’e gidiyor. Brezilya en önemli pazarı olan Çin’e yılda 48 milyar dolar ihracat yapıyor.
Çin’in yabani hayvan pazarı
Böylece günümüzün en çok korku uyandıran doğal felaketine geliyoruz. Bilim insanlarının 2019-nCoV adını verdiği fakat Koronavirüs adıyla gündelik dile giren yeni bir virüs. Bu virüs Çin’in Wuhan kentindeki yabani hayvan pazarında ortaya çıktı.
Çin’de türlü çeşitli yabani hayvan eti, nadir ve pahalı olduğundan, statü göstergesi olarak kabul ediliyor. Bazılarının cinsel gücü artırdığı rivayeti de var. Yeni zenginler arasında pek popüler. Ülkedeki pazarlarda her gün milyonlarca kişiye milyonlarca yabani hayvan satılıyor. Sadece bir hayvan pazarında haftada 5 bin yarasa satıldığı söyleniyor.
Batılılar bu ölçüde bir vahşi hayvan ticaretinin Çin’in geleneksel kültürü ile ilgili olduğunu varsayıyorlar. Oysa Afrika’nın yabani hayvan pazarları da batılılara satılan fildişi, gergedan boynuzu, kaplan derisi, goril eli vb ile dolu. Her yıl sırf fildişi için 35 bin fil öldürülüyor. Bu büyüklükte bir katliamı kültür kavramı ile açıklamak biraz zor.
Doğayı zorlamak
Virüs insanların yarattığı bir sorun değil. Doğada zaten var. Fakat doğada var olması onu bir felaket haline getirmiyor. Bunu felakete dönüştüren insanların yapıp ettikleri. Koronavirüs de böyle. Doğada bir yerlerde, tahminlere göre bazı yılan türlerinde var olan bir virüs, bir gün geliyor insanlarla temasa geçiyor. Sorun o zaman başlıyor.
Daha önce de bu tür sorunlar yaşandı. Deli dana hastalığı tartışmaya açık olduğu için örnek vermeyelim. Fakat kuş gribi çok net bir örnek. İnsanların ve kuşların birbirlerinin yaşam alanına tecavüz etmediği dönemlerde, böyle bir hastalık yoktu. İnsanlar kuşların alanlarında yaşamaya başlayınca, sadece onlarla değil virüsleriyle de ilişkiye geçmiş oldular. Böylece yeni bir hastalığımız oldu.
Kuş gribi insandan insana bulaşmıyordu. Hastalık bölgelerinde yaşayan milyonlarca kuşu öldürerek sorunun atlatıldığı düşünüldü. Şimdi, öldürecek milyonlarca hayvan olmadığı gibi, insandan insana bulaşan bir hastalık söz konusu.
Hastalık tıpkı Avustralya ve Brezilya gibi doğayı tahrip etmekte sınır tanımayan, karbondioksit salımında ABD ile birlikte başı çeken, şehirlerinde giderek daha çok insanın maskeyle dolaşmak zorunda kaldığı Çin’de başladı. Dünyaya yayılıyor.
Küresel daralma
Koronavirüsün ekonomiye ilk etkileri şimdiden başladı. Çin’de uzun mesafeli ulaşıma sınırlama getirildi. Bazı kentler karantinaya alındı. İnsanlar evlerine kapandı. Alışverişler azaldı. Çin ekonomisi zaten yavaşlıyordu. Muhtemelen iç talepte hızlı bir düşüş olacak, üretim azalacak. İşyeri kapanmaları, işten çıkarmalar da gündeme gelebilir. İç turizm zayıfladığı gibi, önümüzdeki dönem Çin’e dışarıdan turist gelmesi de beklenmiyor.
Tabii bu durumun öteki ülkelere de etkisi olacak. En başta etkilenecekler arasında Avustralya ve Brezilya’yı da saymak lazım. Bu iki ülke de Çin’e bekledikleri kadar ihracat yapamayacaklar. Büyük ihtimalle ihracatları önceki yılların da altına düşecek. Kendi ülkelerinin doğasını tahrip ettikleriyle kalacaklar. Brezilya’da siyasal çalkantıların şiddetleneceğini varsayabiliriz. Avustralya halkı da belki bu sayede siyasallaşmayı öğrenecek.
Fakat sadece bu ülkeler değil, Çin’in karşı karşıya kaldığı felaket bütün dünyayı etkileyecek. Tatilini Çin’de geçirmek isteyen üst gelir gruplarından, çocuğuna Çin malı oyuncak alan düşük gelir gruplarına kadar çok sayıda insan Çin pazarından çıkacak. İlk aşamada petrol fiyatları düştü. Çin ile birlikte dünya ekonomisinin de durgunluğa girmesi bekleniyor. Dünya ticaret hacmi daralacak. Sadece Çin değil, onunla birlikte bütün Uzak Doğu ülkelerinin ticaret ve turizm ilişkilerinin zayıflamasını beklemek lazım.
Uzak Doğulu olmayan ülkelerin iki soruya cevap aramaları gerekiyor. Uzak Doğu ülkelerinin ihraç mallarına olan talep dünyanın başka taraflarına kayacak mı, yoksa genel bir talep düşüşü mü olacak? Uzak Doğu ülkelerine yönelik turizm hareketleri başka bölgelerdeki turistik ülkelere kayacak mı, yoksa insanlar yurt dışına çıkmaktan korkacaklar mı? Bu sorular Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
Belki de bu felaket dünyada doğayı tahrip ederek büyüme hırsına karşı güçlü bir muhalefet oluşturur. O zaman bu kaygılı soruların hiçbir anlamı kalmaz. (BD/DB)