Geçtiğimiz bir ay içinde Avrupa'nın yönetim kademelerinde çok hızlı değişimler yaşandı. Yunanistan'da başbakanlığa Lukas Papadimos, İtalya'da ekonomi idaresine Mario Monti geldi.
Basın ağız birliğiyle iki ekonomisti yetkin teknokratlar olarak selamladı. İkisi de krizin nedenini, ülkelerin ekonominin kurallarına göre yönetilmemesine bağlayan iktisatçılar.
Onlara göre, gereksiz kamu harcamaları ve banka ve şirket yöneticilerinin basiretsizlikleri krizin temelini oluşturmuştu. Bunun yanında, biraz da bu yöneticilerin açgözlülüğünden dem vuran açıklamalar yapıldı.
Kriz başladığından bu yana sokağa dökülenler ise farklı bir senaryo sunuyor. Ekonominin piyasanın doğasına bırakıldığı için krizin kapıdan kovulsa bacadan gireceğini söylüyorlar. Her şeye bir cevapları var yalnız bir eleştiri var ki karşı koyamıyorlar: "İdeolojik" olmak.
Sırf "ideolojik" oldukları için ekonominin kurallarını bozmak istiyorlar. Mesela emekliliklerine dokunulmasın istiyorlar, sağlık ve eğitimi bir hak olarak talep ediyorlar. İdeolojik olmasalar, onlar da bu isteklerinin piyasada kendiliğinden sağlanacağını görecekler ama işte, ideolojiler bırakmıyor.
Seksenli yıllardan beri muhafazakar-seçmenli-liberal-iktidarların ekonomi propagandası hep aynı oldu. Ekonomiyi kurallarına göre oynanması gereken bir oyun olarak tanımladılar. Bu kurallar takip edildiği sürece hiç bir sorun çıkmayacağına garanti verdiler.
Sorunların, esas olarak kendilerinden öncekilerin iktisadın doğasına aykırı işler yapmalarından dolayı oluştuğunu iddia ettiler. İktidarlar, bu fikirlerinde pek çok ekonomi teorisyeninden destek sağladılar.
Yeni iktisadın oluşumunda önemli bir pay sahibi olan Milton Friedman'a çok şey borçlular örneğin. Kurucu babası sayıldığı Chicago Ekolü, ekonomi ve meteoroloji bilimleri arasında önemli bağlantılar kuruyor.
Nasıl ki bir meteorolog, hava durumunu değiştirmekle uğraşmıyor, sadece tahmin ediyorsa, iktisatçının işinin de ekonominin doğasını incelemek, işleyişini kavramak olduğunu ileri sürüyorlar.
Friedman'ın, iktisatçıların ne yapacağı ile ilgili fikirleri bunlarla sınırlı değil. Şok Doktrini adlı kitabında, Naomi Klein'ın profesörden ustalıkla cımbızladığı şu sözler oldukça çarpıcı: "Sadece -fiili veya algılanan- bir kriz gerçek değişim yaratabilir. Bu kriz geldiğinde, kenarda yatan fikirlere dayanan kararlar uygulamaya geçecek. Bizim temel işimizin bu olduğuna inanıyorum: mevcut politikalara alternatifler geliştirmek; politik olarak imkansız seçenekler, politik olarak kaçınılmaz olasıya kadar bunları canlı ve el altında tutmak."
Profesöre göre krizin söylentisi dahi değişim için yeterli. Ne yazık ki bahsettiği imkansızlıklar öyle kolay ortadan kaldırılamıyor. Yukarıdaki sözleri söylediği zamanlarda, Friedman'ın sunduğu öneriler sokaktakiler için imkansızken, tanklar sürülerek "kaçınılmaz" hale getirilmişti. Sokakları, meydanları, üniversiteleri dolduran imkansızlıklar, herkes için iş, eğitim, sağlık talep ediyordu.
Yönetim koltuklarına oturmaya başladıklarında ise paletler üzerlerinden geçti. Sonrasında Friedman'ın öğrencileri dünyanın bir ucundan öbür ucuna ekonomi yönetiminin başına buyur edildiler. Şimdilerde bu işler için kolluk kuvvetlerine ihtiyaç duyulmuyor.
Küresel ekonomide Amerika'dan üflenen nefesle İtalya'daki balon şişirilebiliyor. Almanya'dan atılan iğne, İrlanda'daki balonu patlatabiliyor. Geride partiyi süsleyecek bir tek kedi merdivenleri kalınca -kaçınılmaz olarak- ekonominin kurallarına geri dönülüyor.
Şimdi direksiyona tekrar ekonomik teknokratlar geçti. Doğa kanunlarının uygulanmasını sağlayan cerrahlar oldukları için ideolojiler üstü olduklarını söylüyorlar. Paylaşım, bölüşüm, sömürü gibi ideolojik kelimelere epey yabancı gözüküyorlar. Namlu ucundan konuştukları günlerde, sendikal hakların pek bir ideolojik olduğunu söylemişlerdi.
Eğer bir hak varsa doğa zaten bu hakkı verecek kadar mümbitti. Kaldırıverdiler gitti. Emeğin, yaşadığı zamana dair bir hakkı kalmadığı için, bugün masada gelecekteki hakları var.
Başlıca gündem maddesi: Sosyal Güvenlik. Masaya oturduklarında "ideolojikçilere" hep "mümkün değil, imkansız" diyorlar "eşyanın doğasına aykırı bu istedikleriniz."
Sokaktakiler, bunları talep ediyor çünkü bir kez daha, balonu patlatan şımarık çocuğa yenisini almak için bakkala gitmek istemiyorlar. Çünkü kriz arz/talebin yasalarına bırakılmış piyasalarda çıkarken, balonun parasını neden ceplerinden verdiklerini anlamıyorlar.
Yeni teknokratlarımız geleceğimizi piyasaya sürüyorlar. Kendinden menkul kıymetlerini yitirmiş piyasaları bu tahvillerle canlandıracaklarını düşünüyorlar. Piyasalar, bunun fikriyle bile başını biraz olsun kaldırdı. Yeni tahvillerin patlayıncaya, çatlayıncaya, tıksırıncaya kadar şişmesi bir kaç yıl alacaktır.
Bugün geri kalan iktisatçılar ise belki Poe'nun Dupin'inden feyz alabilirler: "Bize düşen sadece bu görünürdeki "olanaksızlıkların" aslında hiç de öyle olmadıklarını kanıtlamak."
* Araş. Gör. Bilge Terzioğlu, Işık Üniversitesi - İktisat Bölümü