Size bir maymun ve balık hikâyesi anlatacağım. Nehir kıyısında gezinen maymun, hemen kıyya yakın su içinde zıplayan bir balık görür. “Aman boğulmasın” diye balığı tutar. Balık, maymunun elleri arasında çırpınınca “seviniyor, kendisini kurtardım diye” keyiflenir maymun. Bir süre sonra maymunun elleri arasında can verince balık! Hayıflanır maymun; “Yazık, erken yakalasaydım, kurtarabilirdim” der.
Galiba bizim hayatımız devletin perspektifiyle maymunla balığın hikâyesine döndü. Şükür ki; “sudan çıkmış balığa!” döndüremediler Kürdü. Çünkü su, Kürdün vatanıydı. Ve hangi sularda yüzeceğini ve tehlikenin sadece kıyıdan değil, suyun içindeki kimi güçlerden de gelebileceğini biliyordu Kürt.
Kırk yıla yaklaşan Kürdistanî siyasal mücadele öylesine bir tahayyül gücü yarattı ki! En evvelinde geçen yüzyılın başından bu yana tekçi cumhuriyeti kuran egemen Türk-İslam milli iradesinin bütün ezberlerini tuzla buz etti Kürdün siyasal örgütlülüğü ve iradi yapısı.
Eski Türkiye Kürdün örgütlü siyasal mücadelesine karşı duramadı ve yenildi.
Evet, Eski Türkiye yenildi de! Yerine ne kuruldu. Maalesef yerine henüz bir şey kurulamadı. Hâlâ geçmişin defterlerinde ısrarın kaba muhasebesi yapılıyor. Bütün o “Kırıntı” hak verdiklerini beyan ettikleri zahiri görüntülere rağmen ortada henüz dişe dokunur bir şeyler sahiden yok.
Görünüyor işte! Doksanlı yılların ilk çeyreğinde katmerlisini yaşadı Kürt halkı Kürdistan coğrafyasında. Güpegündüz ensesinden tek kurşunla üstelik devletin kurumlarının bilgisi dâhilinde, çoğu kez devletin güvenlik görevlilerinin bizzat dahli ya da korumasında işlendi faili meçhul ya da failleri bilinen, onsekizbin cinayet, katliam ve kayıplar.
Şimdi bu kadar birebir tanıklık yaşanmışken yirmi yıl sonra geçmişin hafızalarında onca iz bırakan “Terörle Mücadele Yasası”nın katliamcı uygulamalarına yeniden davetiye çıkarırcasına “İç Güvenlik Yasası” ne demek oluyor o halde! Demek olduğu basit ve aleni!
Deniyor ki; ben sadece yangın alarmı vermek için camı kıran tokmak olmam!
Ya da hâkimin hakkınızdaki müebbet kararına dikkat çeken tokmam da olmam.
Haddinizi bilmez iseniz vekilinizin kafasına inen meclis başkanının tokmağı da olurum!
Bu ağır ve travmatik bir tehdittir. Üstelik daha yasalaşmadan en üst düzeydeki Kürt, Kürdistani ve Türkiye demokrasisi temsiliyetinin kafasına bir balyoz gibi indirilen, indirilmek istenen darbedir. Bunun okumasını çok iyi yapmak lazım. Tavrınız buysa sizinle yol yürümek mümkün değil, çözümünüz aslında çözümsüzlüğünüzdür demek lazım. Deniyor da!
Muktedir, aslında tokmağını kendi kafasına vurdu, kurşunu da kendi ayağına sıktı.
Tevekkeli dememişler en acımasız zalimler bir zamanların mağdurları arasından çıkar diye. Geçmişte “Bir rüya” gibi anlattılar yürünen “yolları” beraberindekilere. Şimdi rüya bitti, takkesi düştü muktedirin, ampul yandı her şey sahici olarak ortaya çıktı.
Kürtler artık suda çırpınan ve sizin yalan şefkatinize mazhar, ölmeye yatırılmış ve “en makbul Kürt ölü Kürttür” diyecekleriniz olan devirleri tarihin tozlu sayfalarında bıraktı. Bıraktı evet ama unutmadı! Hani o 1930’lu yıllarda “Hayali Kürdistan burada medfundur” dediğiniz mezar taşı. Çok iyi bilirsiniz. Yeni bin yılın başında artık Kürdistan sahici…
Yeni bir sayfa açılıyor, Kadim Kürdistan’da, Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyada… Kürtler açılan bu yeni sayfada Kürt özgürlük mücadelesinin; bütün güçleri, kurumsallıkları ve temsiliyetleri ve dahi örgütlülükleriyle yer alacak/alıyor. Kürdün yeni rönesansında ya Kürtle mütareke, müzakere yapar, barışa katkı sunanlardan olursunuz. Ya da tarih sizleri hak ettiğiniz yere ve adrese postalar. (ŞD/YY)
Not: 21 Şubat Cumartesi Dünya Anadili Günü’nde İstanbul Kadıköy akademi71 kitabevi&cafe’de “Taşa Fısıldayan Öyküler Kobanê” 38 yazar imzalı kitabımızın imza ve söyleşisinde olacağım. Pelin Batu, Yasemin Yazıcı, Aysel Sağır ve Tekgül Arı ile birlikte…