Türkiye Cumhuriyeti ile yüz yıllık imtihanında Roboskî, Kürdün yalnızca bir yarası değil; tarihi, hafızası ve bitmeyen ağıdıdır. Yaşanan, tekil bir katliamdan ibaret değildir; inkârın, cezasızlığın ve devlet aklının Kürt bedeninde bıraktığı süreklilik arz eden bir izdir.
Roboskî, bombaların düştüğü o gecede donup kalmamış; adalet ertelendikçe, hakikat bastırıldıkça her kuşağa yeniden devredilecek bir yas mekânına dönüşmüştür. Bu yüzden Roboskî, Kürdün tarihine yazılmış bir dipnot değil; tarihinin her satırına sinmiş bir çığlıktır.
Roboskî, takvim yapraklarında geride bırakılmış bir tarih olmadı; her birimizin hafızasında her kış yeniden donan, her bahar yeniden kanayan bir yer hâline geldi. O gece gökyüzünden yağan bombalar yalnızca bedenleri değil, adalet duygusunu, birlikte yaşama ihtimalini ve insan olmanın asgari vicdan sınırlarını da paramparça etti.
Katledilenler “yanlış istihbaratın” soğuk ve sorumluluktan arındırılmış diliyle anılırken, yeni yıl eğlencelerinde Fırat’ın batısının gökyüzü, havai fişeklerle aydınlanıyordu. Aynı anda Fırat’ın doğusunda, karanlığın içinde kalanlara düşen ise yalnızca yas tutmak değildi; unutturulmak istenene karşı tanıklığı omuzlamak, sessizliğe karşı hafızayı diri tutmaktı.
Kürdün gerçeği/çabası bir kez daha, devlet ile imtihanında Roboskî’yi bir trajedi olarak anlatmanın ötesinde; susturulmuş çığlıkların, yarım bırakılmış hayatların ve inkârla örülmüş bir sessizliğin karşısına hafızayı koyma çabasıdır.
Çünkü Roboskî, unutulduğu anda ikinci kez öldürülen bir hakikattir.

Roboski'de 13'üncü yıl anması: Artık yeter, adalet istiyoruz
Qêrîna Roboskî
Bunu en iyi anlatanlardan birisi sanatçı Mehmet Akbaş’tır. Qêrîna Roboskî parçasında Akbaş, Roboskî Katliamı’nı bir “olay” olarak anlatmaktan ziyade, onu kolektif Kürt hafızasında açılmış bir yara olarak yeniden kurar. Şarkının merkezinde yas vardır; ancak bu yas edilgen değil, tanıklık eden ve hesap soran bir yas biçimidir. “Qêrîn” (çığlık), hem katledilenlerin sesi hem de hayatta kalanların susturulamayan hafızasıdır. Böylece eser, ağıt ile politik itiraz arasında bilinçli bir geçiş kurar.
Ezgi boyunca öne çıkan temel tema masumiyetin hedef alınmasıdır. Sınır hattında gündelik yaşamın parçası olan yoksul Kürt köylülerin, çocukların ve gençlerin bombalanması; devlet şiddetinin “yanlışlık” ya da “kaza” anlatılarını boşa çıkaran ahlâki bir kırılma noktası olarak sunulur. Roboskî, bu ezgide sadece Kürtlerin değil, insanlığın vicdanında açılmış bir boşluk olarak konumlanır.
Ezgideki bir diğer belirgin tema cezasızlık ve inkâr rejimidir. Şarkı, adaletin yokluğunu açık bir politik dil yerine, tekrar eden yas imgeleri ve çağrılarla kurar. Bu tercih, dinleyiciyi hukuki bir tartışmadan çok etik bir yüzleşmeye davet eder. Sessizlik, unutma ve devletin suskunluğu; doğa imgeleri, annelerin ağıdı ve toplu kayıp hissiyle karşı karşıya getirilir.
Eserde kolektif ses bireysel anlatının önüne geçer. Anlatıcı “ben” değil, “biz”dir; bu da Roboskî’yi tekil bir trajedi olmaktan çıkarıp Kürt tarihinin süreklilik arz eden kırılmaları içine yerleştirir. Dengbêj geleneğini andıran söz ve melodi yapısı, Roboskî’yi yazılı tarihten çok sözlü hafızanın alanına taşır; böylece unutturulmaya karşı dirençli bir bellek formu üretir.
Sonuç olarak Qêrîna Roboskî, yas tutmanın yalnızca kişisel bir acı hali değil, aynı zamanda politik bir eylem ve kolektif bir hafıza pratiği olabileceğini gösterir. Şarkı, Roboskî’yi kapatılacak bir dosya olarak değil; adalet sağlanana, hakikat tanınana kadar açık kalması gereken bir vicdan çağrısı olarak yeniden üretir. Bu çağrı, sessizliğe karşı sözle, inkâra karşı ağıtla, unutmaya karşı hafızayla kurulur.
Akdeniz coğrafyasındaki ortak kader
Sürgünde yaşayan Kürt sanatçı Mehmet Akbaş’ın Qêrîna Roboskî ağıdı, başka bir sürgün tarihinin içinden gelen Yunan sanatçı Alexandra Gravas’ın hikâyesiyle Almanya’da kesişir. Gravas’ın atalarının, mübadele öncesi dönemde yaşadıkları evin bugün Aydın’ın Söke ilçesinde bulunuyor olması, bu karşılaşmayı tesadüf olmaktan çıkarır; sürgünün, yerinden edilmenin ve kayıp hafızaların Akdeniz coğrafyasındaki ortak kaderini görünür kılar.
Alexandra Gravas ile Mehmet Akbaş’ı farklı dillerde ama aynı sahnede buluşturan şey, insanlığın ortak vicdanıdır. İkili, barışın, barışmanın ve bütün farklılıklarla birlikte yaşamı yeniden kurmanın en güçlü dillerinden birinin müzik olduğunu bir kez daha hatırlatırlar. Bu sahnede Qêrîna Roboskî Mehmet Akbaş’ın sesinden yükselirken, Leylim Ley Alexandra Gravas’ın sesinde yankılanır; Mezopotamya, Anadolu ve Ege, melodilerde aynı acılarla, aynı umutlarla ve aynı insanî değerlerle birbirine karışır.
Roboskî’ye dair her söz; ister bir ağıt, ister bir şarkı, ister bir metin olsun, aynı zamanda inkârla örülmüş tarih karşısında bir hesap sorma çağrısıdır. Gerçek bir barış ancak, bombaların değil hakikatin konuştuğu; suskunluğun değil adaletin hüküm sürdüğü bir yüzleşme ile mümkündür. Roboski, adalet sağlanana dek kapanmayacak bir vicdan yarası olarak orada durmaya devam edecek; bizlere düşen ise bu yaranın üzerini örtmek değil, onu hakikatle, sorumlulukla ve adaletle iyileştirmektir.
Tenimizde, ruhumuzda kazınan şifreler olarak kalacak bu topraklara adalet gelene kadar. (EJA/TY)








