İlkokula, babamın işçiliğinden ötürü, Elazığ Alacakaya'da başladım. Ortaöğretimi, ilkokul dördüncü sınıfta geldiğim, Diyarbakır'da tamamladım, Üniversiteyi Van'da, 100. Yıl Üniversitesi'nde okudum.
Biz Zaza'yız; evde Zazaca konuşuluyordu çocukken. Etrafımızdaki aileler de ya Zaza'ca ya da Kurmanci konuşurdu; ayrı diller olsa da birbirimizi anlardık yine de... İlkokula başlayınca yeni bir dille tanıştık: Türkçe.
Okul zaten çocuk için yabancı bir ortam; alışmak zor. Böyleyken bir de hiç anlamadığınız bir dilde, birşeyler öğrenmeye çalışıyorsunuz. İlkokulda teneffüse çıkar çıkmaz arkadaşlarla aramızda yine Zazaca ve Kurmanci konuşurduk. Zazaca bildiğin dil; korkmadan, hatta bağıra çağıra konuşuyorsun. Dışarıda koşup oynayan çocuklardık hepimiz ama sınıfta sus pus oluyorduk.
Sınıfta öğretmen kendini paralayarak bize bir şeyler öğretmeye çalışıyordu; biz anlamıyorduk. Öğretmenler Türkçe'yi öğrenmemiz için, bize günlük hayatımızda kullandığımız materyaller gösterirdi. Hiç unutmuyorum, bir gün öğretmen mercimek getirmiş. Bir arkadaşımıza "Bu mercimek" diyor, çocuk Kürtçesi'ni söylüyor: "Misk." Öğretmen "Çocuğum mercimek diyeceksin" dedikçe o, "Misk" diyordu. Öğretmenin gösterdiklerinin hepsini görsel olarak biliyorsunuz aslında ama anlatmakta sıkıntı yaşıyorsunuz.
Tahtaya kalkınca da sınıftaki çocuklar gülüyordu, Türkçe konuşamayınca. Çoğumuz bilmiyoruz Türkçe'yi, hepimiz tahtada aynısını yaşıyoruz ama gülerdik birbirimize. Teneffüslerde birbirimizle dalga geçerdik. Böyle çelişkili bir durum.
Bu gün bir öğretmen olarak bakıyorum, herhalde ben de öğrencilerime öğretmenimin bize davrandığı gibi davranıyorum. Öğretmenimin karşısında sıkılırdım, sıkıldığım, çekindiğim için zaman zaman sevgisizlik geliştiriyordum. Şimdi demek ki çocuklar da beni böyle görüyorlar; belki sevmiyorlar.
1997'den beri sınıf öğretmenliği yapıyorum, şimdiki görev yerim Diyarbakır Kayapınar İlçesi, Namık Kemal İlköğretim Okulu. Beşinci sınıf öğretmeniyim.
Mesleğe Erganiye bağlı Hanköy'de başladım. Küçük bir köydü. O köyde öğrencilerimin benimle birlikte yaşadıklarını ben çoktan yaşamış, kültür değişikliğine uğramıştım. Çocukluk haliniz orada geçiyor karşınıza oturuyor. Roller değişmiş oluyor; ben öğretmenim, onlar öğrenci... Ama biliyorsunuz, tahtanın karşısındaki öğretmen de sıralarda oturup dersi dinleyen öğrenci de sizsiniz. Öğretirken, aslında öğrenen de sizsiniz...
Hanköy'deki o ilkokulda, birinci sınıf öğrencilerine yıllar önce öğretmenimin bize öğrettiği gibi Türkçe öğretmeye çalıştım. Evden, materyaller getirdim; günlük hayatta kullandıkları malzemeleri göstererek ders anlattım.
Merkezdeki okullarda anadili Türkçe olan çocuklar, iki ayda okumaya geçer. Türkçe'yi bilmeyen çocuklar ancak, yaz tatiline yakın Mayıs, Haziran gibi okumaya geçiyor. Okumayı söktüğü için sevinerek kurdele taktığım bir öğrencimi de hiç unutamıyorum. Tahtada bize Türkçe okuduğu hikâyeyi aslında okuyamadığını, ezberlediğini çok sonra öğrendim. Ben hikâyeyi sınıfta okurken, ezberlemiş.
Sınıfta, kendisini ifade edemeyen, nefretini, sevgisini hiçbir duygusunu gösteremeyen donuk gözlere ders anlatıyorsunuz. Çocuklar bana yaklaşamıyor, yakınlık kuramıyor. Ancak onlarla Zazaca konuşmaya başlayınca heyecanlanıyorlar; "Öğretmen dilimizi biliyor" diyorlar. Sonra yaklaşıyorlar.
Merkezdeki okullarda ise öğrenciler ne Türkçe'yi ne Kürtçe'yi iyi biliyor. Bu aslında daha büyük bir sorun. Hiç Türkçe bilmeyen bir çocuğa, sıfırdan bu dili öğretmek daha kolay. İki dili de bilmeyen çocukların durumu daha kötü. Onlara gösterdiğim nesnelerin bazen Türkçe, bazen Kürtçe, bazen Zazaca, bazen de Arapça ismini söylüyorlar.
Buralarda, köyde ya da merkezdeki okullarda, anadilin bir çocuk üzerindeki etkisini daha iyi anlıyorsunuz. Ortaöğretim ve üniversite sınavlarda neden başarılı olamadıklarını sorguluyorsunuz. Benim öğrencilerim ve ben ve bizim gibiler, kendi anadilimizde eğitim görseydik Türkçe'yi daha iyi öğrenecektik. Sınavlarda başarı oranımız artacaktı. Ama anadillerden ideolojik olarak korkan devlet, bize bu hakkı çok gördü.
Bir Kürt öğretmen olarak öğrencilerime anadilde eğitim vermeyi çok arzularım. Bu işe bilimsel bakmak zorundayız, çift dilli eğitimin pedagojisi, formasyonu çok önemli. Bu coğrafyada yaşayan bireylerin kendi dilinde eğitim almalarını istiyorsak Avrupa'da çok dilli eğitim nasıl veriliyor, araştırıp, başarılı olmuş yöntemleri uygulamalıyız.
İlk ve ortaöğretimde Kürtçe ve Türkçe çift dilli eğitim verilebilir, çocuk sonra hangi dilde eğitimine devam etmek istiyorsa o dille eğitime devam eder.
Sorunu çözmek çok zor değil, yeter ki devlet ve uygulayıcılar bu çocuklarla empati kurabilsin, inkar yaklaşımından vazgeçsin. (SP/EÖ)
(*) Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) Diyarbakır Şube başkanı.