“ey! toprağın derisine dövmelenmiş cesetler
bilinmez tanrılara kurban edilmiş etler ve kemikler
suskunun çukuruna atılmış sözler
yakılmış kitapların kül rengi çocukları
sabrını tüketmiş mahşeri bekleyenler
karanlığın şekilsiz gölgeleri
…
ey! sese bürünmüş uyuyan
kalk ve susmayı öğret insana”
Karabaşımıza taşlar yağacak desem, biliyorum inanmazsınız. İnanmamakta da elbet haklısınız. Çünkü ne ben peygamber kelamı edenim, ne de siz mürit. Haklısınız tabii ki!
En haklısı da bu tuhaf ülkenin başbakanı, Recep Tayip Erdoğan. Dünya âlem 8 Mart Dünya Emekçiler Kadınlar Günü kutlamaları için hafta boyu seferber olmuşken o durduk yerde gitti memleketin Uşak’ında eteğindekileri ortaya boca etti.
Dedi ki; “ey memleketlilerim, en az üç çocuk yapın. Bakın benim dört evladım var. Şimdi diyorum ki keşke daha fazla olsaydı.”
Söylerdi! O bu koca ülkenin ancak darbelerle bu denli desteğine sahip olabilecek çoğunluk desteğine, neredeyse toplumun yarıya yakınının oyuyla sahip olmuş bir milliyetçi-mukaddesatçı-muhafazakâr muktedir.
Düşünüyorum da! Onun bu ortaya karışık boca edilmiş kelamını bir Kürt siyasetçi söyleseydi, acaba ne olurdu.
Sonuçlarını düşünmek dahi istemiyorum. Başlardı olanca terennüm! Kürde dair söylenmedik hiçbir namüsait söz kalmazdı geriye. “Ne Kürdün cehaleti” kalırdı söylenmedik. “Ne Kürdün bütün musibetlerin kaynağı olduğu” sözleri kalırdı geriye. Ne de Kürdün “saldım çayıra mevlam kayıra” muhabbetine gönderme yapılan vurguları kalırdı ortada.
Anında tepkisini sokağa boca eden yurdum insanının olanca “sivil” şahsiyetleri önce televizyon kanallarında en üst perdeden “Bir Kürt cahil-û cühelasının, bunca musibetin kaynağı, sahip çıkılamayacak kadar çok çocuk sahibi olunması” yönündeki “genel doğrulara” rağmen ettiği bu manasız sözü üzerine ahkâm kesilirdi.
Ertesi gün de olanca “sivillikleri” ile sözü ağzından boca eden Kürt şahsiyetine karşı protesto gösterileri yapılırdı. Maazallah bu sözü eden bir Kürt siyasetçi ya da parti başkanı filan ise yandım Allah hakkında “dava bile” açılabilirdi.
Allahtan ki bunların hiçbiri olmadı şükür!
“Muhafazakâr Demokrat” Başbakandı kelamı eden. Söyledi ve bir iki küçük etkisiz tepki ile yetinilip geçiştirildi.
İster istemez düşündüm. Yıllardır bu ülkede doğu coğrafyasının Kürt sakinlerinin “çok çocukluluğunu kafaya takan”, bu konuda kısırlaştırmaya varıncaya kadar projeler üreten “sivil toplum örgütleri” nerede? diye insan soramadan edemiyor:
Daha düne kadar Diyarbakır’da ve bölgede lise ve üniversite çağındaki kız çocuklarına “anneleriniz artık çocuk doğurmasın, ikna edici önlemler alınması için yardımcı olun, sonra da gelin bizden bursu kapın” şeklinde projeler üreten STK’ler nerede?
Sizi uluorta yere vuran bir başbakan var bu ülkede. Neredesiniz “daha çok çocuk isteyen” başbakanın sesi size geliyor mu? Yoksa bu ülkede nüfus ve aile planlaması sadece Kürt ana ve babalar için mi geçerli…
Duymazlar ve duymayacaklar.
Sadece moderniteden yana olanlar mı? Elbette değil. Tek başına başörtüsünü özgürlük gibi “yutturmaya” çalışanlar da dâhil, bu kervana. Kutsal inancınız adına size fetva veren lideriniz size ev kadınlığını ve daha çok çocuk doğur(t)mayı reva görüyor. Nerdesiniz ey “özgürlükçüler”. Hadi, “senin dediğin gibi değil sayın başbakan” deyin de endazenizi görelim.
Demeyecekler biliyorum. Demediler de! Çünkü dün başörtüsü için dini, referans gösterenler bugün de, aynı kitleye “daha çok çocuk doğurup evinizde oturun ve analık yapın” diyen(ler)dir.
Onlar, çocukları değil, asli görevi çocuk doğuran ve evde çocuk bakan, görev sınırlamasını salt “analık”ta gören anlayışı severler. Gerisi o çok bilinen ve slogan olan haliyle “teferruattır”.
Belki de bir şairden güne ve dile, denk düşendir.
“erkekliğim(in) en kalın yerinde
ruhuma saplanan kadın
boğ beni
bak
ucu kabîl’in sırtında sivriliyor bıçağın
taşı çıkar toprağın karnından
yılanı âzâd et
bu zehir söze aksın
çiğ kalsın adem’in çamuru
seni ben doğurdum
kaburgamdan bir kemik daha eksildi”** (ŞD/EZÖ)
**Mehmet OĞUZ. Sus / Kuyu / Su. Hayal Yayınları Ocak 2008. Ankara