İstiklal caddesine bağlanan Ağa Camii sokağındaki Havai Lostra Salonu, yetişkinliğe erdikten sonra ender de olsa uğradığım tek lostracı. Ne de olsa, Beyoğlu'nun küçük burjuvazisine ait bir aileden gelmem sebebiyle ayakkabılarımızın düzenli olarak evde boyanması, mümkünse Nuri Leflef marka cilayla özenli muameleye tabi tutulması abimle bana çocukluğumuzdan aşılanmış bir alışkanlık olarak geçerliliğini koruyor.
Azınlıkların parlak dönemlerini hortlatması bir yana, azgın kentsel mutenalaştırmayla kimliğini yitirmekte olan İstanbul'un kendine has semtlerinden Beyoğlu'ndaki Havai Lostra, imkânları çerçevesinde direnedursun, Saraybosna'daki tek sokak boyacısı Ramiz babasından devraldığı geleneği dirayetle sürdürüyor. New York'ta Don, Tokyo'da Yuya, La Paz'da Sylvia veya Toronto'da Vincent da lostracılık mesleğine sebatla bağlı insanlar.
Tümünün ve daha fazlasının hikâyesi Stacy Tenenbaum imzalı Shiners (Lostracılar) adlı belgeselde sevgi ve saygıyla aktarılıyor. Dünyanın en önemli belgesel festivallerinden Toronto'daki 2017 HotDocs'un programında yer almış olan yapım, kadınlara has hassasiyet ve incelikle seyircinin film kahramanlarıyla empati kurmasını kesinlikle sağlıyor. Sınıf ayrımcılığının toplumun ezilen kesimleri üzerindeki etkilerini irdelerken keyifli dakikalar yaşatmayı da başarıyor.
Muhabbet şart
Manhattan'ın en işlek caddelerinin birinde 15 senedir tutunan siyah Don, daha önce maaşlı işler yapmış bir kişi olduğu için lostracılığın kendisine hürrriyet duygusunu yaşattığını söylüyor.
Yoldan geçenlerin dikkatini çekmek için onlara laf atan, hatta flört eden Don, kimsenin kimseye dikkat etmediği kent yaşamında insani ilişkiler kurmayı unuttuğumuzu hatırlatıyor. İşi büyüterek bir süre sonra potansiyel müşterilerine megafonla seslenmeye başlayan sempatik kahramanımızın muhabbetine doyum olmuyor.
La Paz'da yüzlerinde kar maskeleriyle hizmet veren lostracılardan Balloo ayrımcılığa tabi tutulduklarını, yüzlerinin gizlenmesi yüzünden hırsız, kapkaççı, dolandırıcı muamelesi gördüklerini anlatıyor. Oysa bazıları üniversitede okuduğundan sınıf arkadaşları tarafından tanınmamak veya ailesinden habersiz, lostracılığı sürdürebilmek için bu çareye başvurmuş durumda: "Haydut değiliz!"
La Paz'ın sokak boyacılarından yüzü açık Sylvia, verdiği hizmetin erkeklere göre daha özenli olduğuna dair iltifatlar alıyor. Sabahları, biri yanındaki sepette duran bebeği olmak üzere iki çocuğuyla mesleğini icra ediyor. Daha sonra kocası diğer iki çocuğu okuldan alıp annelerine teslim ediyor ve Sylvia akşam saat altıya kadar 4 çocuğuyla sokakta hayat mücadelesine devam ediyor. Bolivya'nın başkentinde lostracıların üye olduğu, mesleğin zorluklarıyla başetmelerini sağlayan bir dernek bile var.
Ekolojik müdahale olarak lostracılık
Tokyolu Yuya adeta bir çay seremonisi haline getirdiği ayakkabı boyacılığını aşağılanan bir meslek olmaktan çıkarma çabası içinde. Çıplak parmakları veya küçük bir bez parçasıyla temas halinde olduğu ayakkabıların sahipleri nazik lostracıya hürmette kusur etmiyor.
Kıvrak belgeselci Tenenbaum Japonya'daki sokak röportajlarında, tüketim toplumunda insanların ayakkabılarıyla geleneksel anlamda ilgilenmediklerini ortaya çıkarıyor: "Ortalama bir sene kullanıyorum, eskiyince atıp yenisini alıyorum" gibi cümleler sarfedenler çoğunlukta.
İdealist lostracı Yuya kullan-at zihniyetinin kapitalizme nasıl hizmet ettiğini anımsatırken, eşyalarımıza değer verip, özen ve alaka göstererek her birimizin ekolojik mücadeleye katkıda bulunmamız gerektiğini belirtiyor.
Bosnalı Ramiz
Saraybosna'nın unutulmayan sokak boyacısı Hasan Hüseyin'in oğlu Ramiz'i, babasının anısını yaşatmaya çalışırken görüyoruz. Savaş sırasında bile kentin ateş altındaki sokaklarında mesleğini sebat ve inatla icra etmiş olan Hasan Hüseyin bunu bir direniş hareketi olarak gerçekleştirmiş.
Yüzünden eksik etmediği gülümsemesiyle cesaretin, dirayetin ve ümidin ta kendisi olmuş, korku çemberinin ancak böyle yırtılabileceğini savunmuş; günümüzde hâlâ hatırlanıyor olmasının sebebi bu.
Eskiden Saraybosna'da her sokak başında bir boyacının olduğunu ifade eden Ramiz, babasından devraldığı cevheri muhafaza etmeye uğraşıyor.
Kanada 2017 yapımı 78 dakikalık belgeselde, alkolizmi atlattıktan sonra lostracılığın kendisini hayata bağladığını belirten New Yorklu avukat Nick'ten, yine New Yorklu Kevin ve kızkardeşlerine veya hip bir berber salonunda zanaatını icra eden Torontolu Vincent'a, geniş ama eklektik bir lostracı spektrumuyla karşı karşıya kalıyor, yalnız meslek hakkında değil, bilhassa sosyal katmanlar hakkında düşünmeye sevkediliyoruz.
Yukarıdakilerle aşağıdakiler
Hizmet alanın yukarıda, hizmeti verenin aşağıda olduğu bir meslek olarak lostracılık fiziksel olarak bile seviye farklılığı içeriyor. Müşteri ister istemez boyacıya yukarıdan bakmak durumunda, boyacı da genelde ayak seviyesinden hizmet verdiği kişiye; bu da kaçınılmaz olarak bir iktidar/kul dinamiği yaratıyor.
Üstelik kundura genellikle kirlilikle özdeşleşen sokaklarda yürürken yere değen, hijyenik açıdan tehlikeli bir giyim eşyası.
Oysa toplumsal yaşam kodlarında, en azından belirli bir süre öncesine kadar ayakkabı, bir insanın kendisine olan saygısıyla orantılı olarak giyime gösterdiği itinayı, statüsünü, toplum içindeki saygınlığını eleveren en önemli işaretlerden biriydi: Özenle seçilen, üzerine titrenilen, muntazaman boyanan ve cilalanan evladiyelik kunduralar. Estetik olması beklenen, genel moda akımlarına uygun, ama fazla da dikkat çekmemesi gereken…
Kahramanlarımız lostracılıktan kesinlikle şikâyetçi değiller, bazılarının tek dileği birçok diğer meslek erbabı gibi saygı görmek, eşit muamele görmek.
Ne de olsa insanlar arasındaki ilişkiler gittikçe soğumakta, birbirimize temas ettiğimiz dinamikler azalmakta. Dolaylı olarak da olsa lostracının parmaklarının enerjisini ayaklarımızda hissederken, belki de fetişizm seviyesinde, ne kadar yüce bir görev ifa ettiğini idrak etmemiz gerekmez mi?
Lostracılık deyip geçme!
Kundura boyacıları tevazu konusunda adeta ders verirken, kendilerine sadece bir insan olarak bakmak, en azından karşılıklı geçirilen bu kısa ama samimi anları değerlendirmek üzere bile iletişim kurmak gerektiğini hatırlatıyorlar. İnhibisyonlarımız yüzünden belki asla yapamayacağımız bir mesleğe hakkını teslim etmek lazım gibi geliyor bana.
Tokyolu Yuya'nın dediği gibi: "Günümüzde insanlar şehrin sokaklarında yürürken genelde yere bakıyorlar (ya da telefonlarına!), oysa ayakkabısını boyatıp cilalattıktan sonra yüzünü havaya kaldırarak gururla yürüyenlerini çok gördüm!"
Yönetmen Tenenbaum dünyanın çeşitli kentlerinde kahramanlarını kamerayla görüntülerken turistik veya egzotik bir film çekmekten sakınıyor. Çeşit çeşit detayla bizi lostracıların özel dünyasına dahil ediyor, felsefi, psikolojik ve sosyolojik açıdan meseleye nasıl bakmamız gerektiğine dair telkinde bulunurken, duygularımızı sömürmemeye elinden geldiğince itina gösteriyor, sınıf ayrımcılığının çoktan sona ermiş olması gereken yaşlı gezegenimizde. (MT/NV)