Adanın sokaklarında resmen elimi kolumu sallayarak yürüyorum; endamım katiyen bir askeri değil, belki daha çok bir atleti, hatta bir baleti çağrıştırıyor. Herhangi bir bavul, hatta naylon torba bile taşımadığımın da altını çizerek belirtmem lazım. Çünkü karşıdan gelmekte olan şahsa neşeli bir "Merhaba!" ile selam verdiğimde onun "Kolay gelsin!" temennisiyle karşılaşınca acaba meşakkatli bir vaziyet içinde mi görünüyorum gibi düşünceler alıyor beni.
Adadaki yeni toplu ulaşım araçlarına, taksilere ve Yuki'lere binmeyip (düz yolda) yürüdüğüm için mi "Kolay gelsin"? (Hâlbuki o anda kendisi de yaya!)
Ada gibi mahrumiyet bölgesi olabilen daracık bir alanda, şehirden gelenlerin gözüyle klostrofobik bir yaşam sürdüğüm için mi "Kolay gelsin?"
Nefes alıp verdiğim, yoksa sadece var olduğum için mi "Kolay gelsin?"
Artık sık sık maruz kaldığım bu garip dinamik, baharda yeşile bürünüp bin bir türlü çiçekle süslenmiş arkadaşımın bahçesinin tam ortasında, resmen bir korkuluk gibi dururken de tekrarlandı.
Sokaktan geçmekte olan bir çift beni gayet net görüyor olmasına rağmen "Merhaba"ma sanki bir işle meşgulmüşüm gibi "Kolay gelsin!" ile cevap verdi.
O zaman bunun artık ender olarak indiğim şehirde türemiş yeni bir moda olduğunu düşünmeye başladım. Hiç televizyon seyretmediğim için bilmediğim, belki popüler olmuş bir dizi karakterinin veya siyasetçinin halkımıza sevdirdiği, içi boşaltılmış kavramlardan bir yenisi olabilirdi.
Ama ben böyle yaşamaya devam edemezdim. Artık kronikleşmeye başlayan durum bir kez daha vuku bulduğunda gittikçe yükselen bir ses tonuyla: "Ben şu anda hiçbir şeyle uğraşmıyorum, tembelin önde gideniyim, gayet sağlıklı bir bedene sahibim, yürürken hiç mi hiç yorulmuyorum, yürümekten ve avarelikten çok memnunum. Oysa siz bana 'Kolay gelsin!' dediğinizde emeğe saygısızlık ediyorsunuz. Güneşin alnında, kan ter içinde tam da şurada kat kat kara asfaltı kazan bir adam görseniz ona ne diyeceksiniz bu durumda? Dilinize pelesenk olmuş bu ifadeyi nereden buldunuz?
Yoksa siz muhtelif senaryo yazarlarının tesiri altında ne dediğini bilmez bir millete mi dönüştünüz?"...
Galiçya başkadır...
Galiçya'nın okyanus kıyısındaki bir balıkçı köyünde, sabahın köründe uyanıp sahildeki çamur, kum veya çakıl örtüsünün altında küçük de olsa kazma, kürek veya tırmıkla kum midyesi, tarak veya solucan toplamaya çalışan kadınlara canı gönülden bir "Kolay gele!" o kadar yerinde olurdu ki!
Gittikçe kirlenen ve aşırı avlanmaktan adeta kurumuş okyanusta balıkçılık yapan eşleri, oğulları veya babalarına da ümitsiz bir "Rast gele!"
Çeşitli yaşlardaki kadınlar medcezrin seyrine paralel olarak sahilde muhtelif okyanus mahsullerini toplama âdetini anaerkil bir düzende asırlardır yürütüyorlar. Uzun plastik eldivenler ve su geçirmez yüksek çizmeler revaçta.
Bedenleri sık sık eğilip kalkıyor, bazen daha derine, bazen daha uzağa doğru geriliyor. Bu işi yapabilmek için sağlıklı olmaları lazım; aynı zamanda sağlıklarını belki de bu faaliyete borçlular.
Her şeyden önce güçlü ellere ve kollara sahipler; "tuttuğunu koparır" bir imaj sergiledikleri kesin.
Bazısı toplayıcılığı bir obsesyon şeklinde yürüttüğünü, bu faaliyetin adeta varoluşunu anlamlandırdığını belirtiyor.
Güneşin tesiri fazlasıyla hissedilmeye başlayınca ceplerden çıkarılan renkli mendiller baş örtüsü haline getiriliyor.
Bölgeye has Galiçya lehçesinde, yüksek sesle sohbetler ediliyor, dedikodu yapılıyor, espriler patlatılıyor... Sigara, dinlenmek ve gevşemek için ideal!
Bu arada dibe takılıp sualtı hayatını baltalamakta olan koca bir ağı bin bir zahmetle çıkarmaktan da asla gocunmuyorlar. Genel mıntıka temizliği de kadınların yan faaliyetleri arasında, fakat okyanusun gittikçe artan verimsizliği herkese dert olmuş durumda.
Şirin belgesel
Yönetmenliğini, sinematografisini ve montajını Diana Toucedo'nun üstlendiği 26 dakikalık kısa film, İspanya'nın kuzeybatısının atmosferini seyirciye mütevazı bir tavırla aktarıyor.
"Tortusu gözlerimizde dövme" (Tatuado Nos Ollos Levamos O Pouso/Tattoed on our eyes we carry the aftertaste) adlı belgesel, izlenimsel ve şiirsel çözümlemelerle seyircinin merakını çeliyor, küçük ama tatlı müzikal dokunuşlar ve asgari miktarda animasyonla kendine has evrenini tamamlıyor.
Filmin dünya prömiyeri Nisan ayında İsviçre'nin Nyon kasabasındaki Visions du Réel'de gerçekleşti.
Belgeselde şehrin harala gürelesinden uzak, geleneksel balıkçı köyü ritminin şefkati, vintaj ve nostalji duygusu veren grenli görüntülerle katmerleniyor, medcezrin büyüsü asgari ölçüde de olsa seyirciyi tesir altında bırakıyor.
İspanya'nın Portekiz'le komşu coğrafyasında Galiçya'nın kendine has lehçesinin kulakları okşayan tınısı da cabası!
Ülkenin medarıiftiharı, eski futbolcu Julio Iglesias'ın dünya çapında ilk tanındığı şarkı, babasının memleketi hakkında Galiçya lehçesinde söylediği "Un canto a Galicia"yı da bu vesileyle anmadan edemeyeceğim!
Adaya dönmek gerekirse, İstanbul'un Prens Adalarının geleneksel adabına uygun olarak tanımadığım insanlara inatla savurduğum "Merhaba"larıma karşılık "Kolay gelsin!"ler ne yazık ki şimdilik bitmeyecek gibi. Tepki olarak formüle ettiğim agresif diskurlarım bazen kahkahalar ve tasdik sözleriyle, bazen de aksi tesirle karşılandı; fakat ben bu yeni ifade biçiminin altında yatan sebepleri hâlâ çözemedim...
(MT/AÖ)