Ahmed Arif çağlar sonrasına da kalacak olan “Havva anan dünkü çocuk sayılır / Anadoluyum ben tanıyor musun” dizelerini boşuna mı yazmıştı sahi! Boşuna olmadığını her kültürel ve tarihi mirasla ilk kez ya da bir daha yüzleştiğimizde yeniden fark ediyoruz neleri tanımamız gerektiğini!
Yakın günlerde şehre (Diyarbakır) yakın sayılabilecek bir kaç mekâna iki gün peşpeşe iki fotoğrafçı arkadaşımla merhaba ettik.
İlk durak Eğil yolu üzerindeki hayli derin bir vadi üzerinden Dicle Nehri’nin kollarından birinin neredeyse bir çeyrek bölümü açık daire şeklinde akıp gelerek menderes çizdiği yeri yukarıdan kuşbakışı gören yükseltiydi. Karşıda Salman Kalesi ve yamaçta Kaya Mezarları ve mağaralar. Sağ yamacın ardında kadim Roma Yoluna doğru uzayıp giden Tılham bölgesi. Ve hemen durduğumuz yerde geçmişte sadece yüzey araştırma kazısı yapılıp yüzeye yakın kalıntıların ortaya çıkarılıp öylece bırakıldığı zirvede bir ören yeri. Biraz doğayla haşır neşir olup birkaç kare fotoğraf çekip ayrılırken ellerinde mangalları ve poşetleriyle yeni sakinler, iftarlarını orada açmak için sökün eylediler. ‘Bari daha önce gelip gidenler gibi atıklarınızı orda bırakmayasınız’ sözümüze; “yok abi biz atıklarımızı toplayıp orda yakarak öyle ayrılıyoruz” dediler. Doğruladılar, çünkü orda geçmişten kalan epey yanık atık vardı. Hatta yanık olmayan da! Ayrıldık...
Dönüş yolunda Diyarbakır Eğil’in devasa kaya kütlelerinden oluşan şekilli peri bacaları görüntülü mekânı vardı sırada. Önünde kır kahveli, düğün-dernek-şölen amaçlı bir kapalı ve açık alan salonlu “tesis” vardı. Açılışı pandemi sonrasına bırakılmış.
En görkemli kaya oyuğunun üzerinden siyah bir hortum salınarak suni şelale ve çakıl taşları ile çimento karşımından kitsch bir su yolu yapmışlardı.
Çıktım mağara oyuğunun üzerine ve yanlara açılı iki penceresine baktım. Sonra orta yerdeki karnı geniş ağzı daha dar ve yuvarlak oyuğun hemen yanına oturuverip bacaklarımı içine sarkıttım. Yörenin sakinleri oyuğa “biz buna tandır” diyoruz dediler. Dilimiz döndüğünce eskilerin tabiriyle ‘mehsere (üzüm ezme oyuğu) ‘olmasın’ deyince “olabilir” dediler. Malum Eğil ve çevresinin üzümü çok ünlüdür. Hazır oyuğun içine bacaklarımı sallayıp oturmuşken; “tandır isen yak, mahsere isen sarhoş et beni” dedim, ikisi de olmadı.
Ertesi gün bu kez yüzümüz şehrin (Diyarbakır) yakınındaki bir başka ilçe ve mekânlarıydı. Hanî ilçesine sekiz kilometre uzaklıktaki Aynkebir şelale ve su kaynağına vardık. Bir vadinin içinde hem yerden kaynayan hem de kayaların üzerinden kaya havuzuna dökülen buz gibi bir su kaynağı. Hikayeye göre ilçe adını burdan alıyor. Hıynê, Kürtçe’nin Zazaki lehçesinde çeşme, su gözesi demek. Kadim eski su gözesi Aynkebir. Şelale’nin önüne toprak yığıp bent yapmış ve akış yönünü değiştirip dere yatağına vermişler suyu. Kaya oyuğundan havuzun çevresi de maalesef günübirlikçilerin kirletme hışmına uğramış.
Döndük ve Hanî’den neredeyse daha büyük köyü, Nêrib’e çevirdik yüzümüzü. Geçmişi en az üç bin yıllık bir köy, yanıbaşında kıvrılarak tırmanılan ve yolu Diyarbakır Büyükşehir belediyesince kilit taşla döşenmiş Piraziz Dağı ve dağın zirvesinde Piraziz türbesi. Yanıbaşındaki yamaçlarda taze peynir eritilirken içine konan peynir otu ve yüzü yere dönük turuncu ters laleler. Organik ve kendiliğinden topraktan kayaların arasından bitivermişler. Bir de su sondaj makinası çalışıyor. İki yüz metreye inmişler henüz sudan eser yok. Sondaj pompasından çıkan beyaz çamurlu su boruyla yamaçtan aşağı akıyor. Ziyarete gelenler “şifa niyetine” ters laleleri koparıyor karışan, eden yok. Oysa Hani Belediyesi ilçenin girişine kocaman ışıklı ters lale simgesini ne diye koymuş ki, koruyamayacak ise!
Dönüş yolunda Hanî’ye iki kilometre uzaklıktaki Aynqaris su kaynağının üzerine yapılmış havuza uğradık. Aynqaris suyunun sarılık hastalığına iyi geldiğine inanılıyor. Hem çeşmesinden içiliyor hem de havuza girilip yıkanıyor. Yanıbaşındaki koca ağaç kurumuş, havuzun içi ve çevresi çöp yığını doluydu.
Döndük, yol boyu doğal, göz alabildiğine yeşillik yol arkadaşlığı etti bize. Yol üzerinde iki genç çoban taze topladıkları çağla badem ikram ettiler.
İlettik hâl û ahvalî makam mevki sahiplerine.
Biz yüzleştik gerçekliğimizle her zaman olduğu gibi. Ya farkında olması gerekenler! (ŞD/AS)