Büyüklerimiz söylüyor bu devirde iş sahibi olmak da, işsiz kalmak da zor. Nüfus bilgilerimiz açıklanmış, memleketin yarısı gençlerden oluşuyor. Kalifiye eleman bulmak da eskisi kadar zor değil.
Artık kaçınılmaz olarak, yeni kuşak için çıtayı aşmanın yolu "gavur" memleketleri solumaktan geçiyor. Aileler tembihliyor çocuklarını "Aman evladım, dikkat et, bir işsiz kalırsan aylarca oturursun evde, devir kötü" diye. Haklılar da, devir kötü.
Dört senedir kültür-sanat alanına emek veren biri olarak gördüm ki, "Hadi hayatımda bir değişiklik yapayım" desen, kuvvetle muhtemel bu değişikliklerin en büyüğü işsizlikten daralan bünyede olacak.
Sektörü parası olan kuşatmış
2010’un müstakbel, Türkiye’nin yıllardır kültür-sanat başkenti olan İstanbul’da bu alanda çalışmak isteyene pek iş yok. Alan belli başlı -parası olan- aktörler tarafından kuşatılmış; husumet dolu, hassas kantar ilişkileri, kurumlar arası geçişkenliği de nerdeyse imkansız kılıyor.
Üzerimizdeki görünmez etiketlerde yazan "şunun adamı" ibaresi, başka kapılardan girişimizi engelliyor.
Öyleyse "Böylesine canlı bir kültür hayatı nasıl oluyor bu kentin" diyeceksiniz; "Köşe kapanlar ve bir de kendi cebinden harcadığı paralarla iş yapanların sayesinde" diye açıklayacağım ben de.
Evet, bizim alanda kolay kolay iş olmadığı gibi üç-beş kişi dışında kalana para da yok. Karın tokluğuna gündüzünüzü gecenizi verdiğiniz işlerde yükselme şansınız büyük kurumlarda yapısal değişikliklerin kaplumbağa hızıyla yarışmasından, bireysel girişimlerdeyse kurucunun yerini alamayacağınızdan pek mümkün olmuyor.
Paranız yoksa sektörde sığınmacısınız...
Sonuçta yaşıtlarınız başka sektörlerde alıp başını yürürken, siz hâlâ sığınmacı olarak yaşıyorsunuz. Ve genelde paranız olmadığından, her etkinliğe de davetiye isteyemediğinizden üretilen işlerin birçoğunu da kaçırıyorsunuz.
Büyük insan kaynakları sitelerinde dahi "kültür-sanat" diye arayınca karşılaştığınız en iyi iş, bir sinemada gişe görevlisi olmak. Bu da aslında önemli bir gösterge, sektör hâlâ öylesine küçük ki, eleman alınacağı zaman tanıdıklara başvuruluyor. Tanıdığın yoksa hiç şansın yok, doğru yerlerde tanıdığın yoksa da şansın yok.
Peki niye bu kadar parlak ve genç insan geleceğini bu alan üzerine inşa ediyor? Gidip gül gibi işleyen, insan kaynakları sitelerinde binlerce ilanı bulunan sektörlerden birine girmiyor da, tüm güçlüklerine rağmen burada ısrarcı oluyor?
Sanat sevgimizin ötesinde bu alanın gelişmesini, üretilen işler anlamında çeşitliliğin artmasını, fırsat eşitliğinin sağlanmasını istememiz; kültür-sanat tüketmenin bir lüksten öte, ihtiyaç olduğuna dair inancımız sektördeki varlığımızı nedenleyebilir mesela.
Ve, evet en klişe haliyle sanat ruhun gıdası ya, daha iyi bir gelecek istememizden de olabilir.
Eğer sanatta büyüyorsak bu sanatçıların sevdasından
Alanın büyüyebilmesi için, sektörün bir avuç çalışanının birbirinin kuyusunu kazması değil birbirine destek olması gerekiyor ve sanatın işlevinin de statü sevdasından bir adım öteye taşınması.
Bunun içinde yapılması gerekenleri genç kuşağın sahiplendiğini mutlulukla söyleyebilirim. Patronların "adamı" olmamayı seçerek, kurumlar arasındaki husumetleri, bireysel işbirlikleriyle aşarak alanı genişletmek adına atılan adımlar belki bugün için küçük ama yarın için büyük önem taşıyor olacak.
Ülkece çok sevdiğimiz "varmış gibi" yapma oyunundan, bu aydın kesimler sıkılıp statükoyu kendi lehine kullanmaktan vazgeçse, her gece kara kaplı defterinde "kim kimin adamı" hesabını yapmasa, kültür-sanatın toplumsal bir etki yaratma şansı artar.
Belki onlar egolarından bir parçayı bırakmak zorunda kalırlar; ama gençlere iş sağlamanın yanında memlekete de hizmet etmiş olurlar. (EK/GG)