Türkiye, Suriye havasahası içinde suçuştü yakalanmış ve cezasını bulmuştur.
Şimdi "Kükreyen Türkiye" iki şeyin peşinde.
Birincisi, neden olduğu duruma bahaneler uydurmaya çabalıyor; "çevir kazı yanmasın" komikliği içinde sahte uzmanların psikolojik savaşına sığınıyor; "burnundan kıl aldırmadan" "Türkün Türk'e propagandası" ile halkı dolandırmaya çalışıyor, ortalığı velveleye veriyor, NATO'yu toplantıya çağırıyor, savaş naraları atıyor, yani kükrüyor.
İkincisi, alışık olduğu ve uzun süredir sürdürdüğü kışkırtmadan sonuç çıkartmaya çalışıp savaş çığırtkanlığını ayyuka çıkartıyor, provokasyonlarına kalıcı bir bahane bulmanın hazzını kusuyor, yani kükrüyor.
Böyle aslancıkların boşa kükrediğini elbette biliyoruz...
Savaş çağrıları
Yine de durumun ciddi bir analizini yapmak gerek. Gerek, çünkü cahil profesörler, sahte uzmanlar, kulağı kesik psikolojik savaş uzmanları, maaşlı gazeteciler televizyon ekranlarında, gazete sütunlarında yalan yanlış yorum kirliliğiyle ortamı zehirlemekteler.
Örneğin, geçen gün, bunlardan biri, bir profesör, Suriye'yi, Türk savaş uçağını "önceden ikaz etmeden, onunla telsiz teması kurmadan, yanlış rotada seyrettiğine dair uyarıda bulunmadan, onu Suriye havasahası dışına çıkartmak için refakat ederek yardımda bulunmadan ya da en yakın havaalanına inişe geçmesini sağlamadan vurması"nı uluslararası hukukun ihlali olarak niteledi.
Yanındaki "uzman" da "aynen hocamın dediği gibi" diyerek cehalete peşrev çekerken spiker hanım kızımız da yılışık sırıtmasıyla tabloyu tamamlayıverdi. Uzman profesör, bir de "çay kahve ısmarlamalıydılar" deseydi komedi tamamlanmış olacaktı... Tabii muazzam analizinin ardından profesörümüz de, uzmanımız da kükredi. Kükremek ne demek, onlar da alenen savaş çağrısında bulundular.
Militarizme hizmeti kariyer yolu yapan profesör cehaletinden, "uzman" ise görev kağıdından, TV kanalı da hinliğinden böyle bir tablo çizdiler ve kuşkusuz Türk halkını büyük ölçüde ikna ettiler.
Dışarıda ise, Türkiye'ye ya kıs kıs ya da aleni kahkahalarla gülüyor elalem. Ne de olsa komik kükreyen aslancık...
Uluslararası hukukun gözüyle
Uluslararası hukuk, bu tür konularda önce temel bir ayrım yapar: Havasahası ihlaline konu olan uçakları "sivil" ve "devlet" (State), yani (askeri) olmak üzere ikiye ayırır.
"Sivil" kategorisine örneğin askeri de olsa ambulans uçaklarını filan da ekleyebilirsiniz belirli durumlarda. "Sivil" uçaklardan kastedilense örneğin sivilleri taşıyan ticari havayollarına ait yolcu uçaklarıdır. Bunların havasahasına girdikleri durumlarda, sayın profesörümüzün dediği kadar, "çay-kahve ikramı" olmasa da, belirli uyarılar, refakat ederek yasal rotasına döndürmek ya da ateş etmeden inişe zorlamak beklenir.
Ne var ki, uluslararası hukukta, iki şey mutlaktır: hava sahasında egemenlik ve askeri uçakların hedef olması. Buralarda öyle "çay-kahve ikramı" olmaz ve savaş kuralları geçerlidir.
Yine de, esneklik payları yok değildir. Gerçekten de, pek çok bu türden olayda, ihlalde bulunan jetler vurulmaz ve olayın üstü örtülür ya da diplomasiye havale edilir. Elbette bunun şartları vardır.
Devletler hukukunda, bu konuda, iki temel kavram öne çıkar: "zaman" ve "koşullar." Yani, zaman, zemin ve koşullar uygun olursa, şiddetten imtina edilebilir.
Savaş uçağının anlamı
Türk uçağının uçtuğu yerde, Cumhurbaşkanı Gül'ün altını çizdiği "jet hızı" dışında, mesafelerin görece kısalığı ve stratejik noktaların, örneğin hava üslerinin, askeri limanların, askeri hareketliliğin, vb. varlığı "zaman" meselesini, ne yazık ki, profesörümüzün istediği "çay-kahve ikramı"na olanak tanımayacak bir "kritik eşikte" tutuyor.
Bir iç savaş yaşamakta olan Suriye topraklarının özellikle de bu kesimindeki "koşullar" ise malum; Türkiye, aylardır Suriye'ye karşı organize bir kışkırtıcılığın başını çekiyor, isyancıları barındırıyor, onlara silah sağlıyor, açıktan Suriye rejimine karşı savaş açmış durumda ve emperyalizmin saldırısında koçbaşı görevini üstlenmiş halde canhıraş çırpınıp duruyor. Böyle bir durumdaki bir ülkenin "sivil" uçakları dahi şüphe konusudur ve hedef durumunda kabul edilebilirler.
Herkes biliyor ki, Türkiye ile Suriye bağlamındaki "koşullar" son derece ciddi, hassas ve kırılgandır. Böyle bir durumda, bizim naçiz profesörün kendisine bile Suriye'den "çay-kahve ikramı" herhalde sözkonusu olamaz. Bir savaş uçağı ise, böyle bir durumda her yerde ve her zaman, tek bir anlam ifade edebilir: Saldırı, kışkırtma, risk, husumet, ölümcül tehlike... Devletler kükreyen aslancıklarla oyun oynamazlar.
Rus ruletinde taraflar
İşin özeti şu: Suriye rejimi, kendisine karşı oluşmuş emperyalist zincirin en zayıf halkasını tespit etmiş ve cüretkar Türkiye'ye dersini vermiştir. O rejim de, halkını ezen kulağı kesik bir dikta rejimidir ve bu işlerde uzmandır.
Üstelik Türkiye'nin arkasında Amerikan "aklı" varsa, onun da gerisinde ipleri eline geçirmiş Rus kuklacı vardır. Bir ipte iki cambaz oynadığında da işte böyle sonuçlar çıkar ortaya.
Bu ölümcül "Rus ruleti"nde iki taraf da şimdi kazançlarını tahkim etmek peşindedirler.
Suriye rejimi, kazandığını sandığı psikolojik üstünlüğü halkına karşı kullanmaya kalkacaktır kuşkusuz. Bu arada daha alttan alma lüksüne de sahiptir ve böyle de davranmaktadır.
Kendi tuzağına düşen aslancık
Ruslarla Batılılar "tavşana kaç tazıya tut" oyununu oynarken kükreyen figüran Türkiye ise, Erdoğan'ın açıkladığı "önleyici darbe-savaş" (preventive strike-war) numarasıyla Suriye'ye karşı daha kalıcı bir kışkırtıcı bahane bulmanın hararetiyle oyalanacak ve bu arada çok kolaylıkla "milli hislerini galeyana getirebildiği" halkını yeni gündem peşinde dolandırıp duracak, arada oluşan puslu hava içinde Kürt'e vurkaçın da yeni bir zeminini oluşturmaya koyulacaktır.
Yine de, Türkiye ofsayta düşmüştür ve sadece boş gürültü çıkartmaktadır...
Kısacası, kendi tuzağına düşen aslancık kükremektedir.
Acı çığlık veya aslancık kükremesi
Erdoğan'ın açıkladığı ve buram buram evlat Bush ve neo-con Rumsfeld kokan "önleyici angajman" ise, ABD emperyalizminin bile boyunu aşmış ve tam bir fiyaskoyla tarihin hurdalığına terkedilmişken Türkiye'nin bu gidişinin sonunu tahmin edebiliriz.
Türkiye ya çılgınca bir kör kuyuya dalacak ve onu oradan kimse kurtaramayacaktır ya da çaresizliğin bu hamasi hezeyanı Türk halkına "büyük devlet" davranışı olarak satışa sunulacaktır. Yani, ya acı bir çığlığa dönüşecek ya da bir aslancık kükremesi olarak kalacaktır.
Emperyalizmin piyonlarının kaçınılmaz halidir bu.
Filler ve çimen
Bütün bunlar, ayrıca, yeni Ortadoğu'da ayağa kalkmış halklara karşı mevzilenmeye, kendilerini tahkim etmeye, mezarlık sessizliğinde iç disiplin sağlamaya koyulmuş zalim rejimlerle durumdan vazife çıkartıp güçlendirdiği işbirlikçilik zemininde her şeyi talana yönelmiş emperyalist haydutların ortaklığının ne denli gözü kara, ne denli hain, ne denli tehlikeli olduğunu da açıkça göstermektedir.
"Filler tepişirken çimenlerin ezilmesi" gibi Baasçılıktan Türk militarizmine, Batı emperyalizminden Rus-Çin kaba oportünizmine, örgütlü savaş makinaları çatışırken birbirlerine düşmanlaştırılmış/kandırılmış halklar kimvurduya gitmektedir.
Kimi emperyalizmin peşine düşmüş ondan kurtuluş beklemekte, kimi zalim rejimlerin arkasında şovenizmin ve militarizmin vurucu gücü olmaya soyunmuş ölmeye, öldürmeye hazır, kimi de Kürtler gibi dörtbir yandan kuşatılmış ateşe atılmak üzere... (HG/YY)