Şehirlerin şehrinde doğup büyümüş ve ömrünün büyük kısmını orada geçirmiş olmasına rağmen gençliğinden beri yazlıkçısı olduğu Burgaz adasına gömülmek istiyordu.
Takriben 20 sene önce vefat etmiş kocasını neredeyse unutmuş, şehirde onun yanına gömülme isteğini zaten hiç ifade etmemişti.
Yaşı itibarıyla senelerden beri beklenen vefatı gerçekleşince adanın merkez kilisesi Ayios İoannis'te cenaze ayini düzenlendi. Mevsim kış olmasına rağmen tören epeyce kalabalıktı.
Fakat adanın kısıtlı ulaşım imkânları düşünülünce, Burgaz'ın Hristos tepesinde olan mezarlığa nasıl çıkılacaktı?
Cenazeye katılanların imdadına adanın yük taşıyan kamyonu, bazılarına ise polis arabası yetişti.
İnsanlar yürüme alışkanlıklarını çoktan yitirmiş, nispeten dik bir rampadan yukarı, takriben birkaç yüz metrelik mesafeyi kas gücüyle aşacak sanki kimse kalmamıştı.
Mevsimlik işçiler gibi istiflenmiş şekilde insanları taşıyan kamyon tozu dumana katarak, egzosundan çıkan kara dumanları havaya saçarak tepeye nispeten kısa zamanda ulaşmıştı.
Anneannemi birkaç gün önce görüp yerleştiğim yurtdışına yeni döndüğümden bu dinamiğe şahsen şahit olamamıştım. Fakat bana bu ayrıntıları anlatan, Yunanistan'dan bilhassa cenazeye katılmak için adaya giden teyzem oldu: "Böyle bir hadiseyi nasıl kaçırırsın? İnanılmazdı!" demişti bana.
Gözlemci ruhunun tecrübesiyle cenazeyi aktardığında aklıma Fellini, Forman veya Kusturica filmlerinin bazı karnavalesk sahneleri gelmişti.
Fakat orada bulunup adanın ruhuna, motorlu araca binmek suretiyle kendimce ihanet etmek zorunda kalmadığıma da sevinmiştim...
Kıyaslamak belki abes kaçabilir, fakat Büyükada'daki Ayios Yeoryios manastırı misali, zahmet ederek kavuşulması gereken Zarvanytsia ruhani merkezine ulaşmak üzere insanlar yedi gün boyunca yürüyor.
Ukrayna'nın "Yeni Kudüs" olarak reklamını yaptığı merkezin mucizelere kadir olduğu söylendiği gibi Hıristiyan dünyasında dinî turizmin odakları Portekiz'deki Fatima, Polonya'daki Częstochowa ve Fransa'daki Lourdes'la yarıştığı ima ediliyor.
Ukrayna merkezli gerçekleşen Docudays UA 2020'nin programında yer almış olan New Jerusalem (Yeni Kudüs) başlıklı belgesel seyirciyi epeyce zorluyor.
İki genç erkek yönetmen, Yarema Malashchuk ve Roman Himey'in elinden çıkma Ukrayna yapımı belgesel mevzuya soğukça yaklaşıp tarafını fazla belli etmemeye çabalıyor sanki...
Gel de inanma!
Klasik bir hac manzarasıyla karşı karşıya olduğumuz kesin. Dinî kortejlere koro halinde söylenen ilahiler eşlik ediyor, katılımcılar birbirlerine mucizevi anekdotları heyecanla aktarıyor, ikonalar, kutsal kitaplar yüceltilip peş peşe öpülüyor...
Gündüz boyunca dirayetle yürünüyor, geceleri bazen çadırda, bazen konaklama tesislerinde dinleniliyor.
Fakat işin medyatik tarafı da çok mühim. Belgeselin adeta bel kemiğini oluşturan bir fotoğrafçının faaliyeti sayesinde kameralara poz vermenin, facebookta yer almanın çağımızda ne kadar vazgeçilmez olduğu teyit ediliyor.
Bu arada kutsal mekânlara gösterilmesi beklenen hürmet, cep telefonları mütemadiyen kullanılarak yok sayılıyor.
Çalışkan fotoğrafçımız ise bir gece çekimi sırasında elde ettiği karenin daha da çarpıcı olması için fotoşopa başvurmaktan da imtina etmiyor.
Ön planda ellerinde mumlarla açık havadaki ayini takip eden kalabalığı görürüz; arka planda patlayan şimşek, önce kompozisyonda en uygun konuma kavuşabilsin diye sağa sola kaydırılır, sonra eğimi, dolayısıyla uzunluğu artırılarak kareyi en etkileyici biçimde kaplaması sağlanır.
Yol boyunca kutsallığın ifadesi olarak kabul edilen noktalardan bir tanesi bir ağacın gövdesidir.
Bir zamanlar gövdeyi kaplayan liken örtüsünün şekli Meryem Ana ve İsa Mesih'i andırmış olduğu için ağaca adeta kutsal muamelesi yapılıyor, artık likenden hiç iz kalmamış olmasına rağmen!
Yüksekçe bir kayalığın karşısında da uzun ve meditatif anlar geçirilir. Kayaya dikkatlice bakıldığı zaman yine Meryem Ana, kucağında İsa Mesih, hatta melekleri görebilen vardır. "Ben hiçbir şey göremiyorum" der adamın biri: "Günahkâr olduğum içindir!" diye de ekler.
Her sene kaya oluşumunu farklı şekilde görenler de oluyormuş. "Bir şeyler görebilmek için inançlı olup dua etmek şart" ifadesi de yer buluyor mütevazı belgeselde.
Kayaya baktıkça duygulanıp gözyaşlarına mani olamayan bir anneye de rastlarız. Başlarda kayadaki şekilleri yapıcı şekilde yorumlayamayan küçük oğlunu kısa zamanda ikna etmeyi başarır.
Kayada İsa'nın doğduğu ahır, Meryem Ana ve Yusuf'tan başka havariler de gözükmektedir.
Mühim olan kutsallığın işaretlerini mümkün olan her yerde görüp değerlendirmektir.
Dini sorgulamak mümkün mü?
76 dakikalık belgeselin fragmanı ustalık ve zarafetle hazırlandığından ortaya çıkan sonucun fazlasıyla ironik olduğu hissine kapılabilirsiniz. Fakat yönetmenlere atfedilen "Film çekmek için filmlerden başka şeylerle de ilgileniyor olmanız lazım.
Film yapma isteğiniz, hakkında film çektiğiniz mevzuya duyduğunuz ilgiden daha önemli olmamalıdır" cümlelerinden yola çıkarsak genç filmcilerin dinlerine sıkı sıkıya bağlı olduğu hissine bile gark olabiliriz.
Bir taraftan, en başta Ortodoks ve Katolik olarak mezheplere ayrılmış bir halk, diğer yandan muhtelif siyasal odaklara yaltaklanmaya çalışan, benzer ama aynı zamanda rakip din otoritelerinin ayrıştırdığı bir toplum yapısı ile karşı karşıyayız.
Üstelik ülke yalnız bölünmüş değil, bir kısmı Rusya tarafından işgal edilmiş vaziyette.
Savaş bir türlü bitirilemiyor, savaştan nemalananlar kalıcı olmasını sağlıyor.
Filmin sonlarına doğru gerçekleşen büyük ayinde rahiplerin cafcaflı gövde gösterisi dinin toplum üzerindeki otoritesini layıkıyla yansıtmakta.
Ülkenin geçmekte olduğu acılı süreçten kilise asgari ölçüde etkilenmişe benziyor; benmerkezci megalomanisini ve siyasetle sıkı bağlarını engelleyecek bir güç adeta yok gibi.
Avrupa Birliğine dahil olmak acaba Ortodoks değil de Katolik olmaktan mı geçiyor? Dinin politikaya alet edilmesi inançların varoluş ilkelerine aykırı değil mi?
Filmimizi eleştirmeye dönersek, konsantrasyonun tam olması beklenen dinî törenin ortasında havadan olayları görüntüleyen bir dronun gayet rahatsız edici gürültüsü önemsiz ve kısa bir anekdot olarak geçiştiriliyor mesela.
Daracık bir kapıdan bir mabede sıkış tıkış girmeye çalışan kalabalığın sıkıntısı ve kabaca söylenmeye başlayanlar da sanki yeterince değerlendirilememiş.
İki kafadarın, takip ettikleri cemaati gücendirmemek için içeriği kanırtmadan, steril bir dille yansıtmaya çalıştıklarını da düşünebiliriz. Fakat seyircinin, öylesine bereketli bir kaynaktan çok daha güçlü, provokatif ve agresif, ayrıca eğlenceli bir film kotarılmasını beklediği kesin.
Yolda çekilen binbir zorluğun, duygu sömürüsü sahnelerinin bile ölçülü olması, fanatik dindarların olmazsa olmazlarından kendini yerden yere atarak transa girmesi gibi sahnelerin yokluğu beni adeta hüsrana uğrattı diyebilirim.
Ortaya çıkan sonuç gittikçe medyatik hale getirilip sanki din turizmine peşkeş çekilen bir dinamiğin, ruhanilikten günbegün uzaklaşmasına rağmen inancı emellerine alet eden bir zihniyetin ruhsuz, parıltısız ve kısa zamanda unutulacak bir dışavurumu sanki.
Tıpkı Burgaz'ın Hristos tepesine bir kamyon, bir araba veya elektrikli bir Yuki'yle çıkıldığı zaman kavuşulan manzaranın tez zamanda tüketilecek bir ürün misali değersizleşmesi gibi...
(RL/PT)