“Arkadaşlarına sor istersen belki dağa kaçırılmıştır”
“Dağdaki arkadaşlarına sor veya dem belediyesine kesin onların bir bilgisi vardır”
Bu okuduklarınız CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Diyarbakır’da üç gün önce kaybolan 8 yaşındaki Narin Güran’a dair yaptığı X paylaşımına yapılan yorumlardan.
Tanrıkulu, paylaştığı videoda, “Narin’den haber alınamıyor. AFAD, Jandarma, Arama Kurtarma çalışmalarına devam ediyor. Araştırmalar yapılıyor. Ailesi acı içinde. Bizim umudumuz kendisinin sağ bir şekilde bulunması…” diyor.
“Böylece acıda olsa fatura ödemenin önemini anlamışlardır”
“Elektrik faturasını ödesinler
Hem ülkeyi tanımayın
Hem devleti tanımayın
Hemde kaçak elektrik kullanın ne güzel dünya”
Bu okuduklarınız da DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Ceylan Akça’nın yine Narin’le ilgili yaptığı paylaşıma verilen yanıtlardan bazıları.
Akça, “Dün gece geç saatlere kadar 21 Ağustos Çarşamba günü saat 16.00 sularında Tavşantepe köyünde kaybolan Narin Güran’ın evindeydik.Ne yazık ki aramanın en kritik olduğu saatlerde elektrik kesintisi nedeniyle tüm köy karanlık altındaydı” diyor.
8 yaşındaki bir çocuğun hayatı söz konusu ve herkes acı ve umut içinde onu ararken, birileri çıkıp bu ve benzer yorumları yapabiliyor.
Açık konuşmak gerekirse, toplumun büyük bir kısmı Narin’in kaybolmasına dair tepki gösterdi fakat yine de böylesi nefret söylemi yayan, ırkçılık kusan paylaşımlar can sıkıcı, utanç verici.
Bu söylemleri tekil görmek imkansız ve kimse kusura bakmasın bu nefreti sadece iktidarın ayrıştırıcı politikaları ile de açıklayamayız. Medyanın da payı büyük.
Hrant Dink Vakfı’nın medyada nefret söylemini araştırdığı 2019’daki raporunda şu cümle yer alıyor:
“Raporda, Makbul’ Kürtler/ ‘Makbul olmayan’ Kürtler” ve “ Bir ‘millî güvenlik sorunu’ olarak Kürt kimliği” başlıkları altında incelenen haber ve köşe yazılarında, doğrudan nefret söylemi olarak tanımlanamayacak, daha ince bir şekilde kurgulanmış, ayrımcı ve ötekileştiren mesajları daha örtük bir şekilde veren söylemlerin hâkim olduğu tespit edildi. ‘Kürtçenin suçla ilişkilendirilmesi’ ve ‘Sınır ötesindeki Kürtler’ başlıkları altında incelenen metinler ise, Kürtleri bir topluluk olarak hedef almaları ve Kürt kimliğine ilişkin genellemeler yaparak kimliğin kendisini olumsuzlukların taşıyıcısı olarak işaretlemeleri nedeniyle, doğrudan nefret söylemi kapsamında değerlendirildi.”
Vakfın, Nisan, Mayıs, Haziran 2024 verileri de 2019’daki verileri de benzer.
Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci ve Prof. Dr. Emre Erdoğan’ın “Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?” başlıklı araştırmaları bu meseleye yönelik tespit ve çözüm önerilerine kapsamlı yer veriyor. Merak edenler için buraya bırakıyorum.
İnsanlık da mı kayboldu?
Sekiz yaşındaki Narin’le ilgili paylaşımlara dönecek olursam… Hakiki bir kötü insan paylaşımları bunlar. Yazar ve insan hakları savunucusu Susan Sontag, “Başkalarının Acısına Bakmak isimli kitabında, insanı tanımlarken, başkasına acısına olan mesafesine bakar.
Yani, herkes kendi başına gelene elbette üzülür acı çeker de asıl önemli olan başkasının acısını da hissetmektir gibi bir şeyden söz eder. Başkasının acısını hissederken kurduğumuz mesafedir, bizi insan olarak güçlendiren, insani olan. Maalesef gördüğümüz kadarıyla hakikaten insanlık pek kalmamış. 8 yaşındaki bir çocuğun kaybolması dahi insani duyguları harekete geçirmiyor ise ne denilebilir?
Acıma hissinden, empatiden vs söz etmiyorum burada, yanlış anlaşılmasın. Sadece 8 yaşında bir çocuk. Her çocuk gibi bir çocuk. O sadece çocuk!
“Yine payımıza ırkçılık düştü”
Narin’e dair son durumu öğrenmek üzere bizzat arama çalışmalarına katılan milletvekillerinden Ceylan Akça’yı aradım. “AFAD dahil herkes Narin için seferber oldu” dedi. Irkçı söylemleri hatırlattığımda, şu yanıtı verdi, aynen aktarıyorum:
“Narin'in bulunmasına uygun olanağı sağlayacak elektriği talep etmeyi bile "Devlete ihanet etmeyin o zaman elektrik alırsınız" şeklinde yanıtlayan karanlık bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Ulus kimliği veya o adı konmamış Türklük sözleşmesinin ana şartı haline getirilen ötekileştirme ve ırkçılık, Kürtlere karşı olağanlaştırılan bir şiddet sarmalına dönüştü. En kötüsü ise Kürtlere "yurttaş" mış gibi davranan devletin tüm mekanizmaları ile yokmuş gibi davranması. Amedspor forması giyenlere saldırılar, Kürtçe halaya gözaltılar, Kürtçe kelimelere sansür aynı ırkçı sözleşmenin pratikleri. Narin'i ararken dahi yine payımıza ırkçılığı bulduk.”
Sezgin Tanrıkulu’na ulaşamadım. Sonrasında DEM Parti Milletvekili Sevilay Çelenk’i aradım. Narin’in bulunması için herkesin çalıştığını anlattı o da.
"Kötülük ne kadar tekrar eden bir şey"
Onun da söylediklerini aktarıyorum:
"Öyle tuhaf ve öyle iç acıtıcı ki her şey, diyelim ki düzenli olarak bir yerlerde yazıp çizen biriysen, nerdeyse her önemli olayı çerçeveleyen atmosfer, ruh hali, toplumsal tepki vs. üzerine de -başka bir vahim olay nedeniyle- bir yazıyı da evvelce yazmış oluyorsun. İki gündür Narin hakkında düşünürken aklıma hiç gelmedi ama seninle konuşurken, sen “küçücük Narin bir çocuğun” kaybolmasına dair haberlerin altında bile nefret söyleminin dile gelebildiğinden dehşet içinde söz ederken, bu konuda da maalesef çoktan yazmış olduğumu fark ettim... Kötülük ne kadar yoğun ne kadar sık tekrar eden bir şey. Maalesef diye buna diyorum."
"Umut yine bugün de"
"Evet, “Küçük Ayla vakasından Leyla’ya... Kayıp çocuklar” diye bu konu hakkında da uzun uzun yazmışım. Okurken gerçekten insan inanamıyor, belki ta Ayla’nın kaybolduğu 9 Ekim 1961 tarihinin siyasi altüst oluş ortamından bugüne ortak olan şey, kayıp çocuklar gibi bir meselenin bile maalesef, “Türkiye’nin yakın tarihi” değil,” “Türkiye’nin yazık tarihi” diyeceğim, o hiç durulmayan politik gündemin gümbürtüsü içinde yaşanıyor olması. Çocuğun kaybolmasından belki de daha çok, bu gündemin geriye itilmesindeki etkilerinin konuşulması vs. Tabii Ayla vakasında sosyal medya yok. İnsan insanın yüzüne bakarken “nefret söylemi”ni belki de o kadar kolay üretemiyor ya da yaygınlaştıramıyor. Ama Leyla’nın kaybı ve sonra cansız bedeninin bulunması olayında, sözünü ettiğim yazımda göreceğin üzere, “Bakmayacaksan neden çocuk doğuruyorsun Kürt?” diye soran bile olmuş. Ama evvelinde de, o uzun, “o yazık tarih” içinde - sosyal medya ve bu medyada dolaşıma giren nefret söylemleri olmasa bile- yaşanan nefret cinayetlerini de katliamları da biliyoruz.
"Umut yine bugünde. Sosyal medyada Narin bulunsun diye çırpınanlarda. Hemen her kesimden bunu çok yürekten isteyen kişi var. Bunu görebiliyoruz. Güzel Narin umarım umarım bu söylediklerime yer verdiğin yazın yayınlanmadan önce bulunur. Bunun için çırpınan çok kişi çok kurum var. Narin’in hiçbir zarar görmeden bulunacağına inanmak istiyorum. Bütün kalbimle bunu diliyorum. Diyarbakır İl Örgütümüz, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı ve partimiz de konuyu yakından takip ediyor. İlgili bütün kurumların olayın yakın takipçisi olduğunu çocuğun babası dün söyledi. Bu da umudu artırıyor.”
Küçük Narin'i bulalım
Emniyet’in en yüksek seviyede olduğu Diyarbakır’da hatta deyim yerindeyse devletin havadaki kuşun dahi hareketinden haberdar olduğu bir bölgede, Narin’in kaybolması tıpkı yıllar önce Dersim’de üniversite öğrencisi Gülistan Doku’nun kaybolması olayında olduğu gibi sadece ailelerde değil toplumun büyük kısmında derin bir yaraya neden olacak.
Gözlerimizin önünde bir çocuk kayboluyor, sadece bir çocuk… 8 yaşındaki Narin Güran'ın kayboluşu, her insanın yüreğini sızlatması gereken bir olayken, bazıları bu trajediyi nefret ve ötekileştirme diliyle daha da karartıyor.
Narin'in yokluğunda yitirdiğimiz sadece bir çocuk değil aslında insanlığımız, vicdanımız, birbirimize olan inancımız da her geçen saniye biraz daha kayboluyor.
Çocukların yerleri parklar, oyun alanları, okullar. Eminim Narin o parkta yaşıtları ile birlikte oyunlar oynarken aralarına böylesi nefret söylemleri giremez...
Umarım küçük Narin’den en kısa zamanda iyi haberler alırız…Yüreğim onu arayanların yanında...
(EMK)