Yer: Devlet Tiyatrosu İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi. Ankara’nın biraz dışında bir tiyatro, Gimat’ta… Gıda toptancısı esnafın işyerlerinin olduğu mahalle.
Oyun: “Nihayet Bitti”… Yazarı Avusturyalı Peter Turrini.
Her şey olağan…
“Şimdi bine kadar sayacağım ve kendini öldüreceğim 1.2.3…” repliğiyle sahne açılıyor. Son dönemde Türkiye’de sayıları giderek artan, “karakter aşınması”na uğramış, “döneklikte usta”, başarılı gazeteci elinde silahı intihar edeceğini söylüyor. Bine kadar sayarken aralardaki konuşmasından nasıl bir gazeteci olduğunu öğreniyoruz. Her şeye ulaşmış; kelebek gibi bir fikirden bir başka fikre, hatta tam tersine kolayca geçebilmiş, onu savunmuş.
Oyun sırasında birden fonda ezan sesi yükseliyor ve yaklaşık beş dakika sürüyor. Acaba oyunun bir parçası olabilir mi diye düşünüyorsunuz ama değil, çünkü hiçbir rabıta kuramıyorsunuz. Oyunun varlık sebebiyle çelişen ses dışarıdan geliyor.
Her şey olağan devam ediyor. Oyuncu oyununu muntazaman sürdürüyor, seyirci olağan şekilde izliyor.
Oyunda, gazetecinin masasındaki baştan bele kadar bir kadın heykelinin (büst) memeleri de siyah bantla kapatılmış. Siyah bandın da herhalde oyunda bir anlamı var diye düşünüyorsunuz, lakin öyle değil, insan kendinden şüphe ediyor, anlamamış olabilirim.
Nihayet, gazeteci intihar ediyor ve oyun bitiyor.
Ezanın nereden geldiğini anlamak için etrafa bakıyorum, tiyatronun hemen karşısında bir cami, ama bildik cami formatında değil. Bir sosyal tesis binasının yanına minare iliştirilmiş, olmuş cami. Ezan sesi de bu binanın dördüncü katında cemaate hizmet veren camiden geliyor.
Daha sonra, sırayla konunun taraflarını arayıp tüm bunların nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorum. Önce, İrfan Şahinbaş Tiyatrosu’nu arıyorum, telefondaki görevli “ezan sesi” der demez hemen konuya giriyor, “bizim yapacağımız bir şey yok yönetime dilekçe ile başvurun,” diyor.
Sıra cami görevlisinde… Öz Ankara Toptancılar Sitesi Cami’nin imamı Ünal Kısım’a konuyu aktarıyorum. Kısım, “Şimdiye kadar hiçbir şikâyet gelmedi. Siz ilk oluyorsunuz,” diyerek söze başlayıp, devam ediyor:
“Minarede üç hoparlör var. Tiyatroya bakan kısma koydurmadım. Esnaf, ‘ezanı duyamıyoruz’ diyor, biz de sesi ona göre açıyoruz. Yapacak bir şey yok. Sesi kapatma lüksümüz yok, bu suçtur. Fakat ortak bir çalışma yapabiliriz. Oyunlarını ezan saatlerine denk getirmezlerse çok güzel bir çalışma olur.”
Klasik tiyatroların sahne sınırlamalarının olmadığı, oyuncuyu ve seyirciyi yakınlaştıran İrfan Şahinbaş’ta sahnelenen tüm oyunlarda ezan doğal ses efekti olmuş. Bu durum tiyatro yönetimi, oyuncu, yönetmen ve seyirci için doğal mı?
Acaba oyunun yönetmeni Murat Çidamlı bu konuda ne düşünüyor: “Yapabileceğimiz bir şey yok, binanın yalıtımıyla ilgili. Sadece ezan değil, başka sesler de gelebilir, örneğin, polis helikopterleri geçerken de ses geliyor…”
Çidamlı’ya bu kez “kadın heykelinin memelerinin siyah bantla kapatılmasının oyunun bir parçası olup olmadığı” sorusunu yöneltiyorum. Soruya soruyla karşılık veriyor: “Sizce öyle mi?”
“Öyle olmadığı aşikâr,” diyorum… Bunun üzerine Çidamlı şu açıklamayı yapıyor:
“Küçük bir şaka! Seyirciyi düşünmeye sevk etmek. Bakın siz de düşünmüşsünüz. Sansüre karşı bir tutum, sansürle dalga geçiyor, pasif bir direniş… Biliyorsunuz, televizyonlarda çıplaklıkla ilgili bazı uygulamalar –pikselleme, buzlama, mozaikleme– yapılıyor, bunlara alıştık.
Çidamlı’nın seyirciyi sarsmasını umduğu müdahalesi bununla sınırlı değil. Oyunun tanıtım broşüründen öğrendiğimize göre, okullu olmayan, “hayattaki tek aşkım tiyatro” diyen “engelli” oyuncu Göktuğ Tolga Demiralp’i tercih etmiş. Tek kişilik bir oyunda bu uygulamanın kıymeti su götürmez.
Çidamlı bu tercihini tanıtım broşüründe, “…Ekranlarda görmeye alışılan manken bedeni değil gerçek ve engelli bir insanın bedeninin de estetik olabileceği önermesini taşıyor bu oyun. Daha iyileri de tasarlanabilir şüphesiz. Bunun önünü açabilmek bizim amacımız…” olarak açıklıyor.
Gerçi oyuncunun ilk başrol oyunu Nihayet Bitti değil, daha önce Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Gitar adlı oyunda başrol oynamış. Oyuncu, kendi ifadesiyle, İngilizce ve Almanca bilen, uluslararası bir şirkette çalışan biri, 2003 yılından beri aktif iş hayatının ve tiyatro yaşamının içinde yer alıyor.
Ekranla tiyatroyu bağdaştırmanın tuhaflığı bir yana, Çidamlı’nın engelli bir oyuncuyu oynatmasının ayrıcalıklı ve aykırı olması mümkünse de, bunu teatral bir tercih olarak mı gördüğü yoksa aktörün durumundan bir tür şefkat mi devşirdiği açık değil. Bu durumun oyuna tahakküm etmesiyle açılan sarmal, yönetmenin güncel tahakküme taviz ermesiyle kapanıyor.
Yine oyunun broşüründe “…Günümüzün ahlak değerlerine saldırarak toplum eleştirisi yapan… Sahne üstüne taşıdığı gerçekçi şiddet ve cinsellikle izleyenleri irkilten… Yaşadığı toplumdaki ezilen, sömürülen, toplum dışına itilen insanları ele alan... Bunu yaparken de toplumsal düzeni ve düzenin savunucularını topa tutan, onları provoke eden” cümleleriyle tanıtılan, yaşayan en önemli yazarlardan Turrini, acaba Türkiye’deki oyununu izleseydi “küçük bir şaka hakikaten” der miydi?
Not: Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Cebrail Esen’i de konuyla ilgili olarak makamından aradım, geri dönüş olmadı. (HA/HK)