İki hafta önce, reklamcılar eliyle tüketimi artırmak için yeni bir kampanya başlatıldı.
Televizyonlar için reklam filmleri hazırlandı, bir eski Merkez Bankası başkanı oyuncakçıyı, bir ünlü piyasa iktisatçısı bir bakkalı canlandırıyor. "Bir sakız, bir simit, bir çiçek veya bir oyuncak al" sloganı kampanyanın ana tema'sı. Burjuva sözcüleri bu kampanyanın ekonominin çarklarını döndürmeye katkı sağlayacağını söylüyorlar.
Sanki 1970'lerin dünyasına ait, yeşilcam kalıplarına uygun bir dizi film fragmanı hazırlanıyor. Pekâlâ biliyorlar ki, Türkiye'de simitçi de kalmadı bakkal da. Simitçilerin yerini çoktandır Türk usulü, abuk sabuk "simit sarayları" kahvehaneleri aldı. Bakkallar ise alışveriş merkezleri ve süpermarketlere sayenizde yenilmiş durumdalar.
Asıl önemlisi, bu kampanyacılar, çoğu ücretlilerden, kent ve kır yoksullarından oluşan alt gelir gruplarının harcamalarının, gelirlerinin üzerinde olduğunu; yani zaten ellerine geçen parayı hemen harcamak zorunda olduklarını bilmiyorlar mı? Bildiklerini sanıyorum.
Üstelik daha geçen ay emeklilere 10 TL'lik zam çok görüldü. Türk-İş'te örgütlü kamu işçilerine de son iki yılın enflasyonunun altında zam yapıldı. 300 bin işçinin satınalma gücü bilinçli olarak düşürüldü. Sırada iki milyona yaklaşan kamu çalışanı var; hükümet onlara daha cimri. Ücret artışını yüzde 5'in altında tutmaya çalışıyor. Ücretlilerin satınalma gücü TÜİK endekslerine göre, son bir yılda yüzde 9 oranında azaldı.
Yani işçi sınıfı ile kent ve kır yoksulları için bu tür bir kampanyanın pratik hiçbir yararı yok; geliri harcama ihtiyacının zaten çok altında. Her yeni ek gelir zaten kendiliğinden harcamaya gidecek demektir.
İşçiler ve diğer emekçiler bu kampanyadan muhakkak etkilenirler; etkilenseler de hayata geçirebilmenin maddi imkanlarına sahip değiller.
Geriye kalıyor "orta sınıflar." Türkiye'de nicelik ve nitelik olarak küçümsenemeyecek bir orta sınıf var kuşkusuz. Bir kısmı burjuva sınıfına yaklaşan, bir kısmı ücretli ve yüksek satınalma gücüne sahip olmakla birlikte, statü, fonksiyon vs nedeniyle işçilerden ayrı düşen bir kesim. Ama orta sınıfların yüksek gelirlerinin içinde temel tüketim harcamaları küçük bir kısmı oluşturur. Gelirleri artsa bile bu temel tüketim mallarına yönelik harcamaları artırmaz. Eğitim, turizm, emlak vs harcamaları artar. Üstelik bu sınıflar gelirlerini bu tür kampanyalardan etkilenerek azaltmayacak bir "piyasa bilgisine"ne de sahiptirler.
Bur başka nokta, bu kampanyalardan bütün sermaye fraksiyonlarının ortak çıkarı olmasıdır. Bazı sermayedarlar kendi fabrikalarının hammadde alımını kısıyor olabilir veya idame yatırımı (aşınan sabit sermeyenin telafisi) ertelemiş olabilir. Ama, canlılık, malların dolaşım süresinin kısalmasına ve sonuçta sermaye gelirinin (artı-değer) artmasına çok büyük katkı sağlar. Hatta kâr oranının eğilimsel düşüşünün yavaşlamasında da etkili olur. Bu nedenle bütün sermaye sınıfının canlı bir tüketimden çıkarı vardır.
Böylesi bir pratik yarar, sermaye sınıfını ve sözcülerini içgüdüsel olarak harekete geçirmiş olabilir. Veya sermayenin herhangi bir fraksiyonu bilinçili bir tercihte bulunmuş olabilir. Ama kampanyanın tek bir merkezden mesela "egemen sermaye sınıfının talimatı" ile hazırlanmış olduğu gibi mekanik bir iddiada bulunmak pek doğru olmaz. Burada esas nokta kampanyanın bir sınıf olarak sermayenin politik, ve ekonomik çıkarlarını gözetme amacıdır. Diğer yandan, 2009'un her iki (birincisi mayıs ayındaki "çarşıya-pazara çık kampanyası" ) kampanyayı, 1979-80 krizi dönemindeki TÜSİAD kampanyalarının devamı olarak almak sanıyorum hatalı olmaz.
Şu da var; piyasaya ilişkin beklentilerin muazzam ölçüde karamsar olduğu kriz ortamında bu kampanyalar pratikte karşılık da bulmayabilir. Resmi verilere göre bulmayacağı da anlaşılıyor. Fakat kriz döneminde bu kampanyanın esas işlevi, toplum üzerinde yarattığı yanılsamalardır.
Bu haliyle her iki kampanyanın, çok iyi tasarlanmış, "halkla ilişkiler-propaganda" çalışmaları olduğu söylenebilir: Kapitalizmin tarihsel krizinin aşmanın çaresi de yine (piyasada) kapitalizmdedir... En azından kriz gibi sahici bir olgunun sorgulanması imkânlarını daraltıcı etki yapmaktadır.
Sermaye sınıfı ve sözcüleri kuşkusuz sınıflarının bilincindedir. Çok iyi örgütlenmiştir, devlet üzerindeki nüfuzu tartışmasız olarak çok güçlüdür. Ama işçi sınıfı bunun tersine tarihinin en dağınık, en örgütsüz (sendikalı işçi sayısı toplam ücretli çalışanların yüzde 10'unundan azdır) en politikadan uzak döneminde bulunuyor. Kriz dönemine yıllardır içinde bulunduğu "savunma hali" ile girmiştir. Kriz, işçilerin bilincinde, ne fabrikalardaki tek tek mücadelelerde ne de kitlesel eylemlerde krizin kapitalizmin sorgulanması için somut bir dolayım haline gelemedi. Böylesi koşullarda, sermayenin ideolojik taarruzunun, sınıf üzerinde yol açtığı tahripkâr etkinin çok daha büyük olduğu muhakkak.
Ama mücadele birleşik bir hale geldiğinde da ideolojik taarruzun yanılsamaları dağılmaya başlar ve dağılma genişledikçe sistemin sorgulanma imkanları da muazzam ölçüde genişleyip, sermaye için o ölçüde "tahripkar" hale gelecektir.(EB/EÜ)
* Erhan Bilgin, iktisatçı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu.