Sol için kriz algısının çifte önemi var. Toplumu kasıp kavuran ekonomik-mali krizle solun krizi, eşanlı olarak yaşanıyor. Sol,toplumu saran bu büyük çalkantı anında kendisini "doğmakta olan" değişim ve kurtuluş özlemlerinin kaynağına yerleştirecek bir hamleyi gerçekleştirebilirse , politik krizini aşmanın olanaklarını da türetebilecek.
Türkiye Kapitalizminin en Derin Krizi
Solun bugünkü dil tutukluğunun ve faaliyetsizliğinin gerisindeki başlıca neden: Kafa karışıklığı. Sol, meşruiyet zeminini "kriz"in sunduğu hangi olanaklardan türetebileceği konusunda temelli bir karar veremiyor.
Solun, 1980 sonrasındaki "kriz" algısı rejimin Siyasal İslam ve Kürt Hareketiyle açık bir çatışma içinde bulunduğu bir dönemde şekillendi ve ilgisi ister istemez bu iki kriz dinamiğiyle rejim arasındaki karşıtlaşmanın gerçekleştiği zemine, siyasal alana yöneldi.
28 Şubat müdahalesiyle birlikte, bu iki dinamiğin "düzen" sınırlarına doğru geriletilmesi, söylemlerinin"demokrasi" ile sınırlanması , bu arada Ankara'ya Avrupa Birliği'ne üyelik yolunun açılır gibi olması, Solda genel olarak "krizin aşıldığı" ve bir "istikrar" dönemine girildiği, "demokrasi"ye "yumuşak geçiş" kapılarının aralandığı yanılsamasını doğurdu.
Oysa, Şubat'tan bu yana, şiddetini artırarak süre giden mali kriz ve onunla birlikte patlak veren büyük toplumsal altüstlük ve siyasal istikrarsızlık bir kez daha gösteriyor: Kendisini bin bir türlü siyasal görünüm içinde açığa vursa da rejim krizini besleyen siyasal çatışmanın temelinde, Türkiye kapitalizminin iç çelişkileri ve yapısal açmazları yatıyor. Bu yapıda "istikrar" istisna, "kriz" kural .
Üstelik kriz bu kez, öylesine derinden gelerek , "aşağıdaki"ni de "yukarıdaki"ni de şiddetle etkileyerek öylesine çarpıcı bir biçimde kendisini duyurmuştur ki, iktisadi sistemin kendisini, kapitalizmi, hakim sınıfın hakimiyetini, küreselleşmeyi, emperyalizmi toplumsal tartışmanın odağına yerleştiriyor. Bugün sokaktaki insanın ağzından işiteceğiniz ilk söz, sosyalistlerin amentüsüdür: "Sistem baştan aşağı değişmeli!"
Kriz, böylece Sol için tarihsel işlevini zihninde bir kez daha yeniden kurması için gerçek bir olanakla çıkageliyor: "Baştan aşağı" değişecek olan sisteme anlaşılabilir, gerçek hayata tercüme edilebilir bir seçenek sunmak için gösterilecek çabalar solun kendisini de yeniden kurması için paha biçilmez bir fırsat olabilir.
Çatlayan Hegemonya
Krizle birlikte, toplumsal mücadele alanında Sol açısından karakteristik sayılabilecek bir başka büyük değişim; önceki beş yıl boyunca Solun en yaygın taraftar kitlesini edindiği "beyaz yakalı"ları, büyük kentlerin nispeten iyi eğitilmiş ve nispeten yüksek ücretler alan çalışanlarını ve"yeni küçük burjuvazi"yi , en üsttekiler ve en alttakilere göre daha dramatik bir biçimde sarsıyor olması.
Bu kitle son on-on beş yıl boyunca emek sürecinde ve sermaye birikim modelinde gerçekleşen değişmelerden nispeten kazançlı çıkmış, kültür ve hizmet sektörlerinin genişlemesiyle iş ve çalışma olanakları artmış, ücret ve gelirleri yükselmişti. Nesnel konumları, onları "kapitalizm içinde" kalınarak da ilerlenebileceği, "sınıf mücadelesi"nin 21. yüzyılda geçerliliğini yitirdiği düşüncesine ulaştırmış, "küreselleşme" ve "serbest piyasa"nın topluma bir ilerleme olanağı da sağlayabileceğine inanmış, açıkça ya da dolaylı olarak "yeni dünya düzeni"nin ideolojik hegemonyasının emek saflarındaki taşıyıcıları olmuşlardı. Kriz şimdi bu kesimi geri dönüşsüz bir biçimde ve çok büyük bir hızla yoksullaştırıp işsizleştirirken , "sistem" en sert eleştirileri bu kesimden alıyor. "Kendileri"nden biri olan Kemal Derviş'in programına sırtlarını dönüyor ve çoktandır çöpe attıkları "planlama", "kalkınma", "sosyal adalet" gibi kavramları hatırlamaya başlıyorlar.
Böylece Solu dışardan ve kısmen içerden kuşatan ideolojik basınçlar ufalanırken, Solun diliyle programı arasındaki tutarlılığı zedeleyen kaygılardan sıyrılabilmesi için daha çok olanak doğuyor. Solun ufkunu "radikal demokrasi" ile sınırlamasını rasyonelleştirmeye gerekçe gösterilen bu "toplumsal dayanaklar"ın bizzat kendisi zihniyet değişikliğine uğrarken, onların fikirlerinin Sola tercümesi de gitgide gereksizleşiyor.
Anti-Emperyalizm ve Sosyalizm
Krizin, küreselleşme ve küreselleşmenin başlıca karargâhları olan IMF ve ABD ile bağlantıları halkın gözünde belirginleştikçe, hükümet, ordu ve egemen sınıfın topluma dönük yüzlerini örten bütün "milliyetçi" cila dökülüyor. "Milliyetçilik" küreselleşme karşısındaki teslimiyetle özdeşleştikçe, "milliyetçilik" ile özelleştirme arasındaki sıkı nedensellik görünürlük kazandıkça, Solun emperyalizme karşı dilini sivriltmesi gitgide daha büyük bir gereklilik haline geliyor.
Şimdi Türkiye'de herkes soruyor: "IMF'den nasıl kopulabilir, uluslararası mali bağımlılık sisteminden nasıl kopulabilir, nasıl IMF dayatmalarının karşısına çıkılabilir, nasıl dış borçlar ödenmez, nasıl tefeciye, faizci bankerlere kamu borçları ödenmeksizin bu işin içerisinden çıkılabilir?"
Uzun yıllardır ilk kez, uluslararası kapitalist sistemin bütün kaleleri, borsa, bankalar, döviz piyasası, küresel finans sistemi, sıcak para, kara para, kendiliğinden toplumsal protestonun hedefi haline geliyor. "Sistemin baştan aşağı değişmesi"nin IMF ve uluslararası sermaye hakimiyetinin son bulması ile eşanlamlı olduğu, sıradan insanın gündelik bilincinde karşılığını buluyor, esnaf ayaklanmalarında kötülük simgesi olarak "dolar" Türkiye'nin bütün kentlerinde ateşe veriliyor. Kriz, Solu bir kez daha küresel kapitalizme karşı küresel bir yanıt oluşturmaya çağırıyor.
"Demokrasi" ve Kapitalizm
Türkiye'nin krizi küresel kapitalizmde özellikle ABD ekonomisinde resesyon eğilimleriyle eşzamanlı olarak ortaya çıkıyor. ABD'deki duraklamanın Avrupa ve Japonya ekonomileri üzerinde dolaysız bir etki göstereceği de göz önünde tutulacak olursa, Batı'nın önümüzdeki on yıl boyunca iç gerilimlerle sarsılacağı, muhafazakar, ve otoriter eğilimlerin güç kazanacağı, neo-faşist zihniyetin yaygınlaşacağını öngörmek kehanet sayılmaz. Avusturya'dan sonra İtalya'da da iktidarın "sol" koalisyonlardan "neo-faşist" koalisyonlara geçişi, alttan alta kaynayan gericilik eğilimlerinin elde ettikleri güce görünürlük kazandırıyor.
Bu durum, AB ve ABD'nin mali kriz dolayısıyla, yapmaları beklenen yardımları siyasal koşullara -Kıbrıs sorunun çözümü, Ordunun politik etkisinin sınırlanması, Kürt sorununun çözümünde ilerleme- bağlama eğilimleriyle de ilişkilendirildiğinde, karşılıklı olarak Türkiye cephesinden AB normlarına uyum taahhütlerinden cayma ve içe kapanma , otoriter senaryolara yönelme olasılığı artarken AB cephesinden de muhafazakar, dışlayıcı ve baskıcı, anti-demokratik eğilimlerin güç kazanacağı kestirilebilir. Her ikisinin bileşkesi Türkiye'de AB kapısından geçerek "demokratikleşme" olanağının sınırlarının ne kadar marjinal ve şarta bağlı olduğunu anlamaya elverir.
Bu koşullar altında, Türkiye Solu için şimdiye değin bir söylemden ileri gidememiş olan "Emek Avrupası", "Sosyal Avrupa" ile dayanışma gerçek bir olanak değeri kazanabilecektir. Kendini "Kopenhag kriterleri" ile bağlamayan, "liberal özgürlükler" alanının ötesine, "toplumsal kurtuluş" alanına bakan "Avrupa", "demokrasi" arayışlarını "emek demokrasisi"ne bağlamanın nesnel imkanlarını görmeyi ve anlamayı sağlayabilecektir.
Kriz ve militarizm
Krizin toplumsal gündeme taşıdığı en ciddi tartışmalardan biri,Türkiye'de devlet harcamalarının çapı ve niteliği . Türkiye maliyesini en ciddi biçimde zorlayan konunun iç ve dış borçlar ile bu borçların faizleri olduğu konusu artık tartışılması bile gerekmeyen bir hakikat. Yozlaşmış siyaset sınıfının ve bürokrasinin yolsuzlukları da aşikâr. Bununla birlikte, bütçenin neredeyse yüzde otuzuna varan askeri harcamalar ve güvenlik giderleri bütünüyle tartışma dışı.
Kriz dolayısıyla toplum "sistemin kendisini" tartışmaya girişmişken "Sol"un önünde askeri harcamaları gündeme taşıyarak demokratik gelişmenin önündeki en önemli engellerden birini toplumsal tartışmaya açmak bakımından esaslı bir olanak var.
Yalnızca ordunun siyasetteki rolü üzerinden değil, aynı zamanda askeri harcamaların, üretken olmayan kamu giderlerinin bir israf kapısı olarak ekonomi üzerindeki yıkıcı etkilerini gündeme taşımak "Sol"a meramını topluma anlatabilmek açısından önemli bir kaldıraç sağlıyor.
Kriz ve Sosyalizm
"Sol" krize bütünsel bir yanıt olarak "sistemin baştan sona değişmesi"ni isteyenlere "sosyalizm" bayrağını işaret edecektir, ama hangi sosyalizm?
"21. yüzyıl sosyalizmi" edebiyatı Solun krizine yanıt olabilir mi gerçekten?
Kuşkusuz, yenilen "sosyalist kuruluş" deneyimlerinin eleştirisini bilinçli bir biçimde tartışıp bu alanı tüketmek gibi bir görev "Sol"un önünde durmaya devam ediyor. Ama yüzünü topluma dönen Solun görevi, kuru bir tarih tartışması ve felsefi propagandadan çok, kapitalizmin ekonomi politiğinin eleştirisinden çıkarttığı sonuçları ürkmeden topluma aktarmak olabilir.
Toplumsal dönüşüm olanaklarının üretim ve mülkiyet ilişkilerinin dönüşümünde aranması gerektiğine ilişkin belirleme, bugünkü krizin gerisinde yatan asıl nedenin, kör rekabet ve piyasanın düzenleyiciliği olduğunu bir kez daha açığa çıkarıyor.
Krize toplumun çoğunluğunun özlemleri üzerinden verilebilecek bir yanıt; üretimin toplumsal ihtiyaçlara göre düzenlenmesi ve piyasa güçlerinin kör işleyişinin yerini, demokratik bir planlamanın alması prensiplerinden çıkartılabilir ancak.
Sol, kendi iç tartışmasını, emekçilerin kapitalizmin krizine yönelik müdahalelerini örgütlemek ve yönetmek amacıyla bu noktalar üzerinde yoğunlaştırabilir ve sonuçlandırabilirse, yanına yeni güçleri çekerek, kendi saflarını derleyerek, uluslararası bir dayanışma iklimi içinde kendine yol açarak, içinden geçmekte olduğu bunalımdan ağır bir yara almadan çıkmayı başarabilecektir. (EK/NU)