Murathan Mungan'ın Bir Dersim Hikayesi İçin Seçtikleri hem 23 hikayecinin ustalıklarıyla, hem de hikayenin "çoğul" ve "bir" olması açısından mükemmel.
Ahmet Büke ile başlatıp Barış Bıçakçı'nın "size 38'i yaşatırım"ıyla bitirmesi, sadece edebiyat değil, avazlarıyla ses/müzik, rüyalarla masallarla renk/resim olmuş. Kısaca tüm barış bahçelerini saracak bir çağrı olmuş.
Çayan Demirel'in "38" belgeselini dört beş yıl önce (yanılmıyorsam) ilk kez izliyordum, yapıldıktan hemen sonra.
Şöyle başlıyordu: Dersim coğrafyası yarık topraklar, tepeler, dağlar, çicekler, Munzur; o yarıklı yer şekillerine karışan yaşlı kadın (özellikle kadın) ve erkek yüzleri, yüzlerindeki derin cizgiler, çehredeki tepecikler ve çukurlar aynı çoğrafya gibiydi, ifadeli.
Bu paralellik beni çok etkiledi. Sonra hikaye başladı, tek tek yaşlılarla kısa mülakatlar, sanırım bir on -onbeş dakika sonra Dersim giysileriyle cin bakışlı bir bilge kadın bağdaş kurduğu divanın üzerinden bir çağrı yaptı, anında gözlerimi yaşartan bu çağrı: "Bırakın halk, halka ağlasın" idi.
Bu belgeseli, bir çok dostumla defalarca izledim, hiçbir seferinde gözlerimin yaşlarını kontrol edemedim. Dersimli nine hepimizi paylaşmaya çağırıyordu. Birlikte ağlamak, birlikte çalışmak, birilikte sevinmek.
O günler yakın mı? Yetmişbeş yıl sonra yaklaştı mı ortak bir tebessüm? Yoksa Murathan Mungan'ın benzetmesiyle halı daha mı kabaracak? Ya halı silikonsa?
Yirmiüç hikayenin çoğunda Dersim acısı Büyükşehir'in derinliklerinden fışkırıyor, her yana akıyor, yatağını bulacak! Buyruktan kurtulup şefkate ulaşacak duygularımız.
Her hikayenin aynı vahşeti farklı ruh halleriyle ve yaşantılarla anlatısı bazısında unutmayı, bazısında hatırlamayı öne çıkarması, bir plajdan, bir kafeden, bir hastaneden, bir parktan yeniden yeniden çeşitili yönleriyle yaşatması nedir?
Herhalde yen içinde bir çok kez kırılmış olan kolun kemik parçacıklarının sağa sola dökülmüş olması.
Bu sökülme, bu dökülme hali Hatice Meryem'in hikayesinde Sabiha'nın "Beyaz Kartal" halinden, Karin Karakaşlı'nın "Sabiha"sına yollanan mektuptan, otuzların mahallesinin, okunan gazetesinin "çok uzakmış, ancak tayyareyle gidilebilirmiş"ine (Şule Gürbüz), görünürlük kazanıyor.
Sema Kaygusuz'un "Yıllar Önce Ben Bir Meydandaydım" adlı hikayesinde bu dağınık kemikleri canına takmış olan bir askerden geliyor avaz. Gaye Boralıoğlu'nun "Pepuk Kuşu" hikayesinde ise adı Sabiha konmuş babaannesinin asıl adı Xece.
38 Belgeseli'nin sonu çok ağır bir yüzleşmeydi: madalya, kesilmiş bir kafanın üzerine yerleştiriliyordu.
Yavuz Ekinci'nin "Dedemin Madalyası" da Albay Rıfat'la torununu böyle karşılaştırıyor. Madalyonun iki yüzü kitabın kapaklarında. Yalçın Tosun "Karganın Merhameti" ile babanın ve ablanın kalplerinde tartıyor şevkat ile yokluğu: bebek kargada.
Ayhan Geçkin, plajdaki torunu "Yıkımın Tarihi" ile genç karısı eşliğinde eve taşırken anlatamamanın yükünü kaldırıyor. Cemil Kavukçu'nun masalının gerçeğini yataktaki hasta çocuk çıkarıyor "Munira"dan. "Lori, Lori" Behçet Çelik'in hikayesi; parktaki kadın söktürüyor dedenin unutturulmuşunu: kurşun pahalı, yerine süngü ve hatta meşe kütükleri küt diye çıkıyor ortaya. Ayfer Tunç, Neyire hanımın "yük"ünü sökün ettiriyor belgesel söyleşiyle. Burhan Sönmez'in Yesma ve Yelisa'sı taa toruna taşınmış isyanı söktürüyor: intihar teşebbüsü.
"Herkes(in) içine çakılı çivi"si pas tutmuş, dökülüyor. Hakan Günday'ın "Zerresi"; Ayşegül Çelik'in "Işık Ağaçları", Haydar Karataş'ın "Saz sesi'nin toprağa inleyen dua sesleri" olduğunu fark edişi, ve Murat Yalçın'ın kulaklarında "kemik borazan seslerinin hiç kesilmemesi"; Murat Uuyurkulak'ın dağlanası şark çıbanı; Şenay Şahiner'in " Çifte Sultanları" : Halay, dua, kesmeşererle dökülen sakin- ne?
Hepsi toplanıp kuyuya dökülenlerin, toprağa karışanların avazını çıkartıyorlardı arkeologlar gibi. İşte bu nedenle yer şeklleri ve yüz şekilleri birbirini tutar Dersim'de. Murat Özyaşar'ın "kayıp hecesi" bu derin şefkati taşımış "konuşursam sustuklarım incinir" diye.
Jaklin Çelik "Ziyaret"inde köyüne gitmek isteyen mirası kafatası olarak taşıyor kadınların rahimlerine. "Yasak Ülke" Gönül Kıvılcım'ın gücüyle ses/müzik gibi doluyor torun Hasan'ın kulağına. İşte böyle bağlanıyoruz Ahmet Büke'nin "esker de ana kuzusu"ndan , "Ekber, Sen"...in "Size 38'i yaşatacağım"ına.. Nereden çıkacaktı tüm bu dökülenler?
Yirmiüç hikaye ustası 3-13 arasında değişen uzunluklarda, her biri düğüm atıyor boğazlara, bu denli koyulaşmış buyruk, yapışıyor, çıkmıyor.
"Devlet en doğruyu yapar" veya "haddini bil" kabilinden herkesin bir Dersim hikayesi vardır. Benim de vardır mutlaka, ne de olsa babamlar Erzincanlı. İstiklal mahkemesinden esinlenen ortanca amcamın "kedi av"ını hatırlıyorum.
Daha beş yada altı yaşlarındayken, amcam, İstiklal mahkemelerinde asılanların hikayeleri taze kulağında iken, topladığı bir kaç kedinin boğazlarına ip geçirip sonra da kedileri boğazlarındaki iplerden behçedeki çamaşır iplerine asmaya çabalıyor.
Kediler çırpınırken yakalamış babam, kedilerin iplerini çözer çözmez de amcama ömür bıyu unutmayacağı bir temiz sopa atmış. Bizim ailede, akrabalarda bir çok hikaye var, çok iyi anlatanlar da var, anlatacaklar. (BE/BA)
* Murathan Mungan'ın Seçtikleriyle Bir Dersim Hikayesi, Ahmet Büke, Yalçın Tosun, Ayhan Geçgin, Cemil Kavukçu, Behçet Çelik, Ayfer Tunç, Burhan Sönmez, Hatice Meryem, Şule Gürbüz, Hakan Günday, Ayşegül Çelik, Haydar Karataş, Murat Yalçın, Karin Karakaşlı, Murat Uyurkulak, Gaye Boralıoğlu, Sema Kaygusuz, Yavuz Ekinci, Seray Şahiner, Murat Özyaşar, Jaklin Çelik, Gönül Kıvılcım ve Barış Bıçakçı, Metis Yayınları. 2012