Nerdesin aşkım?
Davadayım, yargılanıyorum, aşkım!
O yargılama aslında dündü.
Açıkça yazayım, lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve intersekslerin (LGBTİ+) yargılandığı, daha doğrusu mahkemeyi madara ettikleri gün.
Çağlayan Adliyesi’nde 60. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeyiz.
Geçen yıl, Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan 19 kişi mahkeme heyeti karşısında.
Yargılanan 18 kişi, 2911 Gösteri ve Yürüyüş Kanunu’na muhalefet ettikleri ve bir kişi de polise mukavemet ettiği iddiası ile yargılanıyor.
Yani iddianamede böyle yazıyor zira mahkemede anlatılanlara bakarsanız, sanıklara yönelik ortada sistematik işkence ve zincirleme hak ihlalleri silsilesi var.
Savcılığın iddiası şu, bu 19 kişi Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yasağını ihlal etti, polisler de gözaltı işlemi yaptı. Buyurun ilk çelişki başladı bile.
Çünkü kaymakamlık 17.00 için “Yürüyüş yasağı” koyarken, gözaltılar 15.40 gibi başlıyor.
Hem de bildiğiniz kafaya basma, sırta oturma, yüze yumruk atma, gözlüksüz bırakma, saç çekme, omuz kırmaya çalışma gibi her türlü polis şiddetiyle işkence ile gözaltına alınıyorlar.
Sokakta başlayan işkence polis aracında devam ediyor. Covid-19 koşullarına rağmen havasız bırakılıyorlar, tuvalet kullanmalarına izin verilmiyor, hiçbir hijyen kuralına da uyulmuyor.
Üstüne bir de cinsiyetçi, ayrımcı küfürlerle varlıklarına, onurlarına saldırılıyor.
Düşünsenize onurunuza sahip çıkmanız için yılda bir gününüz var (elbette her gün için her LGBTİ+ var oluş bir Onur Yürüyüşü fakat sembolik anlamda bir gün var), sokağa çıkmışsınız ve daha eylem yasağı başlamadan varlığınıza işkence edilmiş, onurunuz kırılmak istenmiş.
Türkiyeli sinemacıların hep deneyip de bir türlü başaramadığı söylenen kötü bir filmin başlangıcı gibi.
Üstelik bu kötü korku filmi önce iddianame sonra dava olup karşınıza çıkıyor. Mahkemede tek tek işkenceyi anlatıyorsunuz.
18 kişinin neredeyse tamamı işkenceyi fotoğrafları ve videoları ile birlikte paylaşıyor.
Avukatları bu kanıtları dosyaya da sunuyor. Sadece bir kişi, Ecmel Doğan işkenceyi detaylıca anlatmıyor.
Çünkü, kendisinden önce konuşan kişiler, hem kendilerine yönelik işkenceyi hem de Ecmel’e yapılan polis işkencesini detaylıca anlatıyor.
Ecmel, muhtemelen tetiklendiği için o işkenceleri anlatamıyor, anlatmak istemiyor. “Şikayetçiyim, seneye de Onur Yürüyüşü’ndeyim” diyor.
Heyetin aklına şaştık!
Ne hikmetse, işkence eden polislerin kask numarası o gün silinmiş olduğu için bu kişilerin kimlik bilgileri öğrenilemiyor.
Sanıklar, aslında bildiğiniz sokakta işkencenin bir tanığı gibi yaşananları anlatınca, mahkeme, bu polislerin bulunması için savcılığa suç duyurusu yapar diye düşünüyorsunuz, doğal olarak.
Oysa, tam aksine, avukatların savunmasının ardından senaryosu beceriksizce yazılmış, mantık hataları ile dolu korku filminin ikinci bölümü karşınıza çıkıyor.
Heyet işkenceci polislerin bulunması için Emniyet’e “O gün orada hangi polisler görevliydi” talepli yazı yazmak yerine, diyor ki, “O gün mağdur olan polis/ polisler için Emniyet Müdürlüğü’ne yazı yazın”.
Avukattan aldığım bilgiye göre üstelik bunu savcılık aşamasında zaten yapmış. Emniyet o gün herhangi bir polisin mağdur olduğunu belirtmemiş.
Yani aslına bakarsanız, mahkeme durur mu, “bakın gözüme baka baka işkence anlattılar, ben kolluk kuvvetlerine işlem yapamıyorum, siz içinizden bir polisi mağdur gösterin de ben bunları suçlayayım” diyor.
Ayrıca, Heyet, davanın bir sonraki tarihini de 23 Aralık olarak açıklıyor.
Baştan sona bakıldığında, avukatların “zaten sanıklar aynı zamanda mağdur derhal beraat” istedikleri bu yargılama, kötü bir korku filmi değil de nedir?
O zaman 23 Aralık’ta da neredesin aşkım?
Davadayım, yargılıyorum aşkım.
(EMK)