Peki buna sebep neydi? Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Brezilyalı turistlerden talep ettiği şeyi, Brezilya da Amerikalı turistlerden talep etmişti: Amerikalıların Brezilya'ya giriş yapabilmeleri için vize almaları gerekecekti. Ayrıca sınırda da fotoğrafları çekilecek, parmak izleri alınacaktı.
Pek çok kişi, bu normal davranışı, riskli bir cinnet ifadesi olarak lanetlemişti. Belki de dünyanın düzeni bu kadar bozuk olmasaydı, her şeye farklı bir gözle bakılabilirdi.
Aslında, anormal olan Brezilya Başbakanı Lula'nın yaptığı değildi; anormal olan böyle bir kararı yalnızca onun almasıydı. Anormal olan, Bush'un terörizmle suçlanmayan bir kaç müstesna ülkenin haricinde dünyanın geri kalanına dayattığı kuralları, herkesin uysalca kabul etmesiydi.
* * *
Her şey 11 Eylül'le açıklandı. Bush'un herhangi bir yaptırıma uğramamak için sürekli bir kalkan olarak kullandığı bu trajedi, ülkeyi arkası kesilmeyen bir savunma politikası izleme durumunda bırakıyor.
Herkesin bildiği gibi, Dünya Ticaret Örgütü'nün yıkılması olayına hiç bir Brezilyalı karışmamıştı. Tam tersine, çok az kişinin hatırlayacağı üzere Brezilya tarihindeki en kanlı terör olayında, 1964 darbesinde, ABD'nin politik, ekonomik ve askeri olarak katkısı vardı. Amerikan basını da darbeyi desteklemişti.
Aşırı heyecan yaratan bu sınırdaki kontrol meselesi, yalnızca bir misilleme yapmak için ortaya atılmadı. Bunu, gecikmiş bir tarihi intikam olarak görmek de komik olur.
Bununla birlikte unutmamalıyız ki, Latin Amerika'nın yaptığı bu saygısızlık hafıza kaybıyla (amnesia) ilişkili.Terörist darbede, Amerika'nın parmağı olduğu, belgelerle ve şahitlerin itiraflarıyla ispatlandığı halde bu, tamamen unutuldu.
Darbenin, uzun yıllar sürecek askeri bir diktatörlükle sonuçlanmış olduğu ve Jango Goulart'ın demokratik hükümetinin dünyanın en adaletsiz ülkesini biraz daha adaletli bir yer haline getirmek için yürürlüğe koymaya çalıştığı sosyal reformları tamamen ortadan kaldırdığı da unutulmamalı.
Darbenin izlerini silmek tam kırk yıl sürdü. Bu süre zarfında, kaç Brezilyalı çocuk öldü? İnsanları bombalar yerine açlıktan öldüren terör de yeterince aşağılıktır.
* * *
Kötü alışkanlıklar: Saygısızlık, hafıza kaybı (amnesia), teslimiyet. Korku bizi değişmekten alı koyar. Zihinsel tembellik ise 'onlar'sız var olamayacağımızı düşünmemize sebep olur.
Hikayenin tam tersini düşünmek bizim için neredeyse imkansız. Mesela, ABD'nin elinde kitle imha silahları olduğu gerekçesiyle Irak, ABD'yi işgal etseydi ne olurdu?
Ya da Caracas'taki ABD Büyükelçisi'nin Hugo Chavez'e karşı düzenlediği bir darbenin benzerini Washington'daki Venezüella Büyükelçisi, George W. Bush'a karşı düzenlese ne olurdu?
Küba hükümeti, Fidel Castro'yu 673 kere öldürmeyi deneyen Amerikan Başkanlarına 673 suikast teşebbüsünde bulunsa ne olurdu?
Güney ülkeleri, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nın dayattığı tek bir maddeyi reddetse ve kendilerine dayatılan şartların aynısının gezegenin en borçlu ülkesi ABD'ye de dayatılmasını talep etse, ne olurdu? Ya da zengin ülkelerin kendi ülkelerinde dayattıkları ancak başka ülkelerde yasakladıkları tarife ve teşvikler, Güneyde uygulamaya konulsa ne olurdu? Bunlar uzar gider....
* * *
Kötü alışkanlıklar: Kadercilik. Hadi düzen böyleymiş ve başka türlüsü mümkün değilmiş gibi düşünüp akla mantığa uygun olmayan bir şeyin olduğunu varsayalım. Güneş dünyayı soğutuyor, özgürlük baskı kuruyor, birleşme her şeyi ayırıyor: ister beğen, ister beğenme, bu kaçınılmaz. Seçimini yap, ya o ya da bu. İşte, Amerikan Serbest Ticaret Bölgesi (FTAA) de bu şekilde pazarlanıyor.
* * *
Geçmişte, patronların patronu yaşlı Zeus, hiç bir hata yapmazdı. Olimpos Dağı'nın sakinleri arasında, en hilekar, en düzenbaz kişi Hermes'ti. *
Bir gün, Zeus ona altın kanatlı sandallar verdi ve onu Ticaret Tanrısı ilan etti. Önce Hermes'ti, sonra Dünya Ticaret Ötgütü'nü (DTÖ), NAFTA'yı, FTAA'yı ve onun kılığına girmiş tüm yaratıkları oluşturan Mercury adını aldı.
Amerika, Kanada ve Meksika'yı içine alan NAFTA, 10 yıl önce imzalandı. Hermes, her adımda ön ayak oldu. NAFTA'nın ortaya çıkışını ve 10 yıldır çıkardığı işleri göz önüne alırsak eğer, FTAA yürürlüğe girdiğinde başımıza nelerin geleceğini anlayabiliriz: Amerika'nın bir ucundan diğer ucuna aşağılayıcı ve hükümran bir 'serbest' ticaret.
1996 yılında Kanada hükümeti, 'insan sağlığına zararlı nörotoksin' maddesinin satışını yasakladı. Nörotoksin, Amerikalı Ethyl firmasının benzin üretiminde kullandığı bir katkı maddesiydi.
Firma, ABD'de yasaklanan bu zehiri, yalnızca Kanada'ya satıyordu. Yabancı ülkelerin insanlarını zehirlemek gibi kutsal bir misyonu üstlenen Ethyl firması, bu işe yıllarını vermişti.
Firma, hemen bu maddeyi yasaklayıp üretimlerini 'durdurarak' firmanın saygınlığını ayaklar altına aldığı gerekçesiyle Kanada hükümetini mahkemeye verdi. Kanadalı avukatlar, hükümeti uyardılar. Tren çoktan yola çıkmıştı, yapılacak bir şey yoktu.
NAFTA anlaşması gereği, ülkeyi hükümet değil, şirketler yönetiyordu. 1998 yılının ortalarında, Kanada hükümeti Ethyl firmasına 13 milyon dolar tazminat ödedi ve firmadan özür diledi.
1995 yılında başka bir Amerikan firması, Metalclad, Meksika'nın San Luis Patosi eyaletinde bir toksik atık havuzunu yeniden açmaya çalıştı ve başaramadı.
Eline machete'sini** alıp sokaklara dökülen halk, şirketin toprağı ve suyu kirletmesine engel oldu. Bunun üzerine Metalclad firması, hemen bir dava açtı ve NAFTA hükümleri gereği 2001 yılında firmaya 17 milyon dolar tazminat ödendi.
* * *
Birleşmiş Milletler Örgütü, 2.Dünya Savaşı'nın sonunda kuruldu. John Fitzgerald Kennedy ve Orson Welles, bu önemli olaya şahit olan 1500 gazetecinin arasındaydı.
BM'nin kuruluş amacı 'yoksul ülkelere de zengin ülkelere de eşit haklar' verilmesini güvence altına almaktı. Ve büyük taahhüt verildi: Tüm üyelerin eşit oy hakkına sahip olacağı bu yeni kuruluş, tarihin akışını değiştirecekti.
60 yıl sonra sonuç ortada: değişim, kötüden yana oldu.
* * *
Ancak kötü alışkanlıklar kader değildir. Her geçen gün daha fazla ülke, bu saçma evrensel oyunda aptal'ı oynamayı reddediyor.
Bir yıl önce IMF sözcüsü, Thomas Dawson 'Latin Amerika'da hepsi birbirinden güzide pek çok öğrencimiz var' demişti. Bu, alışık olduğumuz eski söylemdi. Şimdi Arjantin'in Cumhurbaşkanı Nestor Kirchner, onları ikaz ediyor: 'Biz artık kapının önündeki paspas değiliz.' diyor. İşte, bu da yeni söylem.
Yeni bir söylem, yeni bir eğilim. Hükümetlerimiz halklarıyla iletişim kuramıyorlar. Komşularıyla hiç anlaşamıyorlar. Bu, birbirini takip eden ayrılığın uzun ve kederli öyküsü.
Ne var ki, Cancun'daki ve Monterrey'deki son bölgesel toplantılar, yeni bir rüzgarın etkisi altında kaldı. Bunca yıl işbirliği içinde olan zayıflar, birbirlerine tutunmazlarsa, tek başlarına ayakta duramayacaklarını anlamaya başladılar.
Sadece Uruguay Devlet Başkanı Jorge Batlle gibi birkaçı, yaşamımızı mutlu dilenciler olarak sürdürmeye devam edebileceğimizi düşünüyor. Güçlü ülkelerin, maddi zorbalığı, askeri şiddeti ve ticari korumayı uygulamaya koydukları bu kocaman aşağılama makinesinin onursuz olduğunu en dik kafalılar bile artık anladı.
Ne var ki, Mars'tan gelen resimlere benzememek için bizim acele etmemiz gerekiyor. (AG/IŞ/BA)
Çevirenin Notu:
* Hermes: Roma mitolojisinde mercurius in yunan mitolojisindeki adi. Hırsızların ve ticaretin Tanrısıdır.
** Machete:Latin Amerika'da kullanılan bir çeşit mala.
*** Bu yazıyı Zmag'tan Işıl Şimşek çevirdi.