Kosova geçtiğimiz günlerde Sırbistan'dan bağımsızlığını ilan etti. Amerika Birleşik Devletleri destekler, Rusya karşı çıkarken Avrupa Birliği ülkeleri bağımsızlık ilanına karşı farklı tavırlar geliştirdi. Özcan Özen'in konuyla ilgili değerlendirme yazısının ilk kısmını dün yayınladık; bugün de yazının ikinci ve son kısmını aktarıyoruz.
1999’daki Kosova Savaşı sırasında Aksaray civarındaki Kosova derneklerini dolaşanlar Arnavut kökenli dernek üyelerinin sevincine şaşırabilirlerdi. Çünkü onlar savaşın kısa zamanda Sırbistan ordusunun Kosova’dan çekilmesiyle son bulacağına ve Kosova’nın “pis gâvurlardan” temizleneceğine inanıyorlardı.
“Peki, ama gelecek olanlar da ‘gavur’ olacak,” dediğinizde “Evet ama biz ‘gavur’ derken Sırpları kast ediyoruz yoksa Hıristiyan olmasının bir önemi yok. Hem zaten Arnavutlar içinde, az da olsa Hıristiyan var, bizim onların dini ile işimiz yok,” cevabını alırdınız. Zaten ne Türkiye’deki ne de Arap ülkelerindeki kimi dini örgütlerin Kosova Arnavutları arasında –Bosna’nın aksine– hemen hemen hiç örgütlenemediklerini öğrendiğinizde bu cevapların doğruluğundan kuşkunuz kalmazdı.
"20 yıl daha işsiz kalırız, bağımsız oluruz!"
“İyi de, ABD’nin gelmesi Kosova’ya bağımsızlık getirmeyecek ki, baksanıza Sırbistan’ın toprak bütünlüğü garantisi verildi. Hem savaş bitince yıkım ortaya çıkacak, ayrıca ABD’nin ne olduğu belli değil mi?” Bunları da diyebilirdiniz ama hiç kuşkunuz olmasın lafı ağzınıza tıkarlardı:
“Hadi bre! Biz bilmiyor muyuz ki ne ABD ne de AB babasının hayrına gelmez Kosova’ya. Gelecek ne yapacak? ABD askeri üssü kuracak. Ne var bunda? Türkiye’de üsleri yok mu? Ne olmuş Türkiye’ye? Bak Kosova’dan, Yugoslavya’dan daha zengin Türkiye. Çıkarı var ABD’nin Kosova’da, gelsin kursun, ne yapalım, Sırplardan daha iyidir. Bağımsızlık gelmez diyorsun ama öyle bir gelir ki şaşarsın. Bak Kıbrıs’a ne oldu? 20 yıl geçti; hem şimdi tamam. Biz de bekleriz bir yirmi yıl bağımsız oluruz.”
“Ama savaş, sonra iş yok aş yok. Babasının hayrına gelmeyen ABD size iş mi bulacak ne yapacaksınız?”
“Kosova Arnavutları 81’de özerlik alınınca greve çıktı, Sırplar hepsini işten attı. Okulları kapadı. Biz 20 yıldır işsiziz, bir 20 yıl daha işsiz kalırız ama bari bağımsız oluruz. Çok önemli değil.”
Gerçekten de çok önemli olmadı: Türklerden sonra Avrupa’da en büyük yabancı işçi nüfusu Arnavutlara ait. Kosova’da bugün UNMIK ve ABD üssü sayesinde bir miktar iş mevcut ama üretim neredeyse yok. Yugoslavya zamanında Sırbistan’ı besleyen bir termik santrale sahip olan Kosova’da bugün elektrik kısıntıları olağan hale gelmiş. Ülkede sadece ticaret ve hizmet sektörü var fakat yine de çalışabilir nüfusun yarısından çoğu işsiz. Ekonomi neredeyse uluslararası yardımlar ve Kosova dışında çalışanların gönderdiği para ile dönüyor.
Fakat bu yeni bir durum değil: Yugoslavya zamanında ve sonrasında da Avrupa’da çalışan Arnavut işçilerin parası Kosova’yı ayakta tuttu. Hatta 1981’den sonra devlet kurumlarını protesto ederek tam bir sivil itaatsizlik uygulayan Kosova Arnavutlarının ‘yeraltındaki devleti’ Kosova içinde yaşayanların yıllık gelirin yüzde 3’ünü dışarıda yaşayanların ise yüzde 10’nun vergi olarak vermelerini istemiş ve buna uyulmuştu. Toplanan ‘vergilerle’ evlerini birer dersliğe çeviren öğretmenlerin, sağlık ocağına çeviren doktorların ve diğer kamu hizmeti verenlerin maaşları ödeniyordu.
Kosova Arnavutları, işsizliğe, parasızlığa, sosyal hizmetlerin yokluğuna, konut sorununa kısacası her türlü sıkıntıya onlarca yıldır katlandı. Tek bir amaçları vardı: Kendi kaderlerini tayin etmek. Sadece bir kere olsun kendi kaderleri için kendileri karar vermek istiyorlardı. Hata mı yapıyorlardı, yoksa yapacaklar mıydı? Olabilir! Ama bu onların hatası olacaktı. Başkalarının kendi kaderleri hakkında hatalı kararlar vermesinden bıkmışlardı. Şimdi eğer hata yapacaklarsa bu onların hatası olacaktı başkalarının değil.
Başat çelişki: Emperyalizm değil ulusal esaret
Onlar için her şey bir ulusal çarpan ile çarpılıyordu. Bir Sırp üniforması görmek, kendilerine Sırpça hitap edilmesini işitmek ve kendilerinin de Sırpça cevap vermek zorunda kalmalarını istemiyorlardı. Bir Sırp kızına âşık olamazlardı ve bir Sırp aileye kız veremezlerdi. Çoktandır Partizan futbol takımını değil onun rakibi Chelsea ya da Galatasaray’ı tutuyorlardı. Onlar aşağılanıyorlardı, onlar ezilen ulustandılar ve kendilerini Amerikalıların değil Sırpların ezdiğini biliyorlardı.
Yüzüne bir karış öteden küfredenin, tükürenin Sırp polisi olduğunu görmesi için teorik bir birikime sahip olması gerekmiyordu. İşsiz kalmasının nedenini, Türkiye’de ve dünyanın başka yerlerindeki sosyalist-komünist neşriyatta yazılanların aksine, Uluslararası Para Fonu (İMF) politikaları olarak görmüyordu, çünkü onu işten çıkaran Sırbistan’dan atanan fabrika yöneticisiydi ve bu kişi yakasında orak-çekiç rozetini taşıyordu. Üstelik İMF politikalarını uygulanması kararını alanlar arasında bir tane bile Arnavut olmadığını biliyor, İMF’den alınan borçlardan Kosova’nın nasibine beş kuruş düşmediğini görüyorlardı.
Yugoslavya’daki her çocuk gibi onlar da okula gitmişti ve okullarda onlara İnkılâp Tarihi dersi değil Marksizm-Leninizm okutuluyordu. Lenin’in Emperyalizm kitabından sınava tabii tutuluyorlardı. Fakat okulunu kapatan ABD emperyalizmi değil Sırpların egemenliğindeki Yugoslavya bürokrasisiydi. Üstelik ülkelerinin adı da Güney Slavları anlamına geliyordu, oysa Arnavutlar Slav değildi ve dünyanın en eski dillerinden birini konuşuyorlardı ama kendi dillerinde üniversite eğitimi yasaklanmıştı. Bunu yapanlar da İngiliz ya da Alman emperyalizmi değildi.
Bu durumda Kosova Arnavutları için kendilerini ezen ulusun kimliği çok açıktı. Bu ezen ulusun askeri gücünü ve kendi kısıtlı askeri imkânlarının da bilincindeydiler. Dolayısıyla ezen Sırp ulusuna karşı mücadelelerinde bir başkasının kendilerine ağabeylik yapmasında bir sakınca görmüyorlardı.
Şimdi de ağabeyin de aslında kendi çıkarını düşündüğünü ve Arnavutlarla yaptığı ittifaktan günü geldiğinde kolayca cayacağını da biliyorlar. Fakat ne olursa olsun artık Sırplardan bağımsız olarak kendi kaderlerini belirleyebilecekler. Evet, ABD ve AB’ye bağımlı bir bağımsızlık bu! Fakat yine de koşullarının on ya da yirmi yıl öncesine göre daha iyi olduğunu görüyor ve yaşıyorlar. Eğer Sırplar kardeşlik istiyorlarsa bu konuda Arnavutlar onlara herhangi bir engel çıkarmayacaklardır, ama önce Sırpların kardeşliği göstermesi onlarla dayanışmada bulunması gerekmektedir. Neden dayanışma hep Arnavutlardan bekleniyor ki?
Örneğin Sırbistan-Karadağ NATO saldırısı öncesinde Kosova ile dayanışma gösterip Arnavutların kendi kaderini tayin hakkını kabul etseydi emperyalizmin saldırı gerekçesi kalmayacaktı. Üstelik yine de saldırırsa bu kez Arnavutların desteğini alamayacaktı. Irak Savaşı öncesinde de Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını kabul etseydi, ABD birliklerinin Irak’ın kuzeyine, Kürdistan’a yerleşme gerekçesi kalmayacak ve Türkiye’de tezkere konusu gündeme dahi gelmeyecekti. Ayrıca emperyalistler bu coğrafyalarda kurtuluş havarileri olarak değil kendi kaderlerini tayin etmelerine destek veren komşularının topraklarını işgal eden alçaklar olarak görüleceklerdi Kürtler ve Arnavutlar tarafından.
Ne Sırplar ne de Iraklı Araplar ezen ulus ayrıcalıklarından vazgeçip böyle davranmadılar. Şimdi ise Kürtleri ve Kosova Arnavutlarını dünyanın neredeyse bütün sosyalist ve komünistleriyle beraber emperyalizmin işbirlikçisi olarak görüyorlar. Oysa emperyalist politikalara meşruluk kazandıran tam da onların ezen ulus konumlarından vazgeçmemeleridir ve bu anlamda asıl “işbirlikçi” onlardır.
Ezilen ulusların milliyetçi komünistlerden beklentisi yoktur
On yıllardır ezilen, aşağılanan ulusların bir kez de emperyalizmin işbirlikçisi olmakla itham edilmeleri ve aşağılanmaları sadece onların bir kez daha emperyalizm ile yaptıkları ittifaka sarılmalarına yol açacaktır. Halkların kardeşliğinden bahsedenlerle ümmetin birliğini bayrak edinenler arasında bir fark yoktur.
Her ikisi de maneviyatçı olan bu iki eğilim ezilen uluslardan biraz daha sabır talep etmekte ve kendilerinin iktidara gelmesi halinde sorunlarına çözüm bulunacağını salık vererek şovenizme kan vermektedirler. En az emperyalistler kadar kendi kaderini tayin hakkını savunmadan; ezilen uluslara karşı enternasyonalist, maddi bir dayanışma gösterilmeden emperyalizme karşı ezilen ulusların desteği kazanılamaz. Wilson’a karşı Lenin’in, Bolşeviklerin tutumunu benimsemeden emperyalistler yenilgiye uğratılamaz.
Ezilen ulusların emperyalistlerle geçici ittifaklar yapmasına engel olmak isteyenler öncelikle bu ulusların haklarının teslim etmek konusunda emperyalistlerle yarış etmek zorundadır. Üstelik bunu yıkmayı hedefledikleri burjuva devletlerin ulusal sınırlarını korumayı hedefleyen milli komünizm şovenliğine düşmeden gerçekleştirmelidirler. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ezilen uluslara ait bir haktır ezen uluslara değil. Aksi, ezen ulusun ezme hakkının savunusu anlamına gelir. Irak’ın ya da Sırbistan’ın toprak bütünlüğünü savunanlar aslında ezen ulusun ezme hakkını savunmaktadırlar. Özgürlük isteyen özgürlük vermek zorundadır. Başka bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz.
Bugün, eğer Kosova’nın bağımsız olmazsa Sırbistan’ın AB’ye giremeyeceğini gören Sırplar dahi bu gerçeği kavramışlardır. İsrail’de, Irak’ta, Rusya’da, Türkiye’de ve dünyada bu gerçek komünistler tarafından fark edilmeyi bekliyor.(ÖÖ/EÜ)