Dört tarafı düşmanlarla çevrili bir memleket...
Her yönden gelebilecek saldırılara karşı daima teyakkuzda bekleyen bir devlet...
Mütemadiyen alınmakta olan askerî tedbirlere karşı sesini çıkaramayan bir halk...
İnsan hayatının her safhasında yakından takip edildiği, dış dünyaya tamamıyla kapalı otoriter bir rejim...
Nüfusun üçte ikisinin rejim adına casusluk yapması yüzünden tedirginlik içinde sürdürülen yaşamlar...
İnsanın öz kardeşi tarafından bile gammazlanması ihtimaliyle hayatın korkularla kuşatılması...
Ülkeden kaçmak istemelerine rağmen geride bıraktıkları aile fertlerine bedel ödettirilme ihtimali yüzünden bir türlü kaçamayanlar...
Muhalif, akıllı ve hırslı insanların rejim tarafından kaybedilip, izlerinin tamamıyla yok edilmesi...
Çok tanıdık gelse de mevzubahis diyar Arnavutluk, 1944 ile 1990 arasında hüküm süren, izolasyonist, Stalinist, anti-revizyonist ve komünist sıfatlarıyla betimlenen devlet ve bu rejimle adeta özdeşleşmiş lider Enver Hoca'nın ta kendisi!
Alınmış mevzubahis önlemler sayesinde Arnavutluk dış güçler tarafından kontrol edilemez hale geldiğinden ülke, Devlet Başkanı Enver Hoca'nın İtalya mafyasıyla işbirliği halinde yürüttüğü kaçak sigara ve uyuşturucu ticaretinin güvenli deposu olarak işlev görüyordu.
Bu arada dış "mihraklar"a karşı bir gözünü uykusunda bile açık tutması gerektiği söylenip paranoyak hale getirilmiş halk, muhtelif fobiler ve travmalarla baş etmeye boşuna çabalıyordu...
Kadın yönetmen Luigjina Shkupa'nın kotardığı "İstihbarat Teşkilatı" (Sigurimi) adlı belgesel seyirciyi Arnavutluk'un epeyce karanlık yıllarına sürükleyip devletin saplantısal korugan inşası gibi pratiklerinin içyüzünü afişe ediyor.
2021 Almanya-Arnavutluk ortak yapımı olan 29 dakikalık belgesel geçen günlerde Kosova'da düzenlenmiş Dokufest'in programında yer aldı.
O parayla neler yapılırdı!
Belgeselin başında, teatral olduğu kadar ikna edici bir kadın sesi maziyi hatırlayarak korugan inşaatının ne kadar zahmetli olduğunu seyirciye aktarıyor. Koruganlara harcanmış parayla bütün memleketin baştan inşa edilmiş olabileceği ihtimalinden bahsediyor. Birbirinden güzel saraylarla bezenmiş küçük ama güzel bir İsviçre yaratmış olabileceklerinden dem vuruyor. Çok daha fazla park, çiçek ve okula, ağaç, yüzme havuzu ve başka şeylere sahip olunabileceğini ifade ediyor.
Ne de olsa memleket boydan boya 750 bin civarında koruganla donatılmış vaziyette. Şehirlerde, tarlalarda, bahçelerde, deniz kıyısındaki plajlarda, mezarlıklarda, dağlarda, kısacası coğrafyanın her köşesinde hâlâ koruganlara sıklıkla rastlanıyor.
(Günümüzde tüm gezegende benzer ideolojiyle inşa edilen hudut boyu duvarlar akla gelmiyor değil!)
Arnavutluk'ta bazıları kendi arazisindeki koruganları çelik aksamı hurdacıya satmak üzere yıkmış; gri beton doku ön planda tüm çirkinliğiyle kendini teşhir etmeye devam etse de bir kısmı pizza restoranı, bar, müze veya hostel haline getirmiş. (Bir zamanlar İstanbul'un Kilyos kumsalında devrik koruganların tuvalet vazifesi gördüğünü, hatta yeri geldiğinde her türlü cinsî münasebete yataklık ettiğini hatırlıyorum.)
Arnavutluk'ta bir diğer kesim hafif müdahalelerle koruganları alternatif mekânlar olarak kullanmayı sürdürüyor. Dövmeci bir adam sahip olduğu koruganın tüm duvarlarını resimle süsleyerek dövme stüdyosunu adeta bir sanat galerisine dönüştürmüş.
Bir çiftçi mevsimine göre koruganını ahır veya depo olarak kullanırken bir rahip muhteşem manzaralı bir koruganı kilise şeklinde değerlendiriyor. Komünist rejim sırasında tüm kiliselerin yerle bir edildiğini, yerlerine koruganlar inşa edildiğini ifade ediyor ve kısmet olursa eskiden kilise olan o noktada koruganın yerine tekrar bir kilise yükseleceğini belirtiyor.
Interpol bile giremiyordu
Bir korugan resmigeçidi halinde izlediğimiz belgesel kısa süresine rağmen ülkenin çok karanlık geçmişine seyirciyi zarafetle sürüklüyor. Arnavutluk'a Interpol temsilcilerinin bile giremediği yıllardan bahsetmek hâlâ sık sık yapılan bir şey değil.
Ne de olsa günümüzde ülke demokrasiyle yönetiliyormuş gibi dursa da 539 emniyet müdürünün ve Arnavutluk Parlamentosunun yüzde 18'inin eski rejimde istihbaratçılık yapmış kişiler olduğu filmde verilen bilgilerden.
Ülkenin 45 yıllık mazisinin adeta kayıp olduğu, hiçbir zaman doğru dürüst belgelenmediği de aktarılan malumat arasında.
Belgeselde koruganlar otoriter rejimde halkı baskı altında tutmak için obsesif hale getirilmiş başlıca motif, güvenlik paranoyasında manipülasyonu kolaylaştıran esas sembol şeklinde karşımıza çıkıyor.
Memleketinin mazisine gayet tarafsız ve eleştirel bakabilen güzel sinemacı Luigjina'nın duruşunda kendi ülkesi dışında Belçika, İtalya ve Almanya'daki eğitimi ve tecrübelerinin de payı yüksek olsa gerek.
Filmin geniş açılı bakışının altını çizen, coğrafyaya has geleneksel polifoninin bir örneği de unutulmamalı: Grupi Polifonik Djemte e Mallakastra çok sesliliğin tatmin edici armonisini layıkıyla yansıtıyor.
Geçmişle bağlarını tam olarak kesememiş bir ülkeden bahsediyor olsak da filmde gördüğümüz kadarıyla Arnavutluk'un askerî acayiplikleri tartışılabilen mevzular haline dönüşmüş.
Darısı tüm dünyanın otoriter rejimlerinin başına.
(MT/AÖ)