Fotoğraf: Anadolu Ajansı/Özbekistan Covid-19 önlemleri
Makalenin İngilizcesi için tıklayın
2019 yılı Aralık ayında ilk olarak Çin’in Hubei eyaletinin başkenti Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni tip koronavirüsü (COVID-19) tüm dünyayı etkisi altına aldı. Salgının ulaştığı boyut nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Mart 2020’de karşı karşıya olduğumuz durumu pandemi olarak tanımladı.
25 Mart itibariyle tüm dünyadaki vaka sayısı 435,382 olurken yaşamını yitirenlerin sayısı 19,620 oldu. 111,878 vakanın da virüsten kurtulduğu belirtilmektedir. Ülkemizde ise 1872 vakadan 44’ü maalesef yaşamını yitirmiştir.
Koronavirüs salgını insan hakları hareketi bakımından da yakından takip edilmesi gereken bir husustur. Yakından takip etme sorumluluğumuz öncelikle sağlık hakkı ile doğrudan ilgilidir. Sağlık hakkının tam olarak yaşama geçirilmesi herkes bakımından erişebilir, ücretsiz, nitelikli olması ile doğrudan alakalıdır.
Sağlık hakkının bilhassa mahpuslar, ileri yaştaki yurttaşlar, çocuklar, kadınlar, mülteciler, hali hazırda kronik hastalığı bulunan yurttaşlar gibi toplumun dezavantajlı kesimlerine ulaştırılması son derece önemlidir.
Toplumun hangi kesimlerine odaklanmamız gerektiği konusunda koronavirüs ile ilgili açıklama yapan 10 BM komitesi yol gösterici niteliktedir. Koronavirüsle mücadelenin insan hakları odaklı olması gerektiğinin altını çizen 10 komite şu şekildedir;
1) BM İnsan Hakları Komitesi,
2) BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakları Komitesi,
3) BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi,
4) BM Engelli Hakları Komitesi,
5) BM Çocuk Hakları Komitesi,
6) BM Kadına Yönelik Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi,
7) BM İşkence Karşıtı Komite,
8) BM İşkencenin Önlenmesi Alt Komitesi,
9) BM Zorla Kaybedilenler Komitesi,
10) BM Göçmen İşçiler Komitesi
İnsan hakları savunucuları olarak COVID-19 ile ilgili süreç boyunca sağlık hakkına ek dikkat etmemiz gereken başka hak kategorileri de bulunmaktadır. Örneğin, insanların evde kalma süresince barınma, beslenme ve ısınma gibi ekonomik ve sosyal haklarına dair süreç izlenmeli ve ihlalleri raporlanmalıdır.
Benzer şekilde, evde kalmak durumundaki yurttaşların koronavirüs ve diğer sağlık problemleri ile ilgili konularda sağlık hakkına erişimi de incelenmelidir. İşlerine gidemeyen emekçilerin ekonomik ve özlük haklarının korunması gerekmektedir.
Böylesi olağandışı dönemlerden geçerken ayrımcılık ve nefret söylemi riski daha da artmaktadır. Örneğin, Çin’in virüsün çıkış yeri olması nedeniyle Çinliler ve diğer Asya ülkesi yurttaşlarına yönelik nefret söylemi ve şiddet fiilleri ve de ayrımcılık yaşanma riski bulunmaktadır.
Örneğin, sosyal medyada ABD’de Trump’un koronavirüsünü “Çin virüsü” olarak adlandırmasının sonucu olarak Çinlilere yönelik fiziki saldırılar yaşandığına dair görüntüler dolaşmaktadır. Benzer şekilde, 65 yaş üstü yurttaşların sokağa çıkmasının kısıtlanması üzerine ülkemizde de ileri yaştaki yurttaşlara yönelik sokakta ayrımcı ve şiddet içeren vakaların olduğu görüntüleri paylaşılmaktadır.
Salgın sürecindeki toplumun korku ve endişelerinin önüne geçmenin esas yolu resmi ve güvenilir kaynaklardan bilgi paylaşımıdır. Aksi durumda, var olan korku ve endişeler kaosa varabilme riski taşımaktadır. Niyetten bağımsız yanlış bilginin ve kasıtlı dezenformasyonun da var olan durumu kötüleştirme potansiyeli ortada. Bu noktada, topluma düzenli olarak ve şeffaf bir biçimde bilgi sunmak elzemdir.
Türk Tabipleri Birliği, Türk Eczacılar Birliği, Diş Hekimleri Birliği gibi meslek odaları ile SES gibi sağlık emekçilerini örgütleyen sendikalarla işbirliği yapmak, koordinasyon içerisinde bulunmak da izlenmesi gereken bir diğer yöntemdir. Kamuoyuna bilgi sunulması sırasında da basın, yayın kuruluşları ile işbirliği yapmak yararlı olacaktır.
Koronavirüse karşı tüm dünyada yürütlen mücadeleyi etkileyen bir diğer faktör ise silahlı çatışmalar ve savaşlardır.
Bu olgunun farkında olarak, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres 23 Mart 2020 akşamı kısa bir açıklama ile tüm dünyada ateşkes çağrısında bulundu. Kısa açıklaması savaş ve silahlı çatışma ortamlarının sağlık hakkına yönelik yıkıcı etkisinin altını çiziyor.
Böylesi ortamlarda sağlık emekçilerinin hedef alınmasının da koronavirüs mücadelesini sekteye uğratan bir olgu olduğunu belirmektedir. Savaş ve sağlık hakkı arasındaki doğrudan ilişkiyi vurgulayarak barış ihtiyacını bir kez daha ortaya koyuyor.
Sonuç olarak, koronavirüs salgını bir insan hakları meselesi olduğu için çözümü de insan hakları prensiplerini baz alınarak gerçekleştirilebilir. Bu karanlık günlerden çıkış yolumuz insan hakları prensiplerine dayalı politika ve uygulamalar geliştirmekten geçiyor. (Oİ/EMK)