Fotoğraf: Londra / İlyas Tayfun Salcı / Anadolu Ajansı
İnsanlık, modern zamanlarda örneği olmayan bir süreçten geçiyor. Koronavirüs ya da COVID-19 adı verilen pandemik/salgın hastalık bütün insanlığa korku salıyor. İşin ilginç yanı ise hastalığın bu denli hızlı yayılması ancak ve ancak modern, küresel bir dünya ile mümkün olabilirdi.
Bir ekolog ve sosyal bilimci olarak, söz konusu hastalık hakkında ortalamanın üzerinde bilgi sahibi olmadığım gibi etkin bir çözüm önerisi sunacak bilgi birikiminden de mahrum olduğumu başından söylemeliyim.
Dolayısıyla daha çok iktidarlar tarafından alınan kararların mevcut sosyolojik durum, ekolojik sorunlar ve sürece olan ya da olası etkileri üzerine duracağım.
Sosyolojik boyut: Gündelik hayatı durdurmak
Korona virüs için alanın kararlara bakıldığında en kesin çözümün gündelik hayatı durdurmak şeklinde okunduğunu ve neredeyse bütün iktidarların bu uygulamayı seçtiği görülüyor. Bu kararın kolay alınmadığı ancak mevcut pandemi için zorunlu olduğu söylenebilir. Ancak bu kararın olası sonuçları üzerinde biraz düşünüldüğünde sürecin çokta planlı, programlı olmadığı maalesef bir “yaptım oldu” şekline evrilebileceği anlaşılıyor.
Sosyal yaşam ile ilgili en önemli konu kuşkusuz eğitimdir ve eğitim sürecinin her defasında bu tür bir arayı kaldıramayacağını anlamak gerekiyor. Özellikle her aşaması sınavlara indirgenmiş eğitim sisteminin çocukların ve gençlerin pedagojik gelişimleri yanında bu tür zorunlu kesintilerin konsantrasyonlarını da olumsuz etkilediğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. Eğitimin toplumsal boyutu da göz önüne alındığında aralar yerine baş etmeyi öğrenme ve öğretme seçeneğinin öne çıkarılması uzun vadede daha gerçekçi bir çözüm üretebilir gibi görünüyor.
Bunun yanında Türkiye gibi sosyal yaşamı iç içe olan ve insan ilişkileri el sıkma, sarılma, öpüşme, selamlaşma ritüelleri üzerinden temasa dayalı bir toplumda bireysel izolasyonun hastalığın yayılmasını engelleyeceği aşikar. Yine de toplumda karşılık bulması ve amacına ulaşması için bunun neden önemli olduğunu toplumun çoğunluğuna anlatma gerekliliği hala devam ediyor.
Toplumun önemli bir bölümünün bir yandan muhafazakârlaşırken öte yandan ekonomik olarak zayıflaması kent meydanları, parklar, cami bahçeleri gibi belirli kamusal alanların günlük uğrak alanlarına dönüşmesine sebep olmuş durumda. Belli bir yaş üstü için sosyalleşme alanlarına dönüşmüş bu alanları denetimsiz bir yasal düzenleme ile kontrol etmek mümkün değil. Bilim insanlarının uyarılarına bakılırsa en kırılgan kesimi de oluşturan bu yaş grubuna yönelik uyarıların ailelere yüklenmesi mevcut aile yapısı düşünüldüğünde sorunu çözmekten uzak görünüyor. Korana virüs bağlamda olmasa bile bu tür hastalıklarla yaşamaya alışmak zorunda olduğumuzu anlamamız gerekiyor.
İnsanların sokağa çıkmamaları yönündeki telkinlerin yine mevcut aile yapısı içinde kadınlar başta olmak üzere birçok insan için zaten var olan ve çözümü bir türlü sağlan(a)mamış sorunları daha da artıracağı unutulmamalıdır. Bu bağlamda uzun bir süredir toplum mühendisliğini bilgi kirliliği ve tek taraflı iletime dönüştürmüş görüntülü medyaya kontrollü ve gerekli bilgileri veren bir işlev kazandırmak gerekiyor. Bunun içinde “her şeyi bilen insanların” yerlerini işin uzmanlarına bırakmaları gerekiyor.
İnsanların evlerine kapanması ve bu şekilde hastalıkla ulusal mücadele beklentisi aslında karşılıklı bir beklentiyi de içinde barındırıyor. İnsanların evlerinde kalması temel ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkün. Oysa ABD ve AB ülkelerinde bu yönde çalışmalar yapılıyor gibi görünse de şu ana kadar eve kapanma sorumluluğu yüklenen insanlara karşı devletin ihtiyaçlarını karşılama yükümlülüğünü yerine getirmediği ortada. Dolayısıyla Mevcut durumdan kurtulmanın çift taraflı bir sözleşmeyle mümkün olduğu unutulmamalıdır.
Ekonomik boyut: Sermayeyi korumak
Mevcut pandeminin en önemli farkı kuşkusuz küresel ekonomiye vurduğu darbedir. Birazcık ekonomi takibi yapıldığında yaşananların insani boyutundan çok ekonomik krize dönüşmesinin yarattığı panik hemen görülebilir. Hatta AB ve ABD’deki ekonomi tartışmalarına bakıldığında şirketlerin ekonomik zararlarının nasıl ödeneceğine kadar birçok planlama ve programların yavaş yavaş belirlendiğini görmek mümkün. Türkiye henüz böyle bir program açıklamış değil ama farklı bir yaklaşım olmayacağı açık. En iyi ihtimalle bu tür desteklere ulaşabilecek küçük bir esnaf azınlığını kapsaması mümkün olabilir.
Bunun yanında işçilerin ne yapacağı, maaşları, desteklenmeleri konusunda tek bir yoruma rastlamak bile zor. Türkiye gibi nüfusun 3’te 1’inden fazlası işçi olan ve bu işçilerin %40’ından fazlası asgari ücretle çalışan insanlarında bu programlara dâhil edilmesi gereklilikten ziyade zorunluluktur.
Bunlara sözleşmeli çalışanları, ücretli çalışanları, kayıt dışı çalışanları da katmak gerekir. 4 kişilik aile ve ücret tartışmalarına girmeden bile sorunun vahameti görülebilir. Bu insanların, temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları, kiralarını, kredilerini, kredi kartlarını, borçlarını, faturalarını vb nasıl ödeyecekleri henüz önemsenen bir sorun gibi görünmüyor. Bu sorunları yaşayanların duruma gösterecekleri tepki de açıkçası son 20 yıldan sonra öngörülebilir değil.
Dolayısıyla işçiler bu bilinçte olsa da olmasa da bu tür durumların ciddi bir sınıfsal boyut taşıdığı ortada. Bir tarafta günlerce, haftalarca hatta aylarca çalışmasa bile hayatlarını idame edebilecek insanlar ve yoğunluktan uzak özel alanları öte yandan gelirleri giderlerini karşılamaya çoğunlukla yetmeyen, özel alanları giderek kamusal alana sıkışan kitleler. Yine de ortaya çıkacak durum ve çözümü zaman gösterecek demek daha gerçekçi olacaktır.
Ekolojik Boyut: Kader diyemezsin sen kendin ettin
Ekolojik sorunlar son 50 yıldır alarm vermesine karşın ciddi bir tedbir alınmış değil. Komplo teorileri bir yana bırakılırsa değişen doğa koşullarının canlıları yaşarkalmak için adaptasyona/evrimleşemeye zorlar boyutlara gelmiş durumda. Bunun da yeni virüs türlerinin gelişmesine etki etmesi kaçınılmaz. Modern dünya bir düzen çılgınlığına kapılmasına karşın doğanın bir düzen etrafında değil denge üzerinden şekillendiği unutulmuş gibi görünüyor.
Dolayısıyla insanların sebep olduğu ekokıyımın (ekolojik kıyım) bir noktadan sonra insana dönmesi kaçınılmaz.
Son dönemlerde yeni bir keşif ve bilim laboratuvarına dönüştürülmüş buzullarda keşfedilen yeni türler sınıflandırılmaya çalışılırken artık duymaya alıştığımız kopan buzulların neler barındırdığını öngörmek mümkün değil. Bu öngörülemezliğe bilimsel merak, kar hırsı ve tekel ilaç firmaları/laboratuvarlarını da eklemek zorundayız.
Sonuç: Yeniyi üretmek
Koronavirüs bir yandan dünyanın mevcut sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu gösterirken öte yandan unutulmaya ya da unutturulmaya çalışılan sınıfsal ilişkileri yeniden gün yüzüne çıkarması bakımından bir dönüm noktası olacak gibi görünüyor. Durumun sınıfsal bir çözümleme ile sonuçlanma ihtimali zayıf olsa da mevcut düzenin bu şekilde daha fazla ilerlemesinin zor olacağı açık.
İnsanlık dünyanın taşıma kapasitesini nüfustan, kaynaklara, yeraltından yerüstüne her alanda aşmış durumda. İnsanlık yaşarkalmak için daha adil bir düzen ve daha barışçıl bir model üremek zorunda. Dolayısıyla ekolojik yoldaşlık temelinde yeniden örgütlenmediği takdir de pandemik hastalıklar karşılaşılacak sorunlardan sadece bir kısmını oluşturacak gibi görünüyor. (SG/AÖ)