Fotoğraf: Yağmur Karagöz/bianet
Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
bianet Erkek Şiddeti Çetelesini tutmaya Ekim ayında başladım. Sekiz aydır işim her gün ulusal ve yerel basında çıkan tüm şiddet haberlerini taramak ve kadın, çocuk ve LGBTİ+’lara karşı erkek şiddeti içeren her vakayı bianet Kadın – LGBTİ editörü Evrim Kepenek ile raporlamak.
bianet 2008 yılından beri basına yansıyan erkek şiddetinin çetelesini tutuyor. bianet Erkek Şiddeti Çetelesi yerel ve ulusal gazeteleri, haber sitelerini ve ajansları tarayarak erkek şiddeti haberlerini, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin bir dökümü olması için derliyor. Erkek Şiddeti Çetelesi aylık olarak “cinayet”, “çocuk cinayeti”, “intihara sürükleme”, “şiddet ve yaralama”, “cinsel saldırı”, “tecavüz”, “taciz”, “tehdit”, “çocuk istismarı” ve “seks işçiliğine zorlama” vakalarını ve hukuki süreçlerini takip ediyor.
Ekim ayında en büyük çekincem her gün taramam gereken binlerce haberi toplumsal cinsiyet odağıyla ayıklarken ve raporlarken, öldürülen kadınları istatistik olarak gören anaakım medyanınkine benzer bir duyarsızlaşma yaşamaktı. Benim için tam tersi oldu, her vaka beni bir öncekinden daha da derinden etkiledi.
TIKLAYIN - 2008'den 2020'e bianet erkek şiddeti çetelesi
Erkek şiddeti raportörü olduğumda, haberlerin her birini tüm detaylarıyla çok sayıda kaynaktan okumaya başladım. Bu süreçte aynı haberlerin sıradan bir okuruyken karşılaşmadığım bir şeyle karşılaştım: Erkek şiddetinin bağlamıyla. Önceden karşılaştığım ise ya birbirinden kopuk, ilginç ve sürükleyici olmak üzere yazılmış şiddet öyküleri ya da ideolojik olarak yorumlanan istatistiklerdi.
Vakaları tek tek takip etmeye başlayınca gözüme ilk çarpan şey, aslında basit görünen bir gerçeklik oldu: Kadınlar için hayatın her alanı birer mücadele alanı.
Evden işyerine, otuz yıllık kocadan uzaktan eski sevgilisine benzeten yabancıya, günlük hayatın sıradan öğeleri pek çok kadın için tehlike içeriyor. Tehlikenin farkına varan ve kendilerini korumak isteyen kadınların sağlıkları ve mutlulukları için verdikleri her karar ise potansiyel “ağır tahrik” ya da “iyi hal” indirimi gerekçesi. Ama bunlar, bazı kadınlar için somut gerçeklikler olduğu kadar, olayları ikinci el takip eden pek çok kişi için de bir o kadar soyut ve uzak.
Söylemsel uygulamalar ve olayların ideolojik olarak çerçevelenme biçimleri diğer birçok gündem maddesinde olduğu gibi, erkek şiddetinin de karmaşık bağlamını ve kapsamını okurlardan gizliyor. Bunu örnekleyen güncel bir durum ise korona döneminde erkek şiddetinin azaldığına yönelik egemen söylem ve haberler.
Korona döneminde şiddette “azalma”
Korona döneminde, cinayetlerin azaldığına yönelik farklı rakamlar içeren farklı haberler yapıldı. bianet Erkek Şiddeti Çetelesine göre erkekler Mart ayında 25, Nisan’da 17, Mayıs’ta 19 kadını öldürdü.
Ancak ne egemen söylemin kaynaklarından ne de bianet’in rakamlarından yola çıkarak genel anlamda erkek şiddetinin azaldığını önermek, dönemin özel koşullarını görmezden gelmek anlamına gelir. Sokağa çıkma yasaklarının olası failleri fiziksel olarak engellemesi, şiddet eğiliminde bir azalmaya karşılık gelmediği için uzun vadede anlam ifade edebilecek bir niteliğe sahip değil. Buna ek olarak, Ramazan ayı kendi başına zaten istatistiki sapma olarak kabul edilebilecek bir niteliğe sahip (Geçen yıl da çetele ramazan ayında azalma tespit etmişti).
Öte yandan korona öncesi ile korona dönemi vakaları arasında nitel anlamda büyük farklılıklar söz konusu değil. Kıskançlık ve ekonomik tartışmalar hâlâ failler tarafından cinayetlerin gerekçesi olarak gösteriliyor, evler hâlâ güvenli alanlar değil, uzaklaştırma kararları hâlâ uygulanmıyor, ve erkeklerin öldürdükleri kadınlar hâlâ yaşam biçimleri bahane edilerek kendi cinayetlerinin suçlusu ilan ediliyor.
Azalan güvenliğe erişim oldu
Korona döneminde beni esas endişelendiren, cinayetler dışındaki şiddet haberlerinin, darp, yaralama, taciz ve tecavüz olaylarının basına yansımasının büyük oranda azalması oldu.
Bir süre sonra ise pek çok gazete iktidar söylemlerine dayanarak erkek şiddetinin pek çok ülkede karantina sürecinde artarken Türkiye’de azaldığını coşkuyla kutlamaya başladı. Ancak geçmiş verilerden yola çıktığımızda, vakaların korona döneminde şikayet mercilerine ulaşma oranının azalmış olması, şiddetin gerçekten azalmasından ya da olası bir azalmanın organik ve kendiliğinden gerçekleşmesinden daha olasılıklı. Çünkü bu dönemde şiddet failleriyle evlere kapatılan ya da eski kocaları kendilerine şiddet gösterdiği için girdikleri cezaevlerinden yeni çıkan kadınlar için azalan en önemli şey polis merkezleri ve hastanelere erişim oldu.
Korona öncesinde de çetelede “şiddet / yaralama” başlığı altında tek bir maddeyi oluşturan pek çok vaka maalesef tek bir darp olayını değil, kadın sonunda şikayetini resmi merciler ya da medyaya ulaştırana kadar, aylarca ya da yıllarca sürmüş sistematik şiddet süreçlerini belirtiyor.
Küresel bir pandemi ya da karantina ve sosyal mesafe önlemleri yokken, yani emniyet ve sağlık ekiplerine ulaşım kağıt üzerinde kolayken bile büyük bir çoğunluğu resmi kurumlara yansımayan vakaları saymak mümkün değil. Bu nedenle bu sonuçları önerebilecek bir erkek şiddeti istatistiği yorumunun bilimselliğinden söz edilemez.
Medya şiddeti normalleştirmeye devam ediyor
Korona döneminde erkek şiddeti haberlerinin verilmemesi bir yana, çetele için medya takibi yapmanın en büyük zorluğu belki de medya. Hem istatistiklerin ideolojik yorumlandığı haberlerde hem de cinayetleri tek tek veren rutin haberlerde şiddetin normalleştirilmesi süreci hâlâ devam ediyor.
Haberlerin büyük bir çoğunluğu erkeklerin öldürdüğü kadınları suçlayan, yani şiddete bahane üreten cinsiyetçi dil ya da şiddeti süs öğesi olarak kullanan, sansasyonel öyküleştirme biçimleri gibi gazetecilik pratikleriyle objektif olguları neredeyse gizliyor. Öte yandan sansürsüz, başlığa tıklayınca kendiliğinden oynamaya başlayan taciz videoları, sansürsüz ceset fotoğrafları şiddeti yayarak tekrar üretiyor.
Bazen failin erkek olduğunu doğrulamak bile saatler alabiliyor. Çünkü haber öznesi kadın olduğu zaman genelde “kadın” diye belirtildiği halde erkeklerden “kişi” olarak bahsediliyor, erkek olduklarının belirtilmesi gerekli görülmüyor. Öznenin erkek olduğuna yönelik bu ön kabul ise “Kadın Öldürüldü”, “Kadın Dehşeti Yaşadı” gibi sık karşılaşılan erkek şiddeti haber başlıklarında yerini bulmuyor.
Erkeklerin özneliğinin yerini bazen “cinnet” diye, yetişkin erkekleri kontrolleri dışında karılarını, sevgililerini ya da kızlarını öldürmeye sürüklediği iddia edilen mistik bir olgu bile alabiliyor. Kısacası medyada erkekler, işledikleri suçtan sorumlu tutulacakları zamanlar dışında haberlerin nihai öznesi.
Erkek şiddetini bağlamından koparmak, vakaları yaşayanın kadın olduğu rastgele “kadına şiddet” öyküleri, ya da “toplumun kanayan yarası”nın iyileştiğine yönelik istatistikler günümüzde belki daha da tehlikeli. Çünkü bildiğimiz üzere tarih boyunca özellikle ekonomik sıkıntı dönemlerinde, toplumsal şiddet emeği değersizleştirilen, işgücünün doğurucusu ve ücretsiz bakıcısı olması istenen kadınlara yönlendirildi. Bunu normalleştiren ve yaygınlaştıran ise, ekonomik ve politik iktidar odaklarının söylemlerini yankılayan medya oldu.
Erkek şiddeti haberleri de şiddeti kadar sistematik
Günümüzde artık medya dilinin ideolojik olduğunu biliyoruz. Ama gündem haberlerinde, köşe yazılarında açıkça gördüğümüz yapıdan izole gösterilen şiddet haberlerinin de bir o kadar ideolojik olduğunu gözden kaçırabiliyoruz. “Karısını öldürdü” yerine “Eve geç geldi, kabusu yaşadı” başlığının bir o kadar zararlı olabileceğini, erkek şiddeti hakkındaki haberlerin de erkek şiddeti kadar sistematik olduğunu unutabiliyoruz.
Erkek şiddetini toplumsal bağlamı dışında değerlendiren her söylem, belki en tartışmalı köşe yazısından bile daha politik. Çünkü bu söylemler kadınlar, yaşamları ve bedenleri üzerinde iktidar kurmayı hedeflerken politik olduklarını gizleyebiliyor. Bu nedenle şu an yaşadığımız gibi olağandışı dönemlerde, aslında bildiğimiz gerçeklikleri kendimize ve birbirimize, belki her gün hatırlatmamız gerekiyor. (EÖ/EMK)