* Fotoğraf: Pixabay
Geçen gün çalıların içine sığınan sekiz yaşlarındaki iki öğrencimin kendi aralarındaki konuşmasına kulak misafiri oldum. Büyük bir merak içindeydim. Sessizce yaklaştım onlara. Benim yakınlarında olduğumu anlamış olmalılar, fakat “ilgilenmiyor” gibi davrandığımdan pek oralı olmadılar. Amacım onların oyununa engel olmak değildi elbette. Özgürce oynayabilirlerdi. Ben sadece onları izlemek, duymak ve anlamak istiyordum.
Hava İsveç’in coğrafik şartlarına göre oldukça sıcaktı. Toplum olarak korona günlerini endişeyle yasadığımız bu günlerde, 13 derecelik hava sıcaklığı, bol bol açık havada olma motivasyonumu daha güçlü kılmıştı. Teneffüste nöbetçi öğretmendim ve özellikle bu iki çocuğa odaklanmak istemiştim. Çünkü, sınıfta tartışılıp oy birliği ile alınan karar gereği çubuklarla oynamak yasağı konduğunda bu çocuklar protesto etmişlerdi. Bu kuralın “haksız” olduğunu söylemişler ve “yine de oynamaya devam etmeyi düşünüyoruz” demişlerdi. Paradoksal olan, bu anarşist ruhlu iki çocuğun kararlılığı biz kadın eğitimcileri hem sevindirmiş hem endişelendirmişti. Biz eğitimciler sadece birbirimize manalı manalı bakmakla yetinmiştik sınıfta. Bu çocukları ikna edemediğimize göre, onları anlamaya ve kontrol etmeye çalışmaktan başka bir şey yapamayacaktık. En azından bu yakın zamanda. Açıkça belirtmeliyim ki, durmadan can alan Korona virüsünün yarattığı endişeye rağmen; bu çocukların korkusuzluğu, onlara olan hayranlığım ve saygımı daha da artırmıştı. Gerçek şu ki, bütün derslerinde başarılı olan bu çocuklar sadece özgür bırakılmak; müdahalesiz oyun kurmak ve oynamak istemekteydiler. Kısıtlamaya karsı çıkmaları ve çubuklarla oynama isteklerinden taviz vermeyeceklerini açıkça beyan etmeleri bundandı.
Peki neydi bu katı kural?
Çalılarda oynanan oyunlar çubuksuz olmak zorundadır. (Bunun nedeni, oyun sırasında kasıtlı ya da kasıtsız meydana gelen kazaları önlemek.) Bu kurala uymayanların, bir daha çalılıkların olduğu bölgede oynamaları tümden yasaklanacaktır. Veliler de bu durumdan haberdar edilecektir, diye izah edilmişti.
Ben nöbetçi olduğum gün, bu çocukların fantezi ve meraklarına yenik düşeceklerini iyi bildiğimden, onlara yakın bir yerde olmayı tercih etmiştim. Hani ne olur ne olmazdı, kurdukları oyun gereği, çubuklarıyla yine “iyi ve kötü” pozisyonlarına geçebilirlerdi. Zira bu durum ilk ve yeni değildi hiçbirimiz için. Her gün okul bahçesinde, teneffüslerde, tekrar tekrar konuşulan, tartışılan ve hatırlatılan bir konuydu. Alınan bu kurallar her gün hatırlatıldığı halde, her seferinde yeni bir kaza, kavga ve şikâyetle karşı karşıya geliyorduk biz eğitimciler. Bu durumdan, hem bu oyunlara aktif olarak katılan çocuklar, hem de onlara yakın olanlar zarar görebiliyordu. Bu nedenle, dersin bir kısmını, çocukların kendi aralarındaki çelişkileri çözmekle geçiriyorduk. Bu sorun hem gereksiz hem de yorucu olduğundan, birtakım önlemler almak zorunda kalmıştık.
Çalılara sığınan çocukların aralarındaki diyalog aynen şöyleydi:
Bırakalım bunlar burada saklı kalsın. Çıkmayalım buradan, tamam mi? Baksana...! Başımız da duruyor (Bu son cümleyi söylerken sesini alçaltmıştı Albino) Topladığımız bu çubukları silah olarak kullanmamızı yasaklamasalar ne olur ki? Gerçek sanıyorlar, di mi? (Bir yandan da, çalılıkta bulunan irili ufaklı, büyüklü küçüklü çubukları, ellerinde evirip çeviriyorlar ve istedikleri bir düzene koymaya çalışıyorlardı.)
Benji: Bence de, ama burada gizlice savaşırız, tamam mi? Buradan çıkmayalım. Bizi duymasın... (Acele ediyordu konuşurken.) Ben iyi olanım. Sen kötü, tamam mı?
Albino: Hayır ben iyi olmak istiyorum. Sen kötü rolü oyna! Lütfen, olur mu, lütfen!
Benji: Ama ben hep kötü oluyorum öbürleri de varken. Sadece biz ikimizken bir kerecik de ben iyi olayım! Olmaz mı, lütfen, olmaz mı?
Albino: İyi de..! Bak, olmak istemiyorum kötü, çünkü ablam bana kötü olmanın ve savaşmanın iyi olmadığını söyledi. Sadece kötüler savaşırlar. Bunu ben de biliyorum, ama gizlice savaşalım!
Bir sessizlik oldu. Sadece sürtünen çubuk sesleri ve homurtulardı sessizliği bozan. Ben dikkat kesilmiştim. Elimden geldiğince kıpırdamadan olduğum yerde dikilmiş, duruyordum. Umarsız bir tavır takınarak etrafıma bakıyor olsam da, adeta putlaşmıştım. Çocuklardan biri bir iç çekti. Bu Benjamin olmalıydı.
Benji: Ama ben bir şeyi hiç anlamıyorum… Dur bir, dur…Aaa…! (Heyecanlıydı ve düşüncelerini toparlamaya çalıştığı belliydi!) Peki neden büyükler savaşıyorlar, madem savaş kötü? Savaşın kötü olduğunu söyleyen de onlar? Yanılıyor muyum, ha, söyle bakalım!
Bir duraksama oldu. Homurdanmalar duyuluyordu yine!
Albino: Evet, ama karar vericiler bunu istiyor. Hani o Trump, bir de, dur, neydi onun adi...! Ha, dur! Ha, Rus Potin diye biri varmış... Üstelik bizim ülkemize çok yakın ve tehlikeliymiş. Babam da öyle diyor.
Benji: Neden? Onlar hala öğrenememişler mi? Ee, nasıl onlar karar vermek zorunda ki?
Albino: Ya, idiotca bir şey iste! Onlar aptal bence. Ama nasıl karar verici olabiliyorlar...? Düşünsene, (alaylı gülüyor) çok komik! Bok herifler! Ablam diyor ki “aslında, bu moruklar psikopat, ama kimse cesaret edip onlara bir şey diyemiyor”. Düşün bir! “Moruk herif! Sen bir psikopatsın. Seni şimdi makamından kovuyoruz. Çünkü sen hem aptal hem de kötüsün bayım” dese biri, onu hemen yok ederler. Hemen, anlıyor musun? (Sesi kabalaşmış ve heyecanlıydı.)
Benji: Aaa, he ya, bence de! Ben bile korkardım. (Yine bir sessizlik!) Bence doktora gitsinler, hem de çok iyi bir doktora (gülüştüler. Bir tereddüt ve ironi sezinledim seslerinde).
Gülüşmelerden sonra bir sessizlik oldu yine. Homurtular ve yine çubuk sürtüşmeleriydi duyulan. Düşünüyor olmalılar!
Albino: Bak şimdi! Sen de anlamıyorsun galiba! Doktorlar da korkuyor, anlamıyor musun? Üstelik Korona virüsü yüzünden hastanede yer yok ki onlara. Annemin hemşire olduğunu unutma. O çok şey anlatıyor bize... Hm, ayrıca, bu moruklar, istediklerini hapse tıkabilirmiş. Ablam öyle diyor.
Benji: Nasıl bu kadar çok şey bilebiliyor senin ablan?
Albino: O öyle işte… Çok kitap okuyor, çok! Harry Potter’ın bütün kitaplarını bir haftada okudu, anladın mı, bir haftada. (Sesinde gurur, sakinlik ve heyecan var.) Aylık parasını hep kitaplara ve posterlere harcıyor. Neden biliyor musun? O Greta Thunberg gibi olmak istiyor çünkü. Bak! Ablam, onun posterleriyle odasının bütün duvarlarını süslemiş. Görmelisin! Biliyor musun, ablam ne diyor? Savaşların tek suçlusu erkeklerdir, diyor. En ilginci ne, biliyor musun? Babam da ona katılıyor (çabuk çabuk konuşuyor ve gülüyordu ironi ile).
Yine bir duraksama, çubuk sesleri, homurdanmalar. Birinin derin bir nefes aldığını duydum.
Benji: O da kim?
Bir duraksama ve iç çekme çubuk seslerine karıştı yine.
Benji: Aaa, dur! Bi saniye, hatırladım! O çevreyi düşünen kız, di mi? Onu biliyorum. Benim ailem de onu çok beğeniyor. Hm, evet, (içini çekiyor ve duraksıyor bir süre). Keşke benim de bir ablam olsaydı ve bana senin ablan gibi çok şey öğretseydi.
Albino: Hm, evet, iyi olurdu. Bize gelebilirsin. O sana da öğretsin. Ablam çok nazik, hiç karsı çıkmaz ki. İstersen ben söylerim. Söyleyeyim mi? (Sesinde bir yumuşaklık var.)
Benji: Hm, olabilir! Öğretmenimiz teneffüslerde savaşmamamızı söylemişti ya, sanırım aynı nedenden, di mi?
Albino: Evet. Ondan tabii. Ben bunu çoktan biliyordum zaten!
Yine bir sessizlik oldu. Duyulan hışırtılar ve mırıldamalardı, ama ben bu sesleri ayrıştırmakta güçlük çekiyordum, çünkü az ileride bir hareketlenme oluyor ve öğrenciler okulun giriş kapılarına doğru ilerliyorlardı. Saatime baktım. Evet, derse girme zamanıydı. Ben çok konsantre olmuş ve çivi gibi çakıldığım yerde çocukların konuşmalarına odaklanmaktan vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım doğrusu. Kendimi bir ispiyoncu gibi hissediyordum. Ama iyi niyetli türlerinden!
Albino: Aa, bir saniye! Nerde öbürleri?
Çocuklar kafalarını çalılıklardan dışarıya uzattılar büyük bir telaşla. Ayaklarının ön kısmına basarak etrafa bir göz attıktan sonra, tedirgince bakıştılar. Sonra, dönüp bana baktılar. Benim sakinliğime ve hiçbir şey söylemememe şaşırmış görünüyorlardı. Ben onlara bakıp gülümsemekle yetindim. Bir şey dememe fırsat vermeden etraflarına baktılar yine. Ben yavaşça onlara doğru bir iki adım attım, ama onlar, bir kez daha dönüp bana baktıktan sonra okula doğru ilerlediler.
Benji: Neee! Derse gecikiyoruz, anlıyor musun, gecikiyoruz! Senin yüzünden ellerimizi yıkamaya zamanımız kalmayacak... Korona olduğunu unuttun mu yoksa?
Çocuklar savurdular çubukları dört bir yana. Adeta koşu yarışı yaparcasına kurşun gibi koştular sınıfa doğru.
“Hayır, senin yüzünden! Sen de sormasaydın onca şeyi!” diye bağırdığını duyuyordum birinin. Sesin hangisine ait olduğunu iyi seçemiyordum artık. Peslerinden hızlı adımlarla ilerledim kıs kıs gülerken. Bir zafer elde etmiş gibiydim.
Bu öğrencilerim sayesinde birkaç dakikalığına da olsa Korona virüsününüm bende yarattığı endişeyi unutmuştum. Her gün yüzlerce can alan Korona vahşetine rağmen hem umut dolmuştu yüreğime hem de sevgiyle bakakalmıştım arkalarından bu güzel çocukların... (HK/AS)