Gabriel García Márquez'in kitabı "Kolera Günlerinde Aşk" 2007'de film olarak çekildi.
Filmde Giovanna Mezzogiorno ve Xavier Bardem başroldeydi.
Telefonuma hemen cevap verdi. Aramamı beklediği belliydi. Sakin, titrek bir sesle “Doktor bey, günaydın” dedi. Karanlık, eski bir evin koridorundan konuştuğunu hissettim. O an yüzünü görmek istedim “Bay Rota ile ilgili görüşmek istemiştim. Eşisiniz, değil mi?” dedim. “Evet, eşiyim.” “Dün de anlatmıştım zaten, kocanızın durumu iyi değil. Çok yaşlı. Biliyorsunuz bu hastalığı özellikle yaşlılar çok kötü geçiriyorlar. Alzheimer hastalığı da cabası. Şimdi yemek yemeği de reddediyor. Bizim çabalarımız da ancak bir noktaya kadar yetebiliyor. Anlıyorsunuz, değil mi?” “Ah doktor bey, ben yanında değilim ya hepsi bundan! Görüyorsunuz, bana ihtiyacı var. Biz 55 yıldır evliyiz. Acile götürdüğümüzde yeğenim yalnız kalırsa kocamın pes edeceğini söylemişti. Ne kadar haklıymış!” “Çocuklarınız var mı, bayan Rota?” “Yok, doktor bey, sadece ikimiziz. Tüm yaşamımızı beraber geçirdik, yeğenlerimiz var. Sizden bir iyilik isteyebilir miyim? Eşimle konuştuğunuzda benden bahsedin. ‘Pietro, Pigi sana bir haber yolladı’ deyin, bana taktığı isimdir bu ve lütfen yatağının başında olmama izin verilmediğini, ancak onu çok sevdiğimi söyleyin. Lütfen bunu söyleyin; bu ona çok yardımcı olacaktır, inanın. Unutmayın, ‘Pigi’ deyin bana seslendiği gibi, o anlayacaktır”. Kendimi kötü hissettim. Sesim titreyecekti, konuşmaya ara verdim. Birkaç saniye, içinde bulunduğumuz durumun garipliğini içselleştirip her ikimiz de hattın bir ucunda sessiz kaldık.
"Şimdi yalnızım"
Bunun bir tarafı pandemi kuralları neticesiyle iyisiyle kötüsüyle, hastalıkta sağlıkta yaşamı aşkla paylaşmış çiftlerin yaşamlarının önemli son anlarını paylaşamamaları, diğeri ise hastalıktan sağ çıkma olasılığı olmayan demansif yaşlı birinin yaşamının son anlarını yatağa bağlı, yabancı bir mekanda, daha önce hiç tanımadığı maskeli, eldivenli, beyaz kıyafetli birilerinin ne amaca yaradığını bilmediği oksijen maskesi vermesi idi.
Bayan Rota’ya kocasının artık hiçbir sese yanıt vermediğini ve büyük bir olasılıkla son saatlarini yaşamakta olduğunu söyleyemedim. Mesajının iletileceğine, kocasının sevdiği kadının sözlerini benim ağzımdan duyacağına inanmasını sağladım. Bayan Rota bir süre daha konuşmak istiyordu. Duygularıma hakim olamayacağımı hissettim, konuşmayı sonlandırmaya çalıştım. “Bana zaman ayırdığınız için teşekkür ederim doktor bey” dedi. “Biliyorsunuz, şimdi yalnızım.” “Bizim görevimiz bu, bayan Rota, söylemenize bile değmez” (1).
Doktorlar için de ağır yük
Bir tıp dergisinden alıntıladığım bu yazı İtalyan bir doktorun koronavirüsüne yakalanmış ölmekte olan yaşlı bir hastanın karantina altındaki virüs taşıyıcısı eşi ile yaptığı telefon görüşmesi. Yazı beni yaşamakta olduklarımıza başka bir açıdan bakmaya itti. Son altı aydır okuduklarımızın, konuştuklarımızın vaka sayıları, ölüm oranları ve yasaklar ile sınırlı olduğunu hatırladım. Virüse yakalanmış insanların ve onların sevdiklerinin ne hissettikleri, korkuları, kaygıları, yalnızlıkları arka plana itildi. Bunun ötesinde karantinada yalnızlık çeken bir hastanın yoğun bakıma yatırılmasına ve ölmesine şahit olmak, hastanın sesini duymayı bekleyen ailesine hastanın kötüleştiğini bildirmek, onların “Ne olur ona onu çok sevdiğimizi söyleyin” ricasını yerine getirememek, hastanın öldüğünü telefonun soğukluğu ile paylaşmak, ne kadar tecrübeli olursak olalım, iş yükü altındaki biz doktorlar için de çok kolay değil. Yoğun bakım viziti yapan bir meslektaşını ertesi gün aynı yoğun bakımda solunum cihazına bağlı yaşam mücadelesi verirken görmek de yıpratıcı. Sevdiği insanın ölmek üzere olduğunu bilmenin yarattığı acıyı bile tahayyül edemezken, onu görememek, ona dokunamamak, sarılamamak, haberini karantina altında yalnız yaşıyorken telefonla almak, acısını kimseyle paylaşamamak pandeminin insanlara bunun ötesinde yaşattıkları.
Psikolojik etkiler gözardı edildi
Hepimiz pandemi sürecinde önceliğin insan ölümlerini azaltmak, dolayısıyla Covid-19 enfeksiyonuna yakalanmamak olduğunu savunduk. Siyasilerin de olayın ciddiyetini fark etmesi ile yasaklar, maskeler, karantinalar devreye girdi. Tüm bunların insan psikolojisine etkileri ise arka plana itildi. Korku tüm hayatımıza egemen oldu. Yaşlılar aylarca evlerinden dışarı çıkamadılar. Yalnız kaldılar. Sevdiklerinin, yakınlarının hastalığı bulaştırma korkusuyla ziyareti kesmeleri yalnızlıklarını arttırdı, birçoğu depresyona girdi. Çocuklar okullarına gidemedi. Arkadaşlarıyla birebir yaşadıkları ilişkiler bilgisayar oyunları düzeyine indi.
Yeni tanışan çiftler ilişkilerini ilerletemedi. İlişkileri evlilik boyutuna gelmiş olanlar sevinçlerini en yakınları ile paylaşamadı. Sevdikleri öldüğünde insanlar acılarını tek başlarına yaşadılar. İnsanlar en yakınlarının cenazelerine katılamadı. Düğün evleri, cenaze evleri bomboş kaldı. Fiziksel dokunuşun insana huzur ve rahatlık sağlamakta olduğunu gözardı ettik. En yakın arkadaşına, sevdiğin insana sarılmak, öpmek bile bu dönemde yasaklandı. Stres, depresyon, sıkıntı ve kızgınlık hakim olan duygular. Pandemi döneminde kendini iyi hisseden, hayatı olumlu yönde etkilenmiş bir kimseye rastlamak pek de mümkün değil.
“Kolera Günlerinde Aşk”, Nobel ödüllü yazar Gabriel García Márquez’in çok bilinen bir romanı. 51 yıl süren tutkulu bir aşktan bahsediyor. Korona günlerinin gerçeği ise bir ömür süren aşkların sonlanması, korku, yalnızlık, çaresizlik.
Bu günler geçecek, pandemi bir gün bitecek. Herkesin hayatı bir şekilde yeniden başlayacak. Ancak bu dönemin yarattığı travmaları yenmek o kadar da kolay olmayacak.
(NÖ)
- Benatti S.V. www.annals.org; doi:10.7326/M20-1137