Deprem olunca; ne olduğunu anlamaya kalkmadan dünyanın tersine döndüğü hissine kapılıyorsun. Dışarı fırlıyoruz, etraftan gümbür gümbür sesler geliyor, binalar birer birer yerin dibine doğru çöküyor. Bütün dünya bir toz bulutuyla kuşatılmış. Göz gözü görmüyor, insanların çoğu evlerinde uyumaya hazırlanırken veya aileleriyle otururken kendilerini bu kıyamet provasının içinde bulmuşlar.
Herkes kendini can korkusuyla dışarı atmış. Kimi ayakkabısını unutmuş, kimi ayakkabının tekiyle çıkmış. En trajik olanıysa çocukların hali; hepsinin korkudan gözleri kocaman büyümüş, ağlamaklı yüzleri, tutulmuş dilleri. "İşte korkunun resmi bu!" dedirtiyor. Sadece çocuklar korkmamış, yetişkinlerin yüzünde de dehşet ifadesi. Toz bulutu yavaş yavaş dağılıyor her şeyin üstünde bir karış toz, insanların yüzleri de tozdan topraktan beyaza kesmiş, arabalar, binalar tanınmaz halde. Binalar deyim yerindeyse pelt olmuş.
Afet bölgesi
İnsanlar korkularını biraz üzerlerinden attıktan sonra soğukkanlılıklarını bir nebze de olsa geri kazanıyorlar. Sağ kurtulabilenler yakınlarının bulunduğu apartmanlara endişeyle koşuyorlar. Kimi yakınlarını iyi durumda olduğunu örünce yüreklerine su serpilmiş gibi oluyorlar. En fenası, yakınlarının bulunduğu binanın çöktüğünü görenlerin perişan halleridir. Henüz kurtarma ekipleri bölgeye ulaşmamışken; insanlar, birden enkaz yığınlarının üstüne hücum ediyorlar ve bir şekilde enkaz altında kalan insanlara ulaşmaya çalışıyorlar. Elleriyle enkazı kazıyorlar, sesleniyorlar, feryat ediyorlar ama bir ses seda yok. İçerideki kişilerin yakınları dizlerine, yüzlerine vuruyorlar. Feryat ediyorlar, sesleniyorlar ama bir türlü teselli olamıyorlar. Bir babanın feryadı "İçeride kızım var mesaj atmış yaşıyorlar. Bodruma sığınmışlar ne olursunuz yardım edin çıkarın kızımı bana!" deyip gözyaşı döküyor.
Biri daha: "İçeride ablam vardı otobüs acentesinde bekliyordu deprem için gelmişlerdi bu akşam gidiyorlardı otobüs beklerken binanın altında kalmış."
"Belki orada değil nerden öğrendiniz?"
"Oğlu vardı yanında dışarı çıkmış bir de bakmış sarsıntıyla bina yıkılmış koştu bana geldi annem göçük altında kaldı dedi."
Feryat figan gözyaşları sel olmuş akıyor enkazların üstüne. Ertesi sabah genç bir kadın, söylenene göre öğretmen, Yüksekova'da ağlıyor, "Kimin için?" diye soruyoruz
Haykırarak; "Babam" diyor. Babası Elazığ'dan Erciş'te ki depremzedelere yardım getirmiş gelirken yol üstü de kızını görmüş o saatte otobüs firmasında Elazığ'a itmek üzere olan otobüsü bekliyormuş. Kiminin oğlu, kiminin babası göçük altında kalmış. Herkes enkaz başında gecenin keskin ayazında herkes, yakınlarından gelecek güzel haberi bekliyor.
Bir zaman sonra bu kıyamet provasının, dehşetli anların sadece 5,6 şiddetinde olduğunun belirtilmesi, insanları adeta çileden çıkarıyor. Bu kadar şiddetli hissedilen bir depremin artçı sarsıntı diye nitelendirilmesine, zaten gergin olan halkın tepkisine büyük tepkisine neden oldu. Halkın çoğunluğu bu depremin yedi şiddetinden fazla olduğunu söylüyor. Bir başka isyanda, bu kadar çürük binaların afet koordine merkezi tarafından önemsenmeyip içinde insanların kalmasına göz yummalarına. En anlaşılmayan konuysa ertesi gün bile, bölgenin hala afet bölgesi ilan edilmemiş olması.
İlk belirlemelere göre 28 binanın çöktüğü söyleniyor. Görünen o ki, çöken binaların sayısından çok yan yatmış ya da kullanılmaz hale gelmiş yapı var. İnsanlar sadece Cumhuriyet Caddesi'ndeki yapıların çok ön plana çıktığını ama oysaki kenar mahallelerde birçok evin yaşanılmaz hale geldiğini söylüyorlar. Tüm bu yaşananlara rağmen; önceki depremden bu yana da henüz hiçbir yardımın doğru dürüst ulaşmadığı göze çarpıyor. İnsanlar çoluk çocuk, özürlü, yaşlı gecenin ayazında sabahlıyorlar birçok okul tahrip olmuş ve kullanılmaz halde. Bundan ötürü okullar aralık ayına kadar ertelenmiş.
Hayalet şehir
İlk saniyelerde, canını kucağına alıp da kendini kurtarabilenler şuursuz bir şekilde sağa sola koşuşmaya başlıyorlar. Kimse nereye koştuğunu, ne yapması gerektiğini bilmiyor. Herkesin aklında yer yerinden oynamış bir şekilde kaçmak gerektiği hissi... İnsanlar don gömlek, ayakkabısının bir tekiyle, üstte başta bir şey yok. Kiminin kucağında çocuğu, kiminin sırtında anne ya da babası koşuyorlar.
Sokaklar karma karışık. Yıkılmış binalar, toz duman olmuş yollar, elektrikler kesik. Çığlıklar, siren sesleri, alarmlar, korna sesleri, feryatlar birbirine girmiş. Arabaları olanlar çoluk çocuklarını toplayıp bir şekilde kaçıyorlar. Nitekim Van, ertesi gün bir hayalet şehir görünümünü alıyor. Sokaklar bomboş insanlar yıkılmış veya kullanılmaz hale gelmiş evlerinin önünde çaresizce bekliyorlar. Yine çocuklar ayazdan yanakları kızarmış bütün gece uykusuz kalmış.
Otobüs terminalleri, hava yolları acenteleri tıklım tıklım, biletlerde talep patlaması olmuş. Bankaların para makinelerinde para kalmamış. İnsanlar doğdukları, doydukları, büyüdükleri, Yaşar Kemal'in deyimiyle Van gölü cennetinden bir şekilde kaçmaya çalışıyorlar. Zira Van artık yaşanılacak gibi bir şehir değil. Yapılar ya yıkılmış ya devrilmiş. Ayakta kalmış binalarda da büyük tahribatlar var. Bütün alt yapılar arızalı; su patlakları, elektrik kesintileri, doğal gaz sızmaları, kısacası Van'a giriş çok az, çıkmak için insanlar bir birilerine yol vermiyorlar. (YK/EKN)