Gelecekte bir gün bu savaş bittiğinde, Kürt meselesini tarihsel-siyasi bir süreç olarak hangi terimlerle tartışıyor ya da anıyor olacağız, bilemiyorum, ancak, ölüp gitmiş olanların yaşamlarından çalınan zaman ve arkalarından dökülüp de çoktan kurumuş olan gözyaşlarının günahı boynumuza olacak, hepimizin. Artık Türkler eski Türkler, Kürtler eski Kürtler olmasa bile, bu böyle olacak.
Bugün Türkiye'de bir insan hakları, kültürel haklar ve siyasi haysiyet meselesi olarak Kürt meselesinin vardığı nokta KCK davasında sanıkların Kürtçe savunma talebine verilen ret yanıtıdır.
Dilin reddi varlığın reddi
KCK davasında Barış ve Demokrasi Partisi'nin yanı sıra İnsan Hakları Derneği'nin de aralarında olduğu sivil toplum örgütü yöneticisi 151 sanık yargılanıyor. Sanıklar arasında kapatılan Demokratik Toplum Partisi'nin 28 yöneticisi, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, iki İl Genel Meclisi Başkanı, iki belediye meclis üyesi ve İHD Diyarbakır şube başkanı Muharrem Erbey de bulunuyor.
Eğer bu siyasi bir dava olmasaydı şimdiye kadar, neden yargılandıklarını ve neden bir yıl boyunca duruşmaya çıkmamış olduklarını bilirdik, bu konuda en azından dalgalı, bulutlu bir fikrimiz olurdu. Bu davanın akıbetini hiç merak etmeyen "gündem üreticiler ve belirleyiciler" bir süredir, "gündem tüketicilere" yani hepimize Kürtler yüzünden karanlık, bilinmeyen bir sona doğru savrulduğumuzu yazıp duruyorlar. Kamu vicdanı nezdinde bir şeytan olarak sundukları "demokratik özerklik" modeline dair bir iki kelam etmektense, Kürtler'e "Madem öyle ayrılık vakti geldi" mesajları gönderiyorlar. Aslında bu, eşit olmayan herhangi bir ilişkide, taraflardan birinin diğerini terkedip gitmekle, ortada bırakmakla tehdit etmesinden ve karar mekanizmalarının bütün parçalarına hakimiyetini vurgulamaktan başka birşey değil. Bundan daha otoriter, yalnızlaştırıcı, kendini beğenen bir dil daha olamaz ve yoktur da zaten.
Öyleyse bu dil nasıl dönüştürülecek, nasıl başka bir dil haline getirilecek? Öyle görülüyor ki, Kürtlerin, Alevilerin, işçinin, emekçinin, kadınların; insanın artık ruhunun ve bedeninin şeklini almış siyaset işleyişlerinin ve kurumlarının, varolan konjonktüre göre siyasi erkin kendi yaşam süresini arttırma, varlık nedenini pekiştirme için kullanacağı bir araç olmaktan çıkabilmesi gerekiyor. Bu durumda kendimizi herkesin tek tek söz hakkı olduğu kimsenin tek başına sahibi olmadığı bir başka dinamiğe, toplumsal vicdanın olanaklarına teslim etmeye ne dersiniz?
Her ezilen bir gün Kürt'ün ne hissettiğini anlayacak
Son zamanlarda yukarıda sözün ettiğim "gündem üreticiler", "gündem tüketicilere" çeşitli illerde ve durumlarda yaşanan çatışmalarda mikro ölçekte sınanmış olan bu toplumsal-kültürel dışlama mantığını benimsetmek istiyor ve onları bu anlayışı daha geniş bir alana taşımaya ikna etmeyi deniyorlar.
Aslında, siyasi erkin işleyişi ve acımasızlığıyla hiçbir illiyet bağı olmayan, işçiler, kadınlar, öğrenciler ve azınlıkların, "beyaz, karnı tok, sırtı pek, organları tam, anadili Türkçe" olmayan herkesin, orta sınıfların, evsizlerin, bir somun ekmeğin, sıcak bir barınağın, alın terinin temizlediği kalplerine bir gölge gibi düşen ırkçılık lekesinin tek merheminin toplumsal vicdanın ta kendisi olduğunu görme vakitleri gelmiştir.
Aslında çok basit birşey, her on yılda bir fakirliklerden üretilen zenginliğin kirlettiği dillerden "kızılbaş" diye dökülüveren haysiyet katilliğini geride bırakmak gerekiyor.
Bunun için de akrabalarla, komşularla, meslektaşlarla, her adımda önümüze hayalet gibi beliriveren kurulu düzenin kendimize rağmen kabul ettiğimiz "haysiyet katili" sözsüz konsensüslerle kavga etmeye cesaret etmemiz gerekiyor.
Çilekeş halk Kürtlerin kurtuluşu, yani hepimizin vicdanının kurtuluşu için, birer evlat, yeğen, kuzen, market müşterisi, mahalle halkı, meslektaş, mesai arkadaşı, ya da sadece arkadaş olarak içimize salınan korkulardan kurtulmamız, bütün haksızlıklarla "ama" demeden mücadele etmemiz, "ama Kürtler de..." cümlesini kurmadan, onların neredeyse yüz yıllık acısını bağrımıza basmamız gerekiyor...
Çünkü, bir gün mutlaka, siz de siyasi temsilcisi muhatap alınmayan, dilini ve derdini içine gömmeye mecbur bırakılan, kurulu düzen konsensüslerine kurban edilen, adeta boks ringinde resmiyet ile mahremiyet bantlarında yumrukları döşüne yiyen bir Kürt yoldaş gibi hissedeceksiniz. (NZ/EK)