*Stefan Zweig
Franz Kafka, "Babaya Mektuplar" kitabında güç ile şiddet arasındaki bağlantıyı tariflerken hiddetli bakışın insan üzerindeki travmasını da gözler önüne seriyor. Kafka'nın hiddetli bakışının sonuçlarını Stefan Zweig'in "Korku" eserinde daha somut, daha yalın görüyoruz. Özellikle ilk ve son ergenlik dönemlerinde gençlerin yaşamı, "hata, eksik, yanlış" veya geleneksel bazı kural ve kaidelere uymayan davranışlarla doludur. Ve gençlerin, çocukların yapmış olduğu küçük "yanlış ya da hata"ların telafisi mümkünken toplum ve ebeveynlerin sert, kuralcı, şiddetli ve kırıcı tutumlarından kaynaklı paylaşma yerine, sürece bırakarak bir suçluluk psikolojisiyle telafisi zor yanlışlara yol açabiliyor. İşte Stefan Zweig'ın gergin kaleminden çıkan "Korku" tam da bu konuyu işliyor.
Hata, yanlış, eksik... Adı her ne ise paylaşma ve itiraf ile çözümü mümkün olduğunu çok akıcı bir dille aktaran Stefan Zweig'ın "İtiraf gırtlağa yakın bir yerdedir" diyerek çözüm yolunu gösteriyor.
Stefan Zweig, aslında çok basit olan bir yüzleşmeyi, bir özeleştiriyi gölgeleyen, öteleyen veya zora sokan korkunun arka planını deşiyor. Çocukların ve gençlerin de bazen zorlandığı, güç geçiremediği bir kabullenme, "hatadan" dönme, "yanlıştan" dönme güçlüğünü aştıracak bu muazzam eser, bir ailenin daha doğrusu eşlerin yaşamı ve yaşadıkları bir olay üzerinden ayrıntılı olarak ele alınıyor.
Korku, öfke, nefret, bencillik ve gerçekliğin yıkıcılığının yol açtığı öfke, nefret ve bencillik durumunun irdelendiği kitap, yüzleşmeye açık olmayan bir insanın ruh ve beden sağlığının gün gün nasıl felakete yol açtığını zihnimize kazıyor. Oyuncak paylaşmayan iki kardeşin nefret, suç ve korkusunu bir parça alıntılayarak size bırakıyorum:
"Birkaç gün önce halası, oğlana alacalı bir tahta at oyuncak getirmiş, kendisine verileni az bulan küçük kız ise onu kıskanarak küsmüştü.(...)
"Küçük kız, büyük bir öfkeye kapılmış, ardından bunaltan inatçı bir suskunluğa bürünmüştü. Ertesi sabah at birden bire ortadan kaybolmuş, oğlan bütün aramalara rağmen bulamamıştı. Daha sonra kayıp at, parçalanmış olarak ocağın içinden çıkmıştı.
"Bu olay üzerine evde avukat olan baba tarafından kurulan mahkemede 'suçunu' itiraf eden kızın hıçkıra hıçkıra ağlayışına ve verilen cezaya korumacı davranan anneye, baba şu cevabı veriyor:
'(...) ne kadar zor gelse de cezalandırıldığı andan (kız çocuğu) itibaren içi rahatlamıştı.
"Kızımız asıl dün çok mutsuzdu. Dün o oyuncak atı kırıp ocağa attıktan sonra evdeki herkes onu ararken, kızımız her an, her dakika bulunacağı, sırrının ortaya çıkacağı korkusuyla yaşıyordu."
Korkuyla yaşamak bir işkencedir
Adam aslında bu sözleri kendi "hatası veya yanlışı" ya da isteğiyle yapmış olduğu ve pişmanlık duyduğu bir olaydan dolayı, kaybetmek üzere olduğu eşini itiraza davet etmek için söylüyor. Bağışlamaya hazır olduğunu çocuklar üzerinden anlatmaya çalışan adam, çözüm bulmak için kurguladığı bir oyunla kendisi de büyük bir yıkıma yol açıyor.
Eşini, bulaştığı ve pişman olduğu ancak bir türlü itiraf edemediği beladan kurtarmaya çalışırken, kadının kendisinde gördüğü şiddet dolu bakıştan kaynaklı korkusuna yenik düşüyor ve ruh ile beden sağlığını kaybetmekle karşı karşıya kalıyor.
Adam başvurduğu yönteminin yanlışlığını, hatasını anladıktan sonra eşinin itirafını beklemeden kurmuş olduğu oyunu kendisi itiraf ediyor.
"Bazen tokluk da açlık kadar kışkırtıcıdır" sözlerinden anlaşılacağı gibi kadın aslında içinde bulunduğu gerginliğin bir arayışı sonucu bulaştığı olayı mutlu bir sonla bitiriyor. Yani mutlu sonu bize getiren küçücük bir itiraf, bir yüzleşme.
Gençlerin kitaplığını zenginleştirecek bu akıcı ve birçok olayın iç içe işlendiği eseri ebeveynlere de öneriyorum. Keyifli okumalar.
Kitap: Korku
Yazar: Stefan Zweig
Çeviri: Yusuf Abak
Yayınevi: Yediveren
Okuma yaşı: 16 ve üzeri
(SYZ/Lİ/AÖ)