"Korku'yu herhalde en iyi tanımlayanlardan birisi de "W. Shakespeare"dir. "Korkmak.." adlı sonne'sinde insanın korkularının doğal yaşam içindeki yerlerinden ve birlikteliklerinden söz ediyor ve böylelikle aslında yaşamımız içindeki en temel korkuları da sıralamış oluyor:
"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için..."
Yitirme, sorumluluk, sevilmeme, unutulma ve ölüm...
Korku yaşamımızın her anına ve dolayısıyla varlığımıza damgasını vuruyor ve belirliyor.
Aşk gibi
"Korku, neredeyse aşk sözcüğü kadar cazibeli bir sözcük. Bütün öteki sözcükler, anlamlarını yitirme pahasına bir korku cümlesinin içinde yer almak ister gibidirler. Bir sözlük oluşturacak kadar çok korku sözü, korku çeşidi adının olmasını bunun bir göstergesi saymak gerek. Sıkça kullandığımız için, korku sözcüğü dile dolanmış gibi gelir insana ama dili sürükler bu sözcük, ve korkuyla ilgili her türlü düşünceyi boşa çıkarır."
Bu sözler Latife Tekin'in. Bu yazının konusu olan Gümüşlük Akademisi'nde bu yaz gerçekleştirilecek "Korku" temalı etkinliklerle ilgili "çerçeve metnin" sonunda yer alıyor.
Korku insanî bir duygu!
İnsani korkuların, paylaşılan toplumsal korkulara dönüşmesi ise o toplumun nasıl bir toplum olduğuyla yakından ilgili.
Tıpkı kaldırımların yüksekliği gibi, ya da planlı toplantıların başlangıcının ne kadar geciktiği gibi "modern, uygar, gelişmiş, demokratik ve insan haklarına saygılı bir toplum ve ülke olmanın ayırt ettirici ölçütlerinden birisi de yine bence "toplumsal korku" ya da "toplumca paylaşılan, paylaşılırken de sürekli yeniden üretilen" bir "hâl"; hatta "olağanüstü hâl"!
Üçüncü kez yapılan seçimlerde mevcut iktidarın yeniden seçilmesinin bir nedeni de bence korkularımız.
Toplumsal bağlamda hemen hepimizin paylaştığı iki büyük korku var:
Birisi sabah kapımızı çalanın sütçüden başka birisi olması!
İkincisi de cebimizdeki paranın, kimse cebimize el atmadığı halde azalması, eksilmesi ya da tümden yok olması.
Bunlara başa örtülen örtü nedeniyle bir yerlere girememe, ya da yazılan veya okunan kitap, söylenen bir söz nedeniyle yıllarını parmaklıklar arkasında geçirme korkularını da eklemek gerekir herhalde!.. Tabii şimdi o kadar sık olmasa da daha önceleri bunlara ek olarak "kaybolma" ya da "kaybolan bir yakını olma" korkusundan da söz etmek gerek.
"Korku Panayırı"na Davet
"Korku"yu daha çok düşünmemiz, konuşmamız, tartışmamız gerektiğine inanan Gümüşlük Akademisi bu yaz gerçekleştireceği etkinliklerin teması olarak "korku"yu belirledi.
Akademiyi bilenler yakından tanığı; orası "bağımsız bir düşünme-yaratma-paylaşma toprağı"dır. "Düşünme, yaratma ve paylaşma"yı niteleyen bu "bağımsızlık" olgusu üzerinde de dikkatle durmak gerekli. Hem de adındaki yer alan "akademi"nin kavramsal karşılığını unutmadan.
Bir özlemi, yaşanılan bir gerçeğe dönüştüren bu "bilim, sanat ve kültür" mekânında tam da bu kavramların gerektirdiği şekilde "korku" ele alınacak bu yaz boyunca.
Uzmanlar "korku"yu yaşamı var eden, değiştiren, dönüştüren temel unsurlar arasında sayıyorlar.
Tıbbi yönden irdelendiğinde korku şu ya da bu oranda her olguda gözlenen bazı somut biyolojik ve fizyolojik sonuçlarla fark edilir hale geliyor. Damarlar büzüşüyor ve derinin kanlanması azaldığı için ortaya bir beyazlık ya da solukluk çıkıyor. Buna koşut olarak bedenin damarlarının büzülmesinin bir sonucu olarak, "terleme", "titreme" veya "çarpıntı" görülüyor. Ya kaçma, ya da hareketsiz kalınıyor ve tüm bunlar çok şiddetli bir endişe hatta panik hali ile dışa vuruyor.
Yaşamın olağan duygulanımlarından birisi olabildiği gibi çeşitli psikiyatrik hastalıkların da bir bulgusu olarak görülüyor. Çoğu zaman bir "şiddet" unsuru ya oluşum sırasında ya da ona karşı verilen yanıt/reaksiyon sırasında gözlemleniyor.
Bir sağlık işareti olarak görülebildiği gibi bir sağlıklılık halinin yitirilmesinin başlangıcı olarak da nitelendirenler var.
Açık Çağrı
İşte bu "çetrefilli ve çok boyutlu konu" profesyonel-amatör ayrımı gözetmeksizin sanatın ve bilimin farklı disiplinlerinde ürün veren kişiler tarafından "Gümüşlük Akademisi"nin derinliklerinde derinlemesine ele alınacak. Yapılan çağrıda şöyle deniliyor:
"Konuya belli bir çerçeve çizip oradan bakmayı reddeden Gümüşlük Akademisi, şiirsel başlıklarla derinleştirmeyi hedeflediği 'Korku'nun gözlerinin içine bakmaktan çekinmeyecek, buna cesaret edecek herkese kapılarını açıyor. Her türden sanatı, malzemeyi, düşünce disiplinini, akademik bilgiyi, bir kolu sanata, düşünceye açılan tüm bilimleri kaynaştırıp birlikte yaratmanın büyüsüyle zenginleştirmeyi hedefleyen bu projeye katılmak isteyenlerin yapması gereken tek şey; kendi korku cümlelerini yazmaları."
Bu bağlamda bilimsel ya da şiirsel, sinematografik ya da performansa yönelik etkinliklerin gerçekleştirilebileceği söylenerek, olası katılımcıların ufuklarını genişletecek bir yaklaşım sergileniyor. Dahası Gümüşlük Akademisi'nin bazılarınca "unutma bahçesi" olarak da nitelenen ortamı görsel sanatçıların katkılarıyla birlikte bir korkuların yalnızca tartışılmayıp aynı zamanda da korkutulduğu "Korkuluk Bahçesi" haline getirilecek.
Korkunun türleri, korkutma hünerleri, korkunun yurdu, korkunun melekleri, korkunun kimyası, korkunun gölgeleri, korkunun ayartıcılığı, bir aşk söylemi olarak korku, ayaklandıran ve dirilten korku, toplumsal korku, malzeme olarak korku gibi başlıklarda ne kadar derine inilebileceğini yaz boyunca katılanlar görebilecek.
"Hukuktan neden korkarız"
Etkinlikler ise çeşitli. İlki 20 Haziran Pazartesi günü başlayacak."Hukuktan Neden Korkarız?" başlığını taşıyor. Av. Mebuse Tekay ve Av. Bahri Bayram Belen "Korkuyu ortadan kaldırmak için ne yapmalı?" sorusuna yanıt arayacak. Sonra temmuz başında "beden korkusu"nun ele alınacağı bir dans atölyesi olacak.
Bilimsel ya da şiirsel, sinematografik ya da performansa yönelik, dini ya da etik, mitolojik ya da psikiyatrik, tekil ya da grup her türden katılımı değerlendireceklerini söyleyen Gümüşlük Akademisi Yürütme Kurulu, başvuruları değerlendirip olanakları ölçüsünde bir seçim yaparak projeyi hayata geçirecek.
Böylece katılımcılar hem Gümüşlük Akademisi'ndeki göletin çevresinde, değirmenlere doğru açılan açık arazide, meşe ağaçları gölgesinde, anfitiyatronun çemberinde hep birlikte düşünecek, tartışacak, yaratacak gönüllü korku işçilerinin yürek hoplatan deneyimleri yaz sonunda hem bir yayına dönüşerek daha geniş kitleye ulaşacak, hem de Gümüşlük Akademisi'nin web sitesinde yayımlanacak bir toplu etkinliğin yaratıcısı ve paylaşımcısı olabilecekler.
Bu kadarla da sınırlı kalmayacak gibi görünüyor çünkü bu etkinlikler sırasında üretilenler yaz sonunda düzenlenecek bir "Korku Panayırı" ile oraya yolu düşenlerce de izlenebilecek.
Korkularınız düşünmenizi ve bu topluğu etkinliği düzenleyenlerin de belirttiği gibi katılmayı arzu edenlerden [email protected] adresine bir sayfayı aşmayacak metinlerini ulaştırmanızı, ama en kötü olasılıkla etkinlikleri uzaktan da olsa izlemenizi ve "Korku Panayırı"na katılarak halen sırtlandığınız korkularınızı orada korkutarak bırakmanızı öneriyorum.
Gülmek!..
Çünkü dediğim gibi bireysel korkularımızdan değilse bile toplumsal korkularımızdan nasıl kurtulacağımıza daha çok kafa yormamız gerekiyor.
Örneğin gülmenin korkuyla baş etmede çok iyi bir araç olduğunu söyleyenler var. Bu düşünceyi ben de paylaşıyorum. Korkutanlara ve korkuttuğunu sananlara gülmek korkuları ortadan kaldırmanın en emin ve etkili yolları arasında gerçekten de. Aslında korku yaratanların da en çok korktukları da budur. Korkuya karşı "gülmek"!
Belki akademide bu yaz bunun yollarını keşfedebiliriz. (MS/EKN)
İletişim ve ayrıntılar için: http://www.gumuslukakademisi.org