Şayet Türkiye'de, ta Brezilya'dan ithal edilmiş gaz fişekleri insanları yaralayıp kör ediyor veya öldürebiliyorsa, korku ve baskı imparatorluğu çoktan küreselleşmiş demektir.
Neyse ki Gezi Direnişi, Tahrir Meydanı, Wall Street veya Sao Paolo gibi örneklerle cesaretin de dünya çapında bulaşıcı olduğu anlaşılmış durumda.
İzmir'de 10-13 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek 10. Ege Belgesel Günleri programında yer alan Aşk Bitti adlı belgesel bizi "birkaç ağacın" savunulduğu Taksim'den, toplu taşımanın "prangaları", zamlı turnikelere endekslenmiş Brezilya protestolarına sürüklüyor.
Yönetmenliğini Mert Kaya'nın üstlendiği, şirin olduğu kadar etkili belgesel geçtiğimiz günlerde İstanbul Film Festivali’nde seyirciyle buluşmuştu.
Yeryüzünde şehirlerin nüfusu, durması istenmeyen bir ivmeyle artarken, kentin inşasında bizzat aktif rol alan kişilerin dışlandığını görüyoruz.
Eşitsizliklerin, zıtlıkların hâkim olduğu şehirlerin "Sokaklar bizim!" diye haykıran insanlarla şenlenmesi, "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!" sloganının ortalıkta çınlaması herkese ümit vermeye devam ediyor.
Ayrıcalık fetişizmi yükselişte
Belgeselde liseli gençler tarafından 2003'te El Salvador'da otoriteye karşı çakılan isyan kıvılcımının birkaç sene içinde Latin Amerika ve dünyaya nasıl yayıldığını görüyoruz.
2005 yılındaki Dünya Sosyal Forumu’nun globalleştirdiği pozitif titreşimlerin katkısıyla Brezilya'da toplu taşımacılığın bedava bir hizmet olarak verilmesi gerektiğine dair hareketin de fitili ateşlenmiş oldu.
Gelir uçurumlarının gitgide arttığı memlekette toplu taşımanın sık sık yükselen bedeli halkın üzerinde baskı unsuru olarak kullanılıyor, aşılması imkânsız hale getirilmiş, adeta "DUR" diyen kaba saba turnikeler metafora dönüşüyordu.
Sürükleyici belgeselde yalnız karşı çıkmak için değil, çözüm üretmek üzere de insanların örgütlenmeye başladığını izliyoruz. Geleneksel soldan farklı, otonom, merkeziyetçilikten uzak ve direkt aksiyona endeksli bir hareketten bahsediyor kameraya tatlı tatlı konuşan Brezilyalılar.
Şehirlerin dışına itilmiş hayatların kalitesi düşerken, kentte ayrıcalıklar artıyor, ev sahibi olmak sadece elit kesime has bir lüks haline geliyordu.
Heyula gibi neoliberal yerleşim alanları alışveriş merkezleri ve çok katlı binalarla kuşatılırken bazıları için sosyal alanlardan topluca yararlanma imkânları durmadan daralıyor, eğitim, kreş, sağlık, toplu ulaşım ve barınma hakkı yok sayılıyordu.
Bize niye sorulmuyor?
Demokrasi eksikliğinden rahatlıkla bahsedilen bu dinamikte şehirlerin spekülasyon öznesi haline geldiğine, satılacak, özelleştirilecek birer mal gibi görüldüğüne de şahit oluyoruz.
Tabii, fikri sorulmayan halk zamanı geldiğinde patlıyor, otoritenin çirkin yüzü polis şiddetiyle kendini saklayamaz hale geldikçe öfke artıyor, isyan duyguları bir virüs gibi yayılıyor. Öyle ki, Brezilya'da protestoculardan bazıları kendilerine vandal denmesinden bile gocunmaz hale geliyor, olayları yok saymaya veya sansürlemeye çalışan ana akım medyanın aksine, sosyal medyanın yapıcı desteğiyle hareket çığ gibi büyüyor.
Yerkürenin muhtelif köşelerinden Chapuler, Occupy veya Los Indignados, harekete ivme kazandırdıkça Brezilya'da turnikesiz yaşam talebi sınırlarını aşıp "Yeni bir dünya mümkün!" sloganına dönüşüyor.
Davullar çaldıkça insanlar coşuyor, hep beraber yürünerek, hep beraber slogan atılıyor, şarkılar söyleniyor, LGBTİ hakları dahil olmak üzere talepler dünyanın tüm renklerine bürünüyor; mizahın önplanda olduğu bir jargonla mesela, sicili epey kirlenmiş FIFA ve Dünya Futbol Şampiyonası protesto ediliyor.
Enerji bulaştıran belgesel
Otoritesiz, lidersiz, yatay bir hareket kapsamında, insanların kolektif bilinçte buluştuğu, kendilerini "dahil" ve "hür" hissettiği Brezilya'daki protestolar tabii ki fayda getirdi. Toplu ulaşım zammı geri çekildi, evde oturarak değil de sokaklara dökülerek bir şeylerin elde edilebileceği kanıtlandı.
Brezilya tecrübesini gayet akıcı bir belgesel haline getiren yönetmen Mert Kaya, aradan vakit geçmiş olsa da mevzubahis direnişlerdeki evrensel mesajları değerlendirerek güncel bir belge sunuyor; küresel bir konjonktür olarak mücadelenin canlılığını koruması gerektiğini hatırlatıyor. Ne de olsa aradan geçen zaman içinde Brezilya'da köprünün altından çok sular aktı, toplu ulaşıma okkalı zamlar bile geldi.
Her hâlükârda Mert Kaya'nın 47 dakikalık belgeselinde, protestolara bizzat katılmış insanlarla yaptığı samimi görüşmelerden seyirciye ilkbahar enerjisi bulaşıyor.
Bu yazıda orijinallerine mümkün olduğunca sadık kalarak yansıtmaya çalıştığım direnişin atmosferi, dinamikleri ve argümanları, gayet sade cümlelerle, tek tek, tane tane aktarılırken, senaryo ve montaj becerisiyle tempo hiç düşmüyor. Gezi'deki kırmızı elbiseli kadın dahil olmak üzere Türkiye'den isyana ilham veren unsurlar da cabası.
Animasyon ve çizer hanelerinde adlarını gördüğümüz Tolga Burçak ve Seda Mit'in zarif katkısını da yadsımamak lazım.
Filmin sonuna doğru kulaklarınızı, yumuşacık sesiyle Chico Buarque de Hollanda'nın A Banda'sı okşayacaktır. Çocukluğumda pek zevkle dinlemesem de şarkının gümbür gümbür İtalyanca aranjmanı, Mina'dan La Banda'yı çok daha agresif, motive ve provoke edici bulduğum kesin.
Yüksek volümde çığıran tiz kadın sesini rahatsız edici bulanlar olacaktır ama ne yazık ki günümüzde çok bağıranların sesi duyuluyor ve unutmayalım ki arsız kapitalizm canavarına karşı daima antrenmanlı, diyafram ayarlı ve formda olmamız şart! (MT/YY)