Kamel namaz kılmak üzere abdest alırken evinin kapısını kırıp içeri giren gizli polis teşkilatının memurları tarafından kaçırılmıştı.
Akabinde yaşadığı bölgenin emniyet müdürlüğüne götürülmüş, çırılçıplak soyulup penceresiz bir odaya kapatılmıştı.
Dayak atılmış, demir çubuklarla dövülmüş, “piliç çevirme” adıyla bilinen işkenceye tabi tutulmuştu.
Ağzına ve makatına cop sokulmuş, bayıldığında soğuk suyla ayıltılmıştı.
Etrafında aynı durumda olan kadınlı erkekli grubun içinde tabip arkadaşı Ali’yi tanımıştı.
Ali memurların talebi üzerine Kamel’i muayene etmiş, kol ve bacaklarında kırıklar olduğunu, iç kanama geçirdiğini söylemiş, buna karşılık polislerden biri Kamel için “Şov yapıyor!” demişti.
Bu arada işkencelerde bir duraksama olduğunu fark eden başlarındaki komiser “Niye durdunuz?” diye böğürmüş, kendi de bir çubukla vurmaya girişmişti.
Kamel’in öldüğü anlaşıldığında polisler Ali’yi tehdit etmişti. “Konuşursan aynı şeyi sana da yaparız, susarsan üç ay içinde serbest kalırsın” denmesine rağmen Ali hapisten ancak 9 yıl sonra çıkabilecekti.
Ortadan kaybolan Kamel’in başına neler geldiğini anlayabilmek için en başta ailesi olmak üzere yakınları başvurmadık merci bırakmamışlardı; emniyet mensupları ölmediğini, İçişleri Bakanlığı hastanesinde olduğunu söylüyor, akıl karıştıran beyanlarda bulunuyorlardı.
Ardından, birbiriyle çelişen malumatlar vererek adeta kayıp Kamel’in annesinin, babasının, eşi ve oğlunun acı çekmesinden zevk almışlar, muhtelif yalanlara başvurdukları gibi hadiseyle alakalı farklı versiyonlar uydurmakta sınır tanımamışlardı.
İcraatlarını inkâr etmişler, hatta Kamel’in polisler tarafından apar topar götürülmüş olduğu gerçeğini bile örtbas etmeye çalışmışlar, aile fertlerine karakollarda kötü davranmış, onları defalarca kovmuşlardı.
Ellerinde olmadığını söyledikten sonra, Kamel’in temiz giyinebilmesi için emniyet mensuplarının ailesinden kıyafet istediği bile olmuştu.
Gıyabında açılan davada Kamel’in kaçmış olduğu kararına varılmış, 17 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
Hâkimler öldüğünü biliyorlar mıydı, yoksa manipüle mi edilmişlerdi?
Talimatı kim vermişti?
Kamel’in babası öldüğünde gölge gibi peşlerinde olan emniyet mensupları cenazeye katılarak vefat edenin gerçekten babası mı yoksa Kamel’in ta kendisi mi diye kontrol etmişlerdi.
Kamel’in ailesine destek olmuş komşuları da işkenceden kurtulamamıştı.
Taşrada yaşayan annesine Kamel’in başkentte tutulduğu söylenmiş, acılı kadın 400 kilometrelik yolu katederek ülke liderinin sarayına kadar gitmiş, derdini anlatmaya çalışırken hakarete uğramış, yaka paça kovulmuştu.
Ardından memleketin tüm cezaevlerinde oğlunu aramaya koyulmuş, izini bulduğunu sandığı cezaevine düzenli olarak yemek ve kıyafet götürmeye başlamıştı.
Mevzubahis mahpushane idari olarak bağlı bulunduğu şehirden beş kilometrelik mesafede, doğru dürüst yolu olmayan dağlık bir mıntıkadaydı.
Kar kış demeden Kamel için pişirilip taşınan yemekleri çaktırmadan gardiyanlar yedi, içi kan ağlayan Kamel’in annesi eskiyip kendisine iade edilen kıyafetlerde oğlunun kokusunu nafile bulmaya çalışıp durdu.
Ödüllü belgesel
Şimdiye kadar katıldığı muhtelif festivallerde büyük bir alakayla karşılanan Kör Nokta (Angle Mort/Blind Spot) adlı film seyirciyi 7 Ekim 1991’de başlamış ve halen sürmekte olan bir hadiseler silsilesine belgesel estetiğinin hakkını vererek dahil ediyor. Olayların, animasyon dahil muhtelif tekniklerle canlandırıldığı gayet çarpıcı görüntülerin yönetmen Lotfi Achour’un Tampere Film Festivalinde en iyi belgesel ödülünü kazanmasında payı çok yüksek olsa gerek.
Ne de olsa fazlasıyla geniş bir coğrafyada yaygın bir pratik şeklinde karşımıza çıkmakta olan bu ve buna benzer süreçler defalarca filmlere konu oldu (olmaya devam edecekleri de muhakkak!)
2021 Tunus- Fransa ortak yapımı belgesel meselesini 14 dakikada gayet tesirli bir dille aktarıyor ve bilhassa diktatörlüklerde geniş çapta ifa edilen böyle pratiklerin barbarlık derecesini bir kez daha gözümüze sokuyor.
Siyah beyaz kontrastının olduğu kadar aradaki grilerin de zarafetle kullanıldığı eserin methedilmesi gerekenleri hanesine sinematografide imzası bulunan Hazem Berrabah ve sanat yönetmeni Lotfi Mahfoudh’u katmamak olmaz.
Eskitilmiş, üst üste bindirilmiş veya muhtelif biçim ve dozajda grenleriyle oynanmış görüntüler parlaklığın mütemadiyen gidip geldiği ışık oyunlarıyla desteklenirken seyirci pür dikkat kesiliyor, hatta filmin tümü hassas gözlerin işkenceyle eşdeğer bulabileceği bir uyarı geçidine dönüşüyor.
Hadiselerin bütününü, hatta öldürülmeye kadar varan süreci ve sonrasını bile filmin kahramanından, yani Kamel Matmati’den dinliyor gibiyiz: Ghassen Rguigui’nin Kamel’i birebir seslendirmesi filmin en çarpıcı yanlarından biri.
Kalıp haline gelmiş sistem
Ülkenin başına seneler boyunca bir karabasan gibi çökmüş olan lider Zeynel Abidin Bin Ali’nin rejimi sırasında meydana gelen sayısız benzer hadiseden bir tanesiyle karşı karşıyayız.
Arap Baharı olarak tanınan ayaklanmanın tahtından indirdiği Tunus’un yüzsüz devlet başkanı memleketi kaçarak terk ettikten sonra bile, belgeselin kahramanı Kamel’in kaybolmasıyla alakalı olarak açılan davada işkence ve cinayet polislerce inkâr edildi, kayıp bedeninin nerede olabileceği hususunda herhangi bir bilgi ortaya çıkmadı.
Dava sırasında cinayeti 27 sene önce işleyen kişi olarak bilinen polis memuru Boussetta mahkeme salonunu adeta bir podyum, hatta sahne olarak kullandı, Kamel’in aile fertleriyle alay etmekten sakınmadı ve akabinde gizli(?) güçler tarafından Fransa’ya kaçması sağlandı. Rejimin eli kanlı maşası Abdallah Kallel gerçekleri sadece Bin Ali’nin ve danışmanı Abdülaziz Bin Dia’nın bildiğini söylerken sanki dalga geçiyordu, çünkü ikisi de ölmüştü.
Oysa edinilen bilgilere göre Kamel’in bedeni İçişleri Bakanlığına çok yakın bir noktada Cumhuriyet Caddesindeki bir köprünün inşaatında betona dahil edilmişti. Acaba malum güçler, belki geri gelir korkusuyla onu gözetim altında tutabilecekleri bir noktayı mı tercih etmişlerdi?
Yönetmen Lotfi Achour’un dediği gibi ne yazık ki Tunus’ta polis sistemi hâlâ değişmedi, fakat hadiselerin üstünü örtmenin de hiçbir faydası yok.
Kaçarken ardında kiç de olsa sarayındaki muhtelif zenginliklerin yanı sıra sahte üniversite diplomasını da bırakmış olan Bin Ali’den sonra iktidarı ele geçirenler hayal kırıklığı yaratmaya devam ediyor, buna mukabil insan hakları mücadelesi de geniş çaplı olarak sürüyor.
İnsan hakları hepimiz için
Kör Nokta belgeseline de bu noktadan bakmak pekâlâ mümkün. Ne de olsa yerkürenin Batı dünyası olarak kabul edilen noktalarında eğitim almış, eserleri ve enstalasyonları memleketi dışında Londra, Paris, Avignon gibi merkezlerde sergilenmiş, filmleri gezegenin muhtelif festivallerine davet edilmiş çok yönlü sanatçı Achour son belgeselinde dindar olduğuna inanılan bir ferde odaklanıyor.
Kamel bilindiği kadarıyla Arap birliğini savunan ve İslami harekette yer almış bir kişiydi. Hatta polis tarafından kimyasal üretimin yapıldığı bir tesise silahlı saldırı hazırlığında olduğu iddiasıyla gözaltına alınmıştı.
Farazi olarak, kahramanımızın ta kendisi öfkeyle “Doğru olsa bile ne olmuş yani?” derken yönetmen, iddiaların gerçekliğini kabul etttiğimiz durumda bile, hiç kimsenin Kamel’in ve ailesinin uğradığı mezalime uğramaması gerektiğini hatırlatıyor (insanlık gittikçe vahşileşmekten utanmasa da!)
Dinler veya hizipler arasındaki kutuplaşmanın halen bir savaş mazereti olarak kullanıldığı dünyamızda Kör Nokta belgeselinin muhteviyatı Batı dünyasında olduğu kadar Türkiye’de de şüpheyle karşılanabilir, filmi oynatmak isteyenlerin çekinceleri ortaya çıkabilir, aman dikkat!
(RL/EMK)