Medyada hayvanlara yönelen nefret söylemlerini en çok körükleyen şeylerden biri, çocuklara saldıran köpeklerdi. Bu durum, çocuk ve hayvan hakları alanında emek veren insanlar olarak bize tesadüf gibi gelmiyor ve birlikte tartışmayı istediğimiz pek çok soruyu beraberinde getiriyor.
Bir köpek, kimi ısırdığında bu bir infial yaratır? Ya da bir savaşta kimler öldüğünde bu durum, tanıklık eden kişi için dayanılmaz noktaya gelir? Çocuklar olabilir mi? Bir çocuk bundan zarar gördüğünde ilk hangi duyguları hissederiz? Çoğumuz çok büyük bir ihtimalle, bunu yapan kişiye karşı öfke hissediyoruz, bu kişinin cezalandırılmasını talep eden tepkiler gösteriyoruz, öfke kusuyoruz. Ama bir soru sormak istiyoruz, bir çocuk zarar görene kadar olan biten şey zaten kötü değil miydi? Neden bir çocuk zarar gördüğünde daha fazla öfkeleniriz?
Bu durum, biraz bizim toplumsal olarak çocukları nasıl algıladığımızla ilgili olabilir mi? Çocuk deyince aklınıza neler geldiğini bir düşünmenizi istiyoruz. Çocuk dendiğinde çoğu kişinin aklına ilk gelenler çocukların “korunmaya muhtaç, masum, saf, idrak kapasitesi olmayan, yetişkinler gibi kirlenmemiş” olduğu geliyor. Bugün, çocuk hakları alanında emek veren insanlar olarak çocukların birer özne, birer yurttaş olduğunu ifade ediyoruz, ancak çocuk deyince aklınıza ilk önce bunların gelmesi hâlâ normal. Çünkü bunun büyük bir tarihsel geçmişi var. Fakat emin olun 20 yıl sonra çocukları nasıl algıladığımız değişebilir, çünkü tarih içinde hep birlikte, birbirimizin deneyimlerinden öğrenerek yaşıyoruz.
HAKİM VE FİSA ÇOCUK HAKLARI MERKEZİ
Çocuklar, hayvanlar ve yok sayılan hakları
Masum ya da “canavar”
Başka bir örnek vermek istiyoruz. Bir çocuk, bir köpeğe işkence uygulayarak öldürdüğünde –ki bu da oluyor gerçekten- ne hissederiz? Bu durum, bu kez daha farklı işliyor. Yani bunu yapan kişinin çocuk olduğu unutuluyor ve bu çocuğun en ağır cezaları alması isteniyor. İlk örnekle birlikte düşündüğümüzde zarar gören çocuk “masum” ken, zarar veren çocuk birden bire canavarlaştırılabiliyor.
Şimdi iki örneği birlikte değerlendirdiğimizde ne görüyorsunuz? Biz, nefretin nesnesine dönüşen iki farklı canlı görüyoruz. Çünkü hayvanın makbul olanı “sevilen, sevdiren, saldırmayan, ses çıkarmayan, havlamayan” hâlidir. Çocuğun makbul olanı da “oyunlar oynayan, yaramazlık yapmayan, şımarmayan, büyüklerinin sözünü dinleyen, kimseye şiddet göstermeyen” hâlidir. Fakat çocuklar, yetişkinlerin beklemediği, “makbul” bulmadığı bir şeyi yaptığında “Öyle çocuk mu olur?” yaftası yiyebiliyorlar, hatta devlet çocuklara “terörist” diyebiliyor ve çocukları mahkemede yargılayıp hapsedebiliyor.
Hayvanlar birine saldırdığında da yine bir yetişkin o hayvanın “işe yaramaz, saldırgan, kuduz, hastalıklı” olduğuna karar verebiliyor ve hayvanların toplatılmasını ve öldürülmesini talep edebiliyor. Bu kararları nasıl alıyorsunuz ve neden bu kadar hızlı alıyorsunuz?
Şiddetin öğrenilebilirliği
Tartışmaya muhtaç olan şey ise, bu şiddetin arka planı. Tüm bunlar neden gerçekleşiyor? Hayvanlara yönelik bu kadar fazla ihlal varken, sokakta belki de daha önce şiddet görmüş bir köpeğe yaklaşan bir çocuğun zarar görmesi çok mu beklenmedik dersiniz? Ya da çevresindeki insanların sokaktaki hayvanlara şiddet uyguladığına şahitlik eden, hayvanların kendisi gibi hissedebilen varlıklar olduğunu, hakları olabileceğini hiç duymayan bir çocuğun bir hayvana zarar vermesi yine çok mu beklenmediktir? Şiddetin tüm türler için öğrenilen bir şey olduğunu hatırlamak ve asla unutmamak gerekiyor.
Kim sorumlu, sorusu burada öylesine kıymetli bir yere oturuyor ki. Çünkü şiddet dediğimiz şey bir tahakküm, iktidar ilişkisini ifade ediyor ve bu iktidar ilişkilerini önleyeceğini, herkesin eşit ve eş değerli hissetmesi için düzenlemeler yapacağını ifade eden bir organ var: Devlet.
Devletin, çocuk haklarına dair yükümlülüklerinden doğru bakıldığında ise, çocuklar hayvanlara uygulanan şiddete tanıklık ettiklerinde de travmatik deneyimler yaşıyorlar. Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin hayata geçmesine ilişkin denetleme yapan Çocuk Hakları Komitesi’nin “İklim Değişikliği Odağında Çocuk Hakları ve Çevre” başlıklı genel yorumunda, sözleşmeyi imzalayan devletlere ilk kez açıkça hayvanlara uygulanan şiddete çocukların tanıklık etmemesi, devletlerin çocukları bu şiddetten koruması gerektiğine ilişkin bir yükümlülüğü ifade etmiştir.
Şiddete tanıklık
Bir diğer deyişle, çocukların hayvana yönelik şiddete tanıklık etmesi, çocukların hayatında şiddetin normalleşmesi, travmatik etkiler, ahlaki duyarsızlaşma gibi önemli izler bırakabileceği ifade ediliyor. Komite’nin devletlere yüklediği sorumluluk ise, hayvanların “acısız” bir şekilde öldürülmesi anlamına asla gelmiyor. Bununla birlikte çocukları araçsallaştıran, çocukları herhangi bir nefretin nesnesi haline getiren yaklaşımlara karşı medyanın tutumuna karşı hak temelli açıklamalar yapmak, medyanın herhangi bir canlıyı hedef gösterdiği durumlarda buna müdahale etmek de yine devletin yükümlülükleri arasında yer alıyor.
Hayvan hakları açısından bakıldığında ise, hayvanları saldırganlaştıran kişilerle ilgili cezai işlemlerin yanı sıra, hayvan haklarının hayata geçmesi için politikalar üretmek, denetimler gerçekleştirmek de devletin yükümlülükleri arasında yer alıyor.
Bir canlı, bir başka canlıya zarar verdiğinde, zarar veren canlının cezalandırılması, bunun tekrarlanmaması için yeterli değildir. Örneğin Adalet Bakanlığı tarafından 2022 yılında yayınlanan Adalet İstatistikleri’nde, 2022 yılında bir önceki yıla göre en fazla artışın olduğu suçların içinde ilk üçte çocuğa karşı cinsel istismar suçu bulunmaktadır. 2023 yılında ceza mahkemelerine yıl içinde kovuşturma aşamasında açılan çocukların cinsel istismarı suçuna ilişkin dosyalarda ise 14.643 sanık yer alıyor. Adalet İstatistiklerinde ifade edilen artış, faillerin yeterince cezalandırılmadığını değil, bu suçların işlenmesini önleyecek politikaların yer almadığını ifade ediyor. Neticede bir çocuk zarar gördükten sonra neler yapıldığı kıymetli olsa da, bu çocuğun bunu hiç yaşamaması daha önemli. Dolayısıyla, toplumda karşı karşıya kaldığımız her şiddet biçimi, devletin politikalarıyla önlenebilecek bir şeyi temsil ediyor.
Hayvan hakları
Hayvan hakları açısından da bu durum aynı. Devletin, merkezi ve yerel olmak üzere her türlü mekanizmayı hayata geçirmesi, canlıların barış içinde yaşayabilmesi için, düzenleyici kurum olarak alması gereken önlemleri hayvan hakları hareketi yıllardır paylaşıyor. 2004 yılında bu iktidar tarafından hazırlanan Hayvanları Koruma Kanunu, 20 yıldır uygulanmıyor. Kanun yerel yönetimlere sokakta yaşayan hayvanları kısırlaştırma, aşılama ve aldığı yere bırakma sorumluluğu yüklüyor. Ancak hayvan hakları savunucuları yıllardır hayvanları belediyelerden, belediyelerin bakımevlerinden korumaya çalışıyor.
2021 yılında yine bu iktidar tarafından yasada bazı değişiklikler yapıldı ve öldürme, tecavüz işkence gibi fiiller suç kapsamına alındı. Milletvekillerinin “hayvana şiddete caydırıcı cezalar geliyor” diyerek övdüğü bu yasa da maalesef ki uygulanmadı. Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’de 2023 yılında hayvana yönelik işlenen suçlar için 5 bin 134 kişi hakkında dosya açılmış, 2 bin 176’sı için kovuşturmaya yer yoktur kararı verilmiştir. Mahkemeye taşınabilen vakalarda ise failler çoğunlukla ortalama 1 yıl 5 ay gibi cezalar aldığı görülmüştür. Bu da verilen cezaların ertelenmesi, para cezasına çevrilmesi anlamına gelmektedir.
Hayvan hakları savunucuları yıllarca caydırıcı cezalar talep etti mevcut durumda bu cezaların yeterli olmadığı çok açık. 2021 yılında yapılan yasa değişikliği ile nüfusu 25 bini aşan belediyelere bakımevi kurma zorunluluğu getirilirken, nüfusu 75 bini aşan belediyelere bakımevi kurmaları için 2022 sonuna kadar süre verildi. Türkiye’de 1389 il, ilçe ve büyükşehir belediyesi var, 2022 yılında ülkedeki toplam bakımevi sayısı 297’idi. Bu bakımevlerinin çoğunda hayvan sağlığı prensipleri dikkate alınmamakta, hayvanlar hissedebilen, canı yanan varlıklar olarak bile görülmemektedir.
Dolayısıyla bugün köpeklerin toplatılmasını, öldürülmesini içeren yasa teklifi, devletin sorumluluk aldığı anlamına gelmiyor, tam aksine bugüne kadar sorumluluklarını yerine getirmedikleri/getirmeyecekleri anlamına geliyor. Daha da sadeleştirecek olursak sorumluluk reddini ifade ediyor.
“Yüzyıllardır köpeklerle paylaştığımız bu sokaklarda, dostlarımızın yanındayız”
Güç
Pierre Clastres, ilkel ve devletsiz toplumlarda kabilelerin bir şef seçtiğini ancak seçilen şefe verilen gücün oldukça sınırlı olduğunu ifade eder. Clastres, şefin temel görevinin ise barışı sağlamak olduğunu, savaş ile ilgili yetkilerinin ise çok daha sınırlı ve sıkı denetime tabi tutulduğunu ifade eder. Bir diğer deyişle, barışı sağlayamayan şefin, açıkça varlık sürdüremeyeceğini ifade eder.
Hiçbir siyasi iktidar, hiçbir devlet, elinde öldürme gücünü bulunduramaz, bulundurmamalı. Hiçbir canlının yaşamı hakkında karar verebileceğine ilişkin muktedir hissetmemeli. Siyasi iktidarların görevi, tıpkı Clastres’in paylaştığı gibi barışın tahsisi ile sınırlı olmalıdır. İçinde olduğumuz durum ise, en hafif haliyle iktidarın kötüye kullanımını temsil ediyor.
İktidarın kötüye kullanımı ile karşı karşıya kalmak ise, biz yurttaşları inisiyatif almaya davet ediyor. Her bir yurttaşın, yurttaş olmaktan doğru gelen sorumluluğu itibariyle bu yasa tasarısına, sazla, sözle, dansla, nasıl olursa olsun, sokağa çıkarak, sosyal medyada paylaşım yaparak, çevresindeki insanlara anlatarak ama eğer mümkünse kolektif bir şekilde hareket ederek itiraz etme sorumluluğu olduğuna inanıyoruz. İtiraz etmenin, bunu birlikte yapmanın gücünü hatırlamaya ihtiyaç duyuyoruz. (AY/FB/TY)