*Fotoğraf: Canva
"Mandacı iktisatçı" terimini ilk kez cumhurbaşkanı kullandı, ardından başkaları geldi. Anlaşılan bundan sonra da zaman zaman gündeme gelen bir kavram olacak. Net bir tanımı yapılmasa da hükümetin ekonomi politikalarını yanlış bulanların kast edildiği anlaşılıyor. Bunlarla mücadele edileceği vurgulanıyor.
O halde, birilerine mandacı iktisatçı adı veriliyorsa, onlara karşı bir kontr-mandacı iktisat anlayışı da mevcut demektir. Kontr-mandacı iktisatçıları da mevcut iktisat politikalarını destekleyenler olarak tanımlayabiliriz. Böylece durum biraz netleşir. Bunların neyi savunduğunu bilirsek ötekileri de anlayabiliriz. Uygulamaya bakarsak kontr-mandacı iktisatçılar ekonominin üç ayaklı olarak düzenlenmesinden yana.
Kamu kurumlarının devreden çıkarılması
Yürürlükteki politikaların ilk ayağı, toplumun piyasaya müdahalesine olanak veren kamu kurumlarını ortadan kaldırmak veya işlevsizleştirmektir. Bunların başında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gelir. Planlama ekonomide girişilen işlerin sonradan başa bela olmaması için gerekli bir faaliyettir. Planlarda her konu diğer konularla birlikte ele alınarak, yapılan işlerin toplumsal hayatın bütün boyutlarını nasıl etkileyeceği öngörülür. Ortada bir plan olmazsa, aklınıza esen işe giriştiğinizde yaşanabilecek olası riskleri gösterecek bir metin de olmaz. Canınızı sıkan tartışmalardan kurtulursunuz.
Aklınıza gelen konularda bildiğiniz gibi çalışmanıza zorluk çıkaran bir diğer pürüz de denetim kurumlarıdır. Bunların en başında gelen Maliye Teftiş Kurulu’nu lağvetmek, bundan sonra işlerin nasıl yürütüleceğini bildiren bir niyet beyanı gibidir. Öyle her şeyi denetleyerek hem bürokrasiyi hem özel teşebbüsü hem de bu ikisinin arasındaki ilişkiyi kurcalayacak kurumlara izin vermezsiniz. Bunların yerine rahatsızlık vermeyen denetim sistemleri oluşturursunuz. Kamu kurumlarına iç denetim birimleri kurarsınız, denetlediği birimin amirine bağlı olur; özel şirketlere iş güvenliği denetimi getirirsiniz, denetçiler maaşını şirketin sahibinden alır.
Bunların dışında piyasa değeri olmayan, piyasaya hizmet vermeyen ama masraf çıkaran kurumların da mümkünse yok edilmesi, değilse işe yaramayacak kadar küçültülmesi tercih olunur. Mesela Hıfzıssıhha ortadan kaldırılırsa bir salgın hastalık çıkana kadar kimsenin ruhu duymaz. Türk Hava Kurumu’nun uçakları çürümeye terk edilirse, baş edilemeyen bir orman yangını çıkana kadar kimse aldırmaz.
Tabii bunlar da yetmez. Kamu kesiminde işlerin tek devlet, tek yürek, tek beyin yürütülmesi için farklı seslerin çıkmaması gerekir. Yerel yönetimlerin merkezi yönetimden farklılaşması halinde niyetlenilen işlere itirazlar gelebilir. Buna imkan vermemek için, bazı belediyelere haddini bildirmek üzere seçimi meçimi boşverip kayyım atanabilir. Bahane bulmakta zorlanılan belediyelere de, merkezi kamu kurumları aracılığıyla başkanların elini ayağını bağlamak suretiyle haddi bildirilebilir.
Piyasanın işleyişine kurumsal müdahaleler ortadan kaldırılır ama bu hiç müdahale olmayacağı anlamına gelmez. Zaten ikinci ayak, piyasaların liberal ekonomi ilkelerine göre değil, günün ihtiyaçlarına göre düzenlenmesidir.
Piyasaya keyfi müdahaleler
İlk ele alınan konulardan biri kamu yatırımlarında serbest rekabet kurallarını işletmesi beklenen ihale yasalarını değiştirmektir. Başıboş bırakılan ihalelerin nereye varacağı bilinmediğinden her ihalede kurallar değiştirilir. Her ihalenin konusu, çapı, önemi farklı olduğundan bir değişiklik öbürüne uymaz, sürekli değiştirmek gerekir. İhale yetmez, ihale sürecinden sonra da yeni çıkan ihtiyaçlara göre yeni düzenlemeler yapılır. İhale kuralları sık sık değiştirilir ama ihaleleri kazanan şirketler fazla değişmez.
Liberal ekonomi anlayışının piyasayı her türlü müdahaleden kurtarmak için son dönemde en çok üzerinde durduğu uygulama bağımsız düzenleyici kurumlardır. Bu kurumlar özel şirketleri desteklemekten yana olmakla birlikte, aralarında tercih yapılmasına karşıdır. Bağımsız kurumlar ortadan kaldırılır veya işlevsiz hale getirilir.
Tabii bağımsızlık deyince, en önemli bağımsız kurum olan Merkez Bankası da kendi haline terk edilemez. Laf dinlemeyen adamlar çıkabilir. Merkez Bankası davulu çalabilmek için tokmak işlevi görebilecek yöneticilere sahip olmalıdır. Merkez Bankası da sonuç itibariyle bir banka olduğu için para alır, para satar, risk alır, kazanır, kaybeder. Kaybettiği para toplumun parasıdır ama kimseye hesap verecek değildir.
Zaten neyi kazanıp neyi kaybettiği anlamak kolay iş değildir. Liberal ekonominin temel varsayımlarından biri de tüm piyasa aktörlerinin piyasa hakkında tam bilgiye sahip olmasıdır. Bu varsayımın hiçbir piyasada geçerli olmadığını herkes bilir ama yine de birçok ülkede mümkün olduğunca sağlıklı bilgi edinilmesi için gayret gösterilir.
Yerli ve milli piyasada bilgi sahibi olmak gerekli olmadığı gibi sakıncalı da bulunabilir. Merkez Bankası gibi saydamlığın esas olması gereken bir kurumun bilgileri, çıkarsama yoluyla elde edilir. İstatistik kurumu zaman serisi çıkarmaya olanak vermeyecek şekilde ikide bir yöntem, kapsam, örneklem, periyod değişikliğine gider. Zaten gitmese de ne yatırımcılar ne de tüketiciler verdiği rakamlara güvenir. Güvensizlik o raddeye varır ki, ekonomi bir yana, salgınla ilgili rakamlara bile kimse inanmaz. Oysa verileri bilmek ve güvenmek piyasanın temelidir.
Tabii bilgi bu kadar önemsiz olunca, hiçbir bilgiye dayanmayan politikaların gündeme gelmesi, savunulması olağan karşılanır. Bilgi sahiplerinin görüşlerine önem verilmez. Aslında hiçbir konuda bilgiye değer verilmez. Buna meslekten olmayan insanların aklına gelen fikirlere teori diyecek kadar teori kavramından bihaber olma halini de eklemek lazım.
Hukuksuz ekonomiye gidiş
Üçüncü ayak, hukuku ekonomi uğruna gözardı edilebilecek bir kavram olarak görmektir. Bu, kendini besleyen bir süreç olarak, kartopu gibi büyüyerek devam eder. Maliyetleri düşürmek için kayıtdışı istihdama göz yumarak başlar. Sendikalaşmayı engellemek için tehditten zorbalığa kadar çeşitli yöntemlerin kullanılmasına ses çıkarılmaz. Uysal sendikalar kurulması desteklenir. Hiçbiri yetmezse, boğaz tokluğuna mülteci çalıştırmak olağanlaştırılır.
Vergi ve sosyal güvenlik aflarının peş peşe çıkarılmasıyla yasal yükümlülüklere uymayanlar ödüllendirilir. İmar planlarını değiştirmek gündelik mesai haline getirilir. Varlık barışı adıyla, ülkenin adının kara para cennetine çıkmasını göze alarak, yasa dışı gelirler aklanır. Ülkeye girip çıkan parayı izlemek olanaksızlaşır. Ne idüğü belirsiz para diye tanımlanabilecek olan, net hata ve noksan kalemi, dünyada görülmemiş ölçüde, rekor üstüne rekor kırar.
Bütün bunların doğal sonucu mafyanın ekonominin önemli bir aktörü olarak ortaya çıkmasıdır. Siyasi parti liderlerinin dava arkadaşı olan mafya babaları, eski emniyet müdürlerinin iş ortağı olan mafya babaları, emekli generallerin can dostu olan mafya babaları, milletvekilerinin sırdaşı olan mafya babaları, şirket sahibi, mülk sahibi, servet sahibi olarak ekonomide güç sahibi olur.
Bu üç ayaklı ekonomi politikasını onaylamayanları mandacı iktisatçı olarak tanımlamak hoş değil. Siyasette gerekmeyebilir ama iktisatta net olarak tanımlanan kavramlar işe yarar. İyi tarif edilmeyen terimleri kullanmamakta yarar var.
(BD/NÖ)