Ülkeler bir süredir küresel ısınma ve iklim değişikliklerini önleyerek insanlığın geleceğini kurtarabilmek için çareler arıyor, konferanslar düzenliyor. İklim değişikliği konusunda ilk toplantı 1979 yılında Cenevre’de yapıldı. Çözüme dönük ilk konferans ise Birleşmiş Milletler tarafından 1995 yılında Berlin’de düzenlenmişti. Ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını, 1990 yılındaki düzeyine düşürmesi hedefiyle 1997’de imzalanan, ama ancak 2005‘te yürürlüğe girebilen ve 2020 yılında uygulama süresi bitecek olan Kyoto Protokolü; uygulama süresince beklenen sonuçları veremediği için başarısızlıkla sonuçlandı. Çeşitli ülkelerin, kendi sanayileri ve üretimleri bağlamında koyduğu kısıtlamalar başarısızlığı da beraberinde getirdi. Türkiye, protokolü Şubat 2009’da kabul etmişti. 2015 Aralık ayında bu kez Paris’te 195 ülkeden 40 binden fazla delegenin katıldığı Paris İklim Konferansı toplandı. Uzun ve yorucu pazarlıkların ardından mutabakat metni tüm ülkelerin oylarıyla kabul edildi. Paris Mutabakatı, şu ana kadar iklim değişikliği ve küresel ısınma konusunda uluslar arası düzeyde en geniş katılımla alınmış ve içeriği bağlamında en büyük umut vaat eden mutabakat olarak tüm dünyaya ilan edildi. Uygulamasının yüzyılın sonuna kadar sürmesi hedefleniyor.
Peki başarılı olabilecek mi?
Paris Konferansı sonrası dünyanın elinde artık bir eylem planı ve buna dair bir yol haritası var. 1880 yılından 2014 yılına kadar dünyanın 0.85 ˚C ısındığı ve böyle giderse bu yüzyılın sonunda 2,7 - 3 ˚C ısınacağı düşünüldüğünde, durumun vahameti daha iyi anlaşılıyor. Konferansta karara bağlanan; dünyanın bugünkü ortalama sıcaklığı ile sanayi devrimi öncesi dönemdeki değerleri arasında farkın, bu yüzyılın sonuna kadar 2 ˚C’nin altında tutulması hedefi, elbette ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirmesi ve kararlara bağlı kalmasıyla olanaklı. Ülkeler, bu farkın 1,5’ta tutulabilmesi için fazladan çaba göstereceklerini de ayrıca beyan ettiler.
TIKLAYIN - ÇEVRE ÖRGÜTLERİ KÖMÜRDEN ÜRETİLEN ELEKTRİĞE ALIM GARANTİSİNE TEPKİLİ
Mutabakat, 2020 yılından sonra uygulamaya girecek ve beş yılda bir ülkelerin taahhütlerini yerine getirip getirmedikleri denetlenecek. Varılan antlaşmada: küresel ısınma konusunda, gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkelerin aynı derecede sorumlu tutulamayacağı, denetim süreçlerinde gelişmiş ülkelere karşı katı bir tutum takınılırken, gelişmekte olan ülkelere bazı esnekliklerin tanınacağı vurgulanıyor. Bunun, ileride çıkabilecek birçok sorunu içinde barındıran bir yaklaşım olduğu açık. Gelişmemiş ülkelere sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için verilecek yardımların yetersizliği ve kesin hükme bağlanmamış olması da ayrı bir tartışma konusu.
Uygulamanın henüz başlamamış olmasına karşın birçok Avrupa ülkesi, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelerek, kömüre dayalı termik enerjiden kademeli olarak vazgeçerken ve gelecek yüzyılın enerji planlarını uygulamaya koyarken (Örn: Birleşik Krallık Hükümeti, elektrik üretiminin yüzde 20’den fazlasını karşılayan kömür santrallerinin tamamını 2025 yılına kadar kapatmayı teklif etti. Kıbrıs, Lüxemburg, Malta ve Baltık Ülkelerinden sonra Belçika da son kömürlü santralini geçen ay kapatarak kömüre veda etti), Ülkemizdeki durum tersi bir seyir izliyor. Aşağıdaki cümleler Enerji Bakanlığının sitesinden: “Hidroelektrik santraller termik santraller gibi çevreyi fazla kirletmezler’’. “36’sı lisanslı, 24’ü lisanssız 60 termik santralimiz bulunmaktadır.’’
" 2015 yılında elektrik üretimimizin yüzde 28,4 ü kömürden elde edilmektedir.” “İthal bir kaynak olan doğal gazın elektrik üretiminde kullanılması yerine, rezervleri belirlenen ve termik santral kurulabilecek özellikte olan linyit sahalarımızın hızla devreye sokulması ve mevcut santrallere yeni ünitelerin ilavesine yönelik çalışmalar sürdürülmektedir.” “6446 Sayılı yeni Elektrik Piyasası Kanunu ile yeni üretim yatırımlarının özel sektör tarafından yapılması öngörülmüştür.” Başka dillerde meali: Kirletmeye son sürat devam...
Türkiye’nin kömür rezervlerinin büyük kısmı düşük kalorili ve sadece termik santrallerde kullanılmaya uygundur. 1990’lardan itibaren, devletin elindeki termik santrale uygun büyük linyit sahaları, büyük sermaye gruplarına peşkeş çekildi. Sahalar, sonrasında ya büyük paralarla el değiştirdi ya da yabancı şirketlerle ortaklıklara dönüştürüldü. Bu süreçte, uzun yıllardır 8,3 milyar ton civarında seyreden linyit rezervleri, son 10 yılda, en büyük rezervin olduğu Afşin- Elbistan Kömür Havzasında yapılan çalışmalarla 14 milyar tonun üzerine çıkartıldı. Bu rezervler doğal olarak kendi ülkelerinde kömüre dayalı termik santral kurma işine girişemeyen yabancı büyük enerji şirketlerinin iştahını kabarttı. EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) verilerine göre şu anda Türkiye’de 651 santral inşa halinde. 21 tanesi kömüre dayalı termik santral. İçlerinde en büyükleri de (1000MWe’nin üstü) kömüre dayalı termik santraller.
Bugünkü üretim ve kullanım potansiyeli göz önüne alındığında, dünya kömür rezervlerinin 150 yıla yakın bir ömrü var. Bu da sermayenin kolayca gözden çıkaramayacağı bir kaynak.
Anlaşılan 2020 yılında Paris Mutabakatı kontrolleri başlayana kadar elimizi çabuk tutmamız ve kömüre dayalı santralleri yapmamız gerekiyor! Sonrası Allah Kerim! Polisten korktuğu için emniyet kemeri takan yurdum insanı misali. Belli mi olur, bakarsın Mutabakat da iptal falan olur, yapanın da yanına kâr kalır! O da olmazsa, teftişe gelene; biz gelişmemiş ülkeyiz kardeşim, biz sizinle aynı derecede sorumlu tutulamayız demeyi de mi beceremeyeceğiz! Şu gelişmekte olan ülke statümüzün de sonunda bir faydasını görelim ölüp gitmeden!
Şimdi bu tabloya bakıldığında, bırakın Paris Mutabakatı’nı, daha temiz bir çevrede yaşamak ve geleceğimizin daha sağlıklı olacağı umudunu besleyen bir emare görebiliyor musunuz? Türkiye’nin kömür rezervleri göz önüne alındığında, termik santraller kavgasının daha uzun yıllar süreceğini söylemek kâhinlik olmaz. Hepimize kolay gelsin...
Ne demişti Nazım Usta:
Acayipleşti havalar,
Bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar.
Stronsiyum 90 yağıyormuş
ota, süte, ete,
umuda, hürriyete,
kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm. (NT/HK)