Nihayet 7 Şubat’ta, (görüşmeleri başlatmak için yapılan anlaşmadan neredeyse bir yıl sonra), Ulusal Kurtuluş Ordusu-ELN ile Santos hükümeti arasında barış görüşmeleri resmen başladı.
Neden bu iş yıllar önce başlatılabilecekken bu kadar gecikti? Daha önceki yazılarda görünür nedenlerinden biraz bahsetmiştim. Fakat asıl sorun hükümetin ayak sürümesiydi. Bu Santos hükümetinin özel olarak tercih ettiği bir politika. FARC’la yürütülen toplamda yaklaşık altı yıl süren müzakereler sonucu bu “uzatma-bıktırma” taktiği görüldüğü/yaşandığı üzere egemenler açısından bir hayli “verimli” oldu. Hükümetin ELN’ye dönük süreç için de benzer bir beklenti taşıması kaçınılmazdı.
Ekvador’un Başkenti Quito yakınlarında bir Cizvit manastırında yapılan barış görüşmelerinin ilk turunun kesintisiz 45 gün sürmesi bekleniyor. Hükümet tarafı “her şey daha kolay olacak” dese de onlar açısından bunun pek de öyle olmayacağını müzakere sürecinin gündemini oluşturan ana başlıklara bakarak söyleyebiliriz:
1- Toplumun barışın inşasına katılımı,
2- Barış için demokrasi,
3- Kalıcı bir barış için toplumsal değişim önerileri,
4- Mağdurların hakları,
5- Çatışmaların ve şiddetin sonlandırılması,
6- Uygulama, barışa geçiş.
Evet, belki ilk bakışta bu sıralananlar FARC’la yapılan müzakere başlıklarına göre basitmiş gibi gelebilir. Fakat özellikle, barış için toplumsal değişim talebinde bulunması ve ülkenin 200 yıllık demokrasi, adalet sorununa işaret etmesi açısından çok daha kapsamlı olduğu görülüyor. Bu sorunları çözmek için barış masası yeterli olur mu bu ayrı bir mesele.
FARC’la yapılan müzakereler nedeniyle geçen yıl yapılan referandumda, barış isteyenler adına yaşanmış olan yenilgiyi hatırlayacak olursak, burada belirleyici faktör önemli ölçüde düzen tarafından sindirilmiş, apolitikleştirilmiş geniş bir kesimin varlığıydı. Bu sözünü ettiğimiz sinik kesimin de büyük katkısıyla referanduma katılım yüzde 37’de kalmıştı.
Demokrasi meselesine gelince bu çok daha derin bir soruna, doğrudan ülkenin köklerine işaret ediyor. Kolombiya 1819’da İspanyollara karşı verilen uzunca bir süre devam eden savaşlardan sonra bağımsızlığını elde etti. Başlangıçta Bogota merkezli Gran Colombia diye adlandırılan topraklar şimdiki Ekvador, Venezuela, Panama ve Brezilya’dan da bir kısım toprağı kapsıyordu. Bu ülkelerin kimler tarafından nasıl yönetileceği/paylaşılacağı sorunu zamanla ayrışmalara yol açtı. Kolombiya’nın kendi içinde ise asıl sorun geniş, uçsuz bucaksız toprakların nasıl paylaşılacağıydı. İspanyolların hakimiyeti döneminde de büyük topraklara sahip olan beyaz-Katolik belli bir azınlık kesim vardı. Bundan sonra oligarşi diyeceğimiz bu topluluk siyah, yerli ve melez kesimlerle hiç bir şey paylaşmadıkları gibi başlangıçta verilen sözlere rağmen siyahları bağımsızlık savaşı sonrası da köle olarak kullanmaya çalıştılar. Güney Amerika’nın ilk devrimini yapan dönemin Haiti yönetimi ana karadan kaçmak zorunda kalan Simon Bolivar’ın adeta hayatını kurtarmış, bağımsızlık savaşına “kölelerin özgürlüğü” karşılığında destek vermişti. Bolivar büyük toprak sahiplerine diş geçiremedi bir başka yorumla kendisi de aynı sınıfsal kökene sahip olan “libertador” efendilerin “alışkanlıklar”ına boyun eğdi. Yine aynı egemenler yerlileri ise daha farklı yaptırımlarla mülksüzleştirmeye uğraştılar.
Mesele burada da bitmiyordu. Oligarşi içinde mülkiyet sorunları çıkmaya başladı. Bu sorun henüz “Kurtarıcı” Simon Bolivar hayattayken gündeme geldi. Problemi doğrudan tanımlamak yerine elbette her zaman olduğu gibi bazı ideolojik-politik tercihler üzerinden ifade ettiler. Bunlardan biri dönemin Kolombiya Devlet Başkanı Francisco de Paula Santander ile Bolivar arasındaki “yönetim biçimi” tartışmasıydı. Bolivar merkezi yönetimi savunurken Santander federasyondan yanaydı. Bu tartışma Katoliklik-laiklik çekişmelerinin de katkısıyla oligarşi içi muhafazakar-liberal bölünmesine yol açtı. Bolivar (bugünle tezat bir biçimde) o zaman muhafazakar kesimin sembolüydü. Oligarşi içi kesimler arasındaki bu çekişme sekiz defa iç savaşa konu oldu. Fakat her şeye rağmen ülkenin kuruluşundan bu yana aynı aileler hem topraklara hem de askeri ve politik bürokrasiye hakim olmayı başardılar. Mesela bugün ki Başkan Santos’un ailesi bu konuda tipik bir örmektir. Santos’un büyük büyük dedesi Antonia Santos, Bolivar’ın silah arkadaşı beyaz azınlıktan biridir. Büyük amcası Eduardo Santos 1938-42 yılları arasında devlet başkanlığı yapmıştır.
Özetle bugün ülkede bulunan kalburüstü ailelerin önemli bir kısmı son iki yüzyıldır ülkenin her şeyine sahip olan aynı ailelerdir. Yani oligarşinin kendi içindeki kavgalar milyonlarca insanın hayatına mal olsa da o aileler bugünlere gelmeyi becermiştir. Bu tarz bir serüvenin Kolombiya hakim sınıflarına başkalarını yönetmede büyük ve dehşetengiz tecrübeler kattığı şüphesiz bir Kolombiya gerçeğidir. Herhangi bir manada demokrasinin hayat bulabilmesi öncelikle bu oligarşik yapının şiddete dayalı hegemonyasının son bulmasıyla ancak mümkün olabilir.
Ülkede yaygın toplumsal şiddettin kaynağı bizzat bu demokrasi yoksunun oligarşik iktidarın varlığıdır. İç savaş aracı olarak oligarşi tarafından hep kullanılmış olan paramiliter şiddet, 20. yüzyılın ikinci yarısında ABD’nin dönemin soğuk savaş politikaları kapsamında daha sistematik ve yaygın olarak örgütlendi. Yankilerin başkalarını böcek gibi gören aklının bir ürünü olarak (“eğit-donat” meselesinde ya da Taliban örneğinde olduğu gibi) uyuşturucu kartellerinin de katkılarıyla toplumsal şiddet yaygınlaştı(1). Toplumu adeta erozyona uğrattı. Özetle bu durumu değiştirmek isteyenlerin işi bir hayli zor.
Önceki gün gelen haberlere bakarsak görüşmelerden ilk sonuçlar alınmaya başlandı. Taraflar dokuz günün sonunda sivil liderlerin barış sürecindeki görevleri ve çatışmanın azaltılması için alınacak insani önlemleri üzerine uzlaşmışlar. Kalıcı bir ateşkes için de ön anlaşma imzalanmış. Bu hafta içinde ELN’ye “tek taraflı ateşkes” çağrısı yapan Devlet Başkanı Santos’un saçma talebi ve yıllardır süren inadı da böylelikle boşa çıkarmış oluyor.
ELN’nin tartışma başlıkları içerisinde yoksulluk, yolsuzluk, ayrımcılık ve çevre sorunları da önemli bir yer işgal ediyor. İşin doğrusu “barış masası”nı bu konularda nereye kadar zorlayabilirler ben de merak ediyorum.
Belki dikkatiniz çekmiştir, yukarıda sıralanan başlıklar arasında ELN’nin kendini yasal bir parti gibi tanımlama hedefi yok. Bunun ne tür sonuçlar doğuracağını şimdiden söylemek biraz zor.
Nihayetinde ELN ile başlamış olan süreç FARC’la sürmekte olan olan “eksik barış”ı tamamlamaya adaydır. Fakat önlerinde çok zorlu bir süreç var. Kolombiya’nın demokratikleşmesi ve şiddetten uzaklaşması bütün dünya için ileriye doğru atılmış umut dolu bir adım olacaktır.
FARC’ın barış süreci
FARC gerillalarının “geçiş kampları”na taşınmaları önemli ölçüde tamamlandı. Son olarak Colinas ve Madrigal kamplarında da bu sürecin tamamlanması bekleniyor. Yaklaşık olarak 6 bin 300 gerilla kamplara yerleşti. 300 FARC gerillasının ise silah bırakmadığı açıklandı. Bu rakamın daha önceki ayrılmalar da hesaba katılarak yaklaşık bin civarında seyrettiği tahmin ediliyor.
Geçiş kamplarına taşınma sırasında ülkenin kuzeyinde bulunan Catatumbo bölgesinde geçtiğimiz haftalarda halk 180 kadar FARC gerillasını engelledi. Bunun nedeni paramiliter saldırılar karşısında korunmasız kaldıklarını düşünmeleriydi. Gerillalar bir süre bu bölgede konakladı. Hükümet tarafından halka korunma sözü verildikten sonra militanlar geçiş kampına taşındı.
Benzer bir gelişmenin ELN’ye dönük yaşandığı da basına yansıyor. Bu haberlere göre ülkenin çeşitli kesimlerinde FARC’ın boşalttığı alanları paramiliterler doldururken, buralara halk korunma amaçlı olarak ELN’yi davet ediyor.
Paramiliter şiddet
Geçtiğimiz günlerde paramiliter şiddet yine can almayı sürdürdü.
İnsan hakları eylemcisi Luz Herminia Olarte ve yerli kadın hakları savunucusu Isabel Bernal Varela adlı iki kadın öldürüldü. Geçtiğimiz hafta sonu yine bir kadın topluluk lideri Yudy Andrea Seguro ağır yaralandı. Dört insan hakları savunucusu ise ölümle tehdit edildi.
Toplamda son iki buçuk ayda 19 sosyal haklar savunucusu öldürüldü. Bu rakamlara çoğu zaman daha sıradan görünen ama gerçekte aynı mekanizmanın parçası olan şiddet olayları yansımıyor.
Kısa haberler
Aralarında uluslararası Dole, Del Monte gibi şirketlerin de bulunduğu 200 kadar firmaya, paramiliter güçlere finans sağlamaktan soruşturma açıldı.
Ülkenin çeşitli bölgelerinde küçük toprak sahibi üreticiler, uygulanan ekonomik politikalara karşı protesto gösterileri yapıyorlar.
Cómbita Boyacá hapishanesinde 176 tutsak geçtiğimiz hafta içinde antidemokratik uygulamalar nedeniyle süresiz açlık grevine başladı.
Avrupalı liderlerin son dönemde Kolombiya’ya ilgisi arttı. İrlanda Cumhurbaşkanı Michael D. Higgins de geçen hafta Kolombiya’daydı. Ziyaret sırasında Bogota Üniversitesi’de yaptığı konuşmada barış arayışlarını “umudun projesi” olarak tanımladı. (AS/ÇT)
(1) Geçtiğimiz haftalarda Kolombiya polisi “fasülyecik” lakaplı 17 yaşında bir genci yakaladı. Bu çocuk-genç meğer 12 yaşından beri uyuşturucu çeteleri için cinayet işliyormuş. Yani bu onun mesleğiymiş ve bugüne kadar 30’un üzerinde insan öldürmüş. Sanırım bu örnek bile(ve benzeri binlercesinin olduğu ise ayrı bir gerçek) ülkenin ne düzeyde uçlarda gezindiğini size açıklamaya yeter.