Dünyanın çeşitli kentlerinde metroyla seyahat ederken birilerinin vagon vagon gezerek yanı başınıza üzerinde bir şeyler yazan notlar bıraktığı olmuştur. Bir kolonyalı mendil zarfçığına iliştirilmiş kağıtta "Sağırım, bunu eğitimim için bir dolara satıyorum. Lütfen yardım edin. Tanrı sizi korusun" gibi yazılara inanmayarak kayıtsız kalmış, belki de telkin olup acıma duygusuna boyun eğmişsinizdir.
Fakat durum her zaman göründüğü kadar basit, sanıldığı kadar insancıl olmayabiliyor.
1997 yılında New York'ta ipliği pazara çıkarılan bir şebekenin mevzubahis kişileri köleleştirerek kazanç sağladığı anlaşılmıştı. Yönetmen Maximón Monihan yıllar boyunca bu haberin etkisinden kurtulamadığı için konuyu sonunda filme aktarmaya karar vermiş.
Orta Amerikalı sağır-dilsiz Olga'nın daha iyi bir yaşam için ABD'ye göç etmesinin akabinde başına gelen beklenmedik olaylar, 1-10 Kasım arasındaki 54. Selanik Film Festivali'nde ilgiyle seyredilen Sessizlerin Sesi (La Voz de los Silenciados/The Voice of the Voiceless) filminin trajik öyküsü.
Sessizlerin Sesi
Yaşamın artık geleneksel biçimde sürdürülemediği yoksul bir Orta Amerika ülkesinden ailesine veda ederek yola çıkan genç kız Olga, New York'ta sağır-dilsizlere eğitim veren dini bir kurumun kendisine yardımcı olacağını sanır. Oysa ABD'nin hayat dolu şehrinde kendisi gibi engelli başka göçmenlerle birlikte karanlık bir bodruma kapatılır; kıyafetlerine ve eşyalarına el konur, artık yeni görünümüyle sadece emirlere itaat edeceği yeni bir hayata başlayacaktır. Metrolarda kendisinden beklenen performansı gösteremediği günlerin sonunda elektroşoklarla cezalandırılır, erkeklerin tacizine uğrar, bazen yatağına kelepçelenir, acımasız muamelelere tabi tutularak insanlık dışı şartlarda yaşamaya ve çalışmaya mecbur edilir.
Yabancı bir memlekette, alışık olmadığı agresif bir ortamda uluslararası bir suç şebekesinin tuzağına düşmüş olduğunu anladığında artık iş işten geçmiştir, güçsüz ve çaresiz olduğu gibi sesini duyurmanın imkansızlığı altında ezilir. Fakat bir karabasan gibi üzerine çöken bu korkunç durumdan kurtulmak için çareler üretmekte gecikmez, çöpte bulduğu peluş bir penguen sırdaşı olur ve hayata tutunmasını sağlar.
Sessiz filmin âlâsı
1969 Washington doğumlu yönetmen Monihan, Olga'nın dünyasını bize tam manasıyla aktarabilmek için tüm filmi sessiz çekmeyi tercih etmiş. Siyah-beyaz görüntülerin çoğunlukta olduğu yapımda alçak frekanstan verilen seslerle atmosfer bilhassa endişe verici hale büründürülmüş ve kahramanla özdeşleşmemiz sağlanmış. Hareketlerin doğal haliyle değil de hızlandırılmış şekilde verilmesi insandaki kaygı ve ümitsizliği epeyce pekiştiriyor.
Olga karakterini canlandıran Guatemalalı Janeva Adena Calderón Zentz performansıyla içimizin gerçekten burkulmasına sebebiyet verdiği gibi birbirinden kötücül örgüt elemanları, karikatürize edilmiş tipler olsalar da öfkemizi katmerliyor.
Brooklyn'de yaşayan yönetmen ve senarist Monihan, insanın açgözlülüğünün kusursuz bir alegorisi olarak algıladığı durumu filme çekip başkalarıyla paylaşana kadar rahat edemediğini çeşitli vesilelerle belirtmiş.
Mumbai Film Festivali'nin yarışma bölümünde yer alan 85 dakikalık duygusal yapım Selanik dışında Dharamsala Festivali'nde de gösterildi. Film 9 Kasım akşamı Kadıköy Moda'daki Bant Mag adlı mekanda bir kereliğine de olsa İstanbullu izleyiciyle buluştu, tarz olarak bağımsız film festivali !f'e çok yakışacağı kesin… (MT/AS)