Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'u yerle bir eden ve dünyayı apansız (apansız mı?) savaş iklimine sokan saldırı ertesinde Antonio Negri ve Michael Hardt'ın İmparatorluk 'unu okuyanlar olguların kitabın temel varsayımlarını doğruladığını ileri sürecek olurlarsa bütünüyle haksız çıkmayacaklardır; ama bunun tersini savunacaklar da pekâlâ kendi haklılıklarına ilişkin pek çok olguya işaret edebilirler.
Negri, İmparatorluk'un Fransızcasının yayımlanması vesilesiyle Le Monde Diplomatique için kaleme aldığı makalesinde şöyle diyordu:
"Amerikalı kapitalistler kadar onların Avrupalı muadilleri de, Rusya'nın servetlerini yolsuzluğa borçlu zenginleri kadar Arap ülkelerinin, Asya ya da Afrika'nın çocuklarını Harvard'da okutup paralarını Wall Street'e yatıran zenginleri de "kolektif sermaye" imparatorluğunda yer alırlar."
Şu günlerde Afganistan'a müdahale için derlenen "ittifak"ın gerisindeki güçlerin "uluslararası terörizm" dedikleri şeye karşı böylesine hızlı ve bütünlük içinde bir araya gelişlerine baktığımızda Negri'nin sözünü ettiği neredeyse bütün güçlerin bir "ortak çıkar" çevresine yığıldıklarını görebiliriz.
Öte yandan Negri'nin şu saptaması da son on-on beş gün içinde pratikte doğrulanan bir kehanet gibi tınlıyor:
"Ulus-devlet, egemenliğinin üç temel özelliği olan askeri, siyasal ve kültürel egemenliği İmparatorluk'un merkezi güçlerine ya devrediyor ya da bu özellikler İmparatorluk tarafından soğuruluyor. Eski sömürge ülkelerin emperyalist ulus-devletlere tabi oluşu da kıtalar ve uluslar arası emperyalist hiyerarşi içinde ortadan kalkıyor ya da yok oluyor: Bunların tümü İmparatorluk'un birleştirici ufku içinde yeniden örgütleniyor."
ABD'nin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu NATO müttefikleri, hiç değilse gerilimin tepe noktasında, merkezinde Washington'ın yer alacağı bir "uzun savaş" tercihini benimsemiş, savaşın amaç ve kavramlarını -bunların tam olarak ne olduğunu ABD Birleşik Genel Kurmayının bile bildiği kuşkulu- paylaşmış görünüyorlar. İttifakı bölge ülkeleri, Çin, Rusya, Hindistan tamamlıyor. Başbakan Ecevit'in ağzından söylersek Türkiye'nin tercihi "ABD'nin istediği her şey" olarak netleşiyor. "Askeri, siyasal ve kültürel egemenliğin İmparatorluk'un merkezi güçlerine devri" derken Negri'nin bundan başka bir şeyi kastetmediği açık.
Öte yandan, Negri'nin bu sürecin kendine "yeni bir hukuk" yaratarak ilerleyebileceğine ilişkin saptaması da doğrulanmış görünüyor. Her ne kadar o bunun temelinin ABD Anayasası ve BM Şartı olabileceğini öngörse de çatışmanın çapı ve şiddeti "İmparatorluk"un seçkinleri için ABD Anayasasının bu düzenleme bakımından haddinden fazla geniş sayılacağını gösteriyor. "Savaşan İmparatorluk" daha köşeli bir militarist sözleşmeye atıfta bulunuyor şimdilik: "NATO Antlaşması".
Dahası "ulus-devletler" ile "emperyalizm" arasındaki çatışmanın yerini "İmparatorluk"un bütün alanı içinde, herhangi bir ulusla doğrudan doğruya bağlantılandıramayacağımız başkaldırı odaklarının alacağına ilişkin öngörü de kendine postmodern ve negatif bir kanıt bulmuş sayılabilir: Üsame bin Ladin ve dünyanın bütün kıtalarına yayılmış, her ulusal kökenden, ama daha çok farklı farklı Arap ülkelerinden gelen, hiçbir "ulus-devlet"in çıkarlarıyla kendini bağlamış olmayan, adanmış fertlerden oluşan örgütü.
Ama hepsi buraya kadar.
Yüzyıl başında Lenin ve Kautsky arasındaki "emperyalizm" ve "dünya devrimi" konusundaki tartışmayla belirlenen "sosyalist devrim" paradigması açısından bakıldığında bütün bu öngörüler bir temel yasallık konusunda bize hiçbir şey söylemez...
Bütün bunlar, Sovyetler Birliğinin yıkılışını da belirleyen kapitalist küreselleşmenin kimi semptomlarını ve gelişme eğilimlerini haber verdikleri nispette gerçektirler. Ancak dünya kapitalizminin gelişmesini belirleyen bir temel yasallık -eşit-olmayan ve bileşik gelişme- ve bundan türeyen imkânlar konusunda gerçek bir tartışmanın eşiğinden döndüğü nispette Negri, "klasik" dediği "emperyalizm" tartışmasını aşmış olmaz, onu "by-pass" eder.
Negri'nin işaret ettiği gibi Lenin'in emperyalizm tahlilinin, Hobson, Hilferding ve hatta başlıca muarızı Kautsky'nin, XX. yüzyıl başlarının kapitalizminin çelişkilerini olduğu kadar olanaklarını da değerlendirişlerinden esinlenmiş ve yararlanmış olduğu doğrudur.
Ama, Negri'nin ileri sürdüğünün aksine Lenin'in bu liberal ve sosyal-demokrat teorisyenlerden en önemli ayrılığı -İmparatorluk'ta uzun boylu yer verildiği şekilde- nesnel tahlil açısından Lenin ve Kautsky arasında var olduğu söylenen "yakınlık"ın, sıra öznel politik yönelime geldiğinde bir "karşıtlık"a dönüşmüş olması değildi.
Hatta Lenin'in emperyalist rekabetin kaçınılmazcasına bir dünya savaşına yol açacağı öngörüsü de onun emperyalizm tahlili ile Kautsky'nin "barışçı ultra-emperyalizm" teorisi arasındaki -en çarpıcı olsa da- en esaslı fark sayılmazdı.
Asıl fark bütün bu öngörülerin üzerine temellendirildiği "kapitalizmin eşit olmayan gelişmesi" yasasından yola çıkarak Lenin'in geliştirdiği "zayıf halka" yaklaşımıydı: "Emperyalist sistem en zayıf halkasında kopacaktır." Bu "zayıf halka"nın Rusya'dan başkası olmayacağına ilişkin "nesnel" tahlildi, Bolşeviklere izafe edilen "iradecilik"e de bir nesnel temel kazandıran. Ancak "halka"nın "zayıflığı"nın bilgisi, bilimsel bir dünya görüşü ile donandığını ileri süren bir "devrimci parti"nin "iradecilik"ine "nedensellik" yüklememize olanak verebilirdi.
Emperyalizmin ikinci önemli karakteristiği, Rus Devrimiyle birlikte daha da belirginleşen kapitalizmin bir "ezilen halklar" kutbu yaratmaksızın bir dünya sistemi olarak gelişemeyeceği gerçekliğiydi.
Çin, Vietnam, Hindistan'daki devrimci hareketleri koşullayan nedenselliği bu kutupsallıktan türetebildiği için Lenin, sosyalist devrimin uluslararası gidişini "Avrupamerkezci" bir bakış açısından gözleme gafletinden kendini kurtarabilmişti.
Negri'nin İmparatorluk'u bize "kapitalizmin eşit olmayan ve bileşik" gelişmesinin küreselleşme çağındaki yasallıklarının getirdiği "devrimci imkânlar"ın tahlilinden çok bir betimlemeler ve öngörüler derlemesi sunuyor. Varsayımlarının ve iddialarının kanıtlarını olguların sistematik bir biçimde sayılması, ölçülmesi ve ayrıştırılmasından çok felsefî ve hukukî genellemelerin ve metin okumalarının içinden çekip almamızı bekliyor.
Üstelik İmparatorluk'un "merkezi"nden uzaklaştıkça, dünyanın ezilen nüfusunun çoğunluğunun yaşadığı coğrafyalardan bu betimlemelere baktıkça, aktüel gerçeklikle Negri'nin tasvir ettiği "kolektif kapitalizm"i kavramak çok daha güçleşiyor.
Örneğin Dünya Ticaret Merkezine yapılan saldırıyı, Negri'nin "ulus-devlet"in "İmparatorluk" çağında "yalnızca bir kalıntı"dan ibaret "geçiş halinde bir düzenleme" olduğuna ilişkin kavramsallaştırması için bir sınama olarak kabul edersek, Amerikan "ulus-devleti"nin bu saldırının ardından nasıl bir kez daha kendisini yeniden ürettiğini gözlemleyebilir, "İmparatorluk"un münhasıran Amerikalı olmadığına ilişkin tespitin ancak bir eğilim olarak mevcut olduğunu ama asla olmuş bitmiş, tersinmez bir gerçeklik değeri kazanmadığını görebiliriz.
Gene de Negri'nin işaret ettiği, küreselleşme ile birlikte güç kazanan, beliren ya da zuhur eden ve bir önceki dönemin başka koşullarda tekrarıymışçasına basitleştirilemeyecek kadar özgün olan yeni üretim, birikim ve dolaşım biçimlerinin varlığı ölçüsünde ve bunların ima ettiği yeni mücadele ve örgütlenme biçimlerinin üzerinde düşünmeye kışkırttığı ölçüde dünyanın gidişatının İmparatorluk'ta öne sürülen birçok genellemeyle örtüştüğü de söylenebilir.
Herhalde bunların en önemlisi, dünya kapitalizminin, "yenilmiş devrimler"in ardından -Negri buna "XX. yüzyıl iç savaşının kaybedilmesi" diyor- edindiği daha önce görülmedik tümleşiklik düzeyi ve çok daha yüksek bir teknolojik temel üzerinde kendisini yeniden kurmuş olması, bununla birlikte edindiği yüksek denetim kapasitesi ve bunu meşrulaştıran küresel mekanizmalar, bunlar üzerinde yükselen toplumsal ilişkiler, bunlardan doğan yeni sınıf mücadelesi dinamikleri ve bu dinamiklerin uyardığı yeni örgütlenme olanakları.
Bunlar yokmuşçasına ve hiç olmamışçasına XX. yüzyıl başlarının iklimi ve sosyal coğrafyası üzerine bina edilmiş varsayımları tekrarlamaktansa, Negri'nin İmparatorluk'ta işaret ettiği gelişme eğilimleri üzerinde -bunları çürütme niyetiyle bile olsa- tartışmak anlamlı. Çünkü Negri'nin İmparatorluk'u, XX. yüzyıl devrimlerinin yenilgisi sonrasında ilk kez "üretim tarzında" uluslararası ölçekte bir devrimin mümkün olduğu bakış açısından yapılacak bir tartışmayı kışkırtıyor. Kapitalizmin küreselleşmesi koşullarında küresel bir devrimin mümkünlüğünü düşünmeye davet ediyor.
Negri ve Hardt'tan bundan daha çoğunu beklemek ya da tersine eleştirel aklın yerine New York Times'ın kuşku uyandırıcı övgülerine -"komünizmin yeni sıcak kitabı"- kapılarak İmparatorluk'u -Negri'nin bile hak etmiş olacağına inanmayacağı biçimde- Kapital'le ikame etmek tuhaflık olur doğrusu.
Negri ile Hardt ve belki de onları izleyecek başkaları, mutatis mutandis Sanayi Devriminin başlangıcı sırasında toplumsal eleştiri evreninde "Ütopyacılar"ın oynadığı rolü oynamaya aday gözüküyorlar - kapitalizme karşı anti-otoriter bir başkaldırıya meşruiyet kazandırmak üzere gerçek güçlerin acımasız bir eleştirisiyle toplumsal kurtuluş özlemlerinin fantazmagorik bir karışımından oluşan bir öğreti oluşturmak.
Bununla birlikte Negri ve Hardt'ın "komün" için yaptıkları çağrı, dünya işçi hareketinin ve küreselleşme mağdurlarının direnme, yenilgi, uzlaşma ve kendi devletine teslimiyetten sonra bir kez daha başkaldırı üzerine düşünmeye başladığını haber verdiği için önemli.
Tarihin gösterdiği gibi, devrim hiçbir zaman mantıklı bir yol izlemez, çoğu kez, en önce tarihsel olarak onu gerçekleştirmekle yükümlü gücün bilincinde parlamaz. Kendiliğindenliğin teorizasyonu her zaman bilinçli ve örgütlü faaliyeti önceler.
Ama Negri ve Hardt'ın, aşırı basitleştirme pahasına "kendiliğindenliğe övgü" olarak niteleyebileceğimiz öngörü ve genellemelerini aşan bir derinlik ve kapsamda bir kitle hareketi ve ancak onunla bağlantıları içinde dillendirildiğinde gerçeklik kazanabilecek bilinçli devrimci bir faaliyet teorisi bu görevi üstlenecek aklı, kendi Marx'ını bekliyor henüz.
Eğer kehanet iddiasında bulunmak sayılmayacaksa, denebilir ki, küreselleşme çağında Marx, bir kişi değil bir kolektif olabilir ancak.
__________________________________
(*) Virgül Dergisi'nin yayımlanacak Ekim sayısından.