Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Türkiye’de ekonomideki sorunlar üstesinden gelinemeyecek boyutlara ulaşınca, can havliyle gündeme getirilen bir kavram vardır; yastık altı.
Yastık altı büyülü bir kavramdır. Başka ülkelerde karşılığı olmayan, bize özgü bir ekonomi terimidir. Yabancı dillere tercüme edilemez, edilse de kimse anlamaz. Bu bakımdan yerli ve millidir. Hiçbir şeye benzetilemeyen uygulamalara ‘Türk modeli’ adının verilmesine alıştık. Yastık altı, gerçekten de Türkiye’ye özgü, bitmeyen bir umut kaynağıdır.
Toplumsal yaşamda karşılaştığımız olguları anlamak için geçmişe uzanmak, yaşadığımız durumun kökenini irdelemek yaralı olabilir. Galiba, ilkokul yıllarından beri hepimize, ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle dolu şahane bir coğrafyada olduğunun telkin edilmesi önem taşıyor.
Milliyetçilik her yerde ülkenin ne kadar güzel bir tabiata sahip olduğunun vurgulanmasıyla başlıyor. Ulus devletlerin inşa sürecinde, milletin yüceltilmesiyle yetinilmiyor, güzel yurdumuz, cennet vatanımız ifadeleri her fırsatta tekrarlanıyor. 19. yüzyılda Avrupa’nın ulus devletleri kurulurken, her biri düşmanlardan kıskançlıkla korunması gereken doğal güzelliklere sahip olduğuna inanıyor.
Doğal olarak Türkiye’de de benzer eğilimler gündeme geldi. Hepimiz çok zengin bir coğrafyaya sahip olduğumuza inandık. Ancak Türkiye’de –efsane ile tarihi olayın birbirinden ayırt edilememesi gibi- coğrafyaya dair bu naif, çocuksu tavır günümüze kadar devam etti.
Yerin altı maden doluymuş
Hala pek çok insan Türkiye’nin yeraltının çok zengin madenlerle dolu olduğuna inanır. Öyle ki, Türkiye’nin altı petrol doludur ama yabancı şirketler petrolü görünce üstünü betonla örtmüştür. Madencilerin, her rezervin işletilmesinin gerekmediğini, maliyetin yüksek verimliliğin düşük olduğu kuyuların, dünyanın her yerinde kapatıldığını söylemeleri, çoğu kişiyi ikna etmez.
Benzer bir durum altın için de geçerlidir. Türkiye’nin altınlarını çıkarsa bütün sorunlarını çözeceğine inanılır. Fakat yabancı güçlerin çevre tahribatını bahane ederek altınların çıkarılmasına engel olduğu düşünülür.
Bu alanda borun özel bir yeri vardır. Borun değerli bir maden olduğu ve Türkiye’nin dünyanın en büyük bor yataklarına sahip olduğu öğrenilmiştir. Bu doğru ve yararlı bilgi, bor sayesinde petrol zengini Arap ülkeleri gibi olmak hevesiyle anlamsızlaştırılır. Borun gerçekten değerli olduğu fakat kullanım alanlarının sınırlı kalması ve Türkiye’nin bordan daha çok para kazanacak teknolojiye sahip olmaması, düşünülmez.
Bunlarla da yetinmeyenler ülkede çok büyük toryum rezervleri olduğuna inanırlar. Oysa madenciler toryumun doğada serbest halde bulunmadığını söylemektedir.
Yerin üstü dünyayı beslermiş
Benzer bir bakış ülkenin yerüstü zenginlikleri için de sürdürülür. Türkiye dört mevsimi yaşayan, dünyanın en bereketli topraklarına sahip, su kaynakları zengin, her şey yetişen bir ülkedir. Buna o kadar inanılır ki tersini söyleyene düşman olunur.
Bu inanç nedeniyle Türkiye’nin tarım ürünleri ithal etmesi dehşetle karşılanır. Bütün dünyayı besleyecek bir ülke nasıl tarım ürünü ithal eder, denir.
Türkiye’nin bu kadar çok tarım ürünü ithal etmesi hükümetin son derece yanlış hatta berbat politikalarının sonucudur. Fakat bu Türkiye’nin fazla bereketli olmayan, suyu yetersiz topraklara sahip olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Avrupa’nın birçok bölgesinde topraklar daha verimlidir, suları daha çoktur. Tek başına Nil bile bizim nehirlerden çok su taşır.
Zaten topraklar yeteri kadar verimli olmadığı için tarımda yapısal dönüşüme ihtiyaç vardır. Türkiye’nin topraklarının tarımın gelişmesi için yeterli olduğuna inanırsanız, tarımda mevcut yapının sürebileceğine de inanırsınız.
Oysa tarımda mevcut yapı sürdürülemez. Türkiye’de tarım verimsiz ve pahalıdır. Yapısal dönüşüm olmadıkça her yıl daha da çok tarım ürünü ithal edilecektir. Bu topraklarda tarım üreticileri ya kooperatifleşmek ya da büyük kapitalist çiftliklerde işçi olmak zorundadır.
Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri olmayan bir ülkede hiçbir şeyin kolay çözümü yoktur. Her sorunun çözümü radikal dönüşümleri zorunlu kılmaktadır.
Kolayını buluruz
Buna karşılık bilgisizlikten rahatsız olunmayan ve kurnazlığı yücelten bir ülkede kolay çözüm aramaktan vazgeçilemez. Ülkede muhakkak henüz keşfedilmemiş büyük kaynakların var olduğuna inanılır. Define arar gibi bu kaynakları bulursak sorunlar kendiliğinden çözülecektir.
Sorunların şiddetlendiği her dönemde yastık altı kavramı ortaya atılır. Ülkeye yatırım lazımdır ama nitelikli insangücü yetiştirmekle, bilimsel çalışmalara ağırlık vermekle, teknoloji geliştirmekle, kurumları güçlendirmekle, kaynakları ve harcamaları planlamakla uğraşmaya niyetiniz yoksa tek yapacağınız şey hazır kaynak aramaktır.
Yastık altı, bireylerin tasarruflarını para ve sermaye piyasalarının dışında tuttuğuna dair bir inanca dayanır. Buna göre, herkesin bir miktar birikimi vardır ama bunu bankaya yatırmaz, borsaya koymaz, tahvil almaz, evlerinde saklarlar. Her an enflasyon korkusuyla yaşanan bir ülkede bunu niye yapsınlar diye sorulmaz, kesinlikle var olduğuna inanılır.
Her seferinde doğru dürüst hiçbir bilgiye sahip olmadan, bu konuda tahminler yapılır, ne kadar yastık altı para olduğu hesaplanır. Her seferinde ülke ekonomisini kurtaracak kaynağın bulunduğuna inanılır.
Oysa Türkiye’de gelirler düşük, gelir dağılımı bozuk olduğu için tasarruflar da yetersizdir. Zaten bu yüzden her dönemde dış kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır. Mafyacılar ve kara para aklayıcılar dışında kimsenin saklı gizli parası pulu yoktur.
Yine de ülkede gizli bir zenginliğin olduğu inancından vazgeçilmez. Sonuçta, dünya ekonomisini beş ailenin yönettiğine maliye bakanının bile inandığı bir ülkeden söz ediyoruz. Kimle konuşsanız Rothschild, Rockfeller diye sayıp döküyor.
Yastıkaltı
Yastık altında para mara bulunamayınca, sıra altın aramaya geldi. Altın bulma ihtimali paradan daha düşük. Zira altın almanın gerekçesi zaten sisteme güvensizliktir. İnsan sisteme güvenmediği için başvurduğu bir aracı kendi elleriyle neden sisteme teslim etsin.
Külçe, gram, tam, çeyrek bütün altınlara sertifika verip alacaklarını bildiriyorlar. Yetmiyor, ziynet eşyası da kabul edilecekmiş. Altın, istendiğinde –herhalde düğün dernek olduğunda- fiziki olarak çekilebilecekmiş. Neyse ki altın dişten söz edilmedi. On bin kuyumcunun dahil olduğu bir sistem kurup altınları toplayacaklarmış. 280 milyar dolar değerinde beş bin ton altın olduğu tahmin ediliyormuş.
Bunlar olmayacak. Bunun çok karmaşık bir gerekçesi yok. CDS primi neden dünyadaki en yüksek düzeye ulaştıysa o yüzden olmayacak. Yabancı yatırımcılar neden borsadan çıktıysa o yüzden olmayacak. Kimse kazandığı parayla Türkiye’de neden yatırım yapmıyorsa o yüzden olmayacak. Üniversiteyi bitiren parlak gençler neden kapağı yurt dışına atmaya çalışıyorlarsa o yüzden olmayacak. (BD/APK)