Dikkat! Bu yazı Koca Dünya'ya dair SPOILER içerir. |
Reha Erdem, A Ay, Kaç Para Kaç, Korkuyorum Anne, Beşvakit, Hayat Var, Kosmos, Jin, Şarkı Söyleyen Kadınlar filmlerinden sonra 2016’da çektiği Koca Dünya filmi ile 23. Altın Koza Film Festivali’inde en iyi film ödülünün sahibi oldu. Film daha sonra 53. Uluslararası Antalya Film Festivalinde Rengahenk bölümünde izleyici ile buluştu ve izleyiciden oldukça fazla ilgi gördü.
Festival kapsamında yapılan film gösterimi sonrası yönetmen Reha Erdem’le yapılan söyleşide kendisine Koca Dünya’nın Beşvakit ve Hayat Var filmlerinin bir devamı olup olmadığı soruldu. Bir üçleme olduğunu kabul etmeyen ve mümkünse her filmi tek başına değerlendirin diye yanıt veren Erdem’e bir diğer izleyici ise Koca Dünya filminde Lars von Trier’in Antichrist filmine bir göndermesi olup olmadığını sordu. Yönetmen tüm bu sorulara ısrarla Koca Dünya filminin bağımsız düşünülmesini, hiç bir gönderme ya da metaphor üzerinde düşünmediğini belirtti.
Belki de bir yönetmen için anlattığı bir hikaye üzerine izleyicilerden gelen sorulara yanıt vermek ve filmi üzerine yorum yapmak bu işin en zor yanını oluşturmakta. Çünkü anlatılan öykü artık izleyici ile paylaşılmış ve bundan sonraki süreç izleyicilerin ne hissettiği, ne anladığı ve nasıl yorumladığı ile ilgili olmakta. Bu anlamda bir yönetmenin bitmiş bir filmi üzerine yeniden yorum yapması ve açıklamaya gitmesi ne kadar doğrudur? sorusu önem kazanmakta.
Film gösterimi sonrası söz alan bir izleyicinin soru değil, yorum yapmak istiyorum diye başladığı konuşmasında “ben de salondaki diğer tüm izleyiciler de büyülendik, çok harikaydı” sözü film üzerine yapılabilecek en önemli yorumdu. Zaten salonda film izleme esnasında yaşanılan duygulanım, izleyicilerin kafasında oluşturduğu sorular, yaşadıkları kaygılar, gerçek dünya ile film dünyası arasında kurulan bağlar, duygusal gel-gitler ile salondan ayrılmaları, filmin üzerine daha çok düşünüleceğinin de göstergesiydi.
TIKLAYIN - JÎN: CEVAPLARI SORGULAMAK
Koca Dünya’da iki genç
Filmde ailesini kaybetmiş, yetimhanede büyümüş iki gencin hikayesi işlenmekte. Yetimhaneden birisi evlatlık verildiği ailede şefkat yerine evin babasının tacizine maruz kalmış buluğ çağında bir kız, diğeri 18 yaşını doldurduğu için yetimhaneden çıkarılmış, kendisi gibi çırak olarak ya da gündelik işlerde çalışarak yaşamlarını kazanmaya çalışan yaşıtlarıyla izbe bir odayı paylaşan Ali. Her ikisi de “yetimhanenin şefkatli kollarından” Koca Dünya’nın acımasız kucağına fırlatılıp atılmışlar. Ali kızkardeşi Zuhal için kaygılanmakta, onun kaldığı eve giderek Zuhal’in durumu hakkında bilgi almaya çalışmaktadır. Kız kardeşinin evlatlık verildiği evde, kızkardeşi ile yaşıt bir kız, anne ve otoriter bir baba ile karşılaşır. Adam Ali’nin evine gelmesinden rahatsız olur. Zuhal ile görüştürülmeyen Ali birgün eve zorla girer ve evde kendisine karşı koyan adam, kızı ve karısını bıçaklar ve bir odaya kapatılmış olan Zuhal’i alarak, eski motosikletiyle beraber kentten uzaklaşır. Artık kent onlar için yaşanılır bir yer olmaktan çıkmıştır.
İlk geceyi atıl bir benzin istasyonunda geçirirler. İstanbul’dan uzaklaştıkça ve eski motosikletle kıvrılıp giden uzun yolda ilerlerken, kasabalar uğrak yerleri olur. Buralardan ihtiyaçlarını karşılayıp yola devam ederler ve sonunda kentin kaosu, sevgisizliği, gürültüsü, tekinsizliği karşısında doğaya daha bir yaklaşırlar. Ormanda motosikleti saklayıp, yaya olarak sazlıklardan geçip, orman içinde, göl kıyısındaki atıl bir barakayı kendilerine mesken ederler. Tabiat’a sığınan iki gencin hikayesi bu kez doğada varolma mücadelesine dönüşür.
Ali ve Zuhal’in doğayı keşfetmeleri ve orada kendilerine güvenli bir yaşam kurmaları zaman alır. Ali yakındaki kasabada kendisine bir oto tamircide iş bulur. Gündüzleri işe giden Ali’nin ardından ormanda yalnız kalan Zuhal bir yandan korkuyla Ali’nin gelmesini bekler, öte yandan çevreyi keşfeder. Gölde yıkanır, Ali’nin aldığı tarakla saçlarını tarar, her bir hışırtı ve seste korkuyla irkilir, çadırına sığınır. Birgün su kıyısında ters çevrilmiş bir kayık bulur, bir gün barakasına gelen davetsiz misafir yaşlı kadınla karşılaşır. En tedirgin olduğu zamanlarda onu korkutan çıtırtıların bir keçi, bir mandadan kaynaklı olduğunu görür, rahatlar.
Zuhal birgün su kenarında yaşlı kadının cansız bedeni ile karşılaşır, onun üzerini yapraklarla örter, yalnızca elini dışarda bırakır, yanına uzanıp, elini tutar, saatlerce öylece yatar. Filmde Zuhal ve Ali doğada bazen bir ağaç dalında, bazen yerde devinimsiz yatarken gösterilir. Tıpkı Beş Vakit filminde olduğu gibi… Filmde yer alan bu momentler çocuk ve gençlerin bir an için doğayla, toprakla başbaşa kalma anları, dış dünyanın tehlikelerine karşı çaresizlikleri olarak yorumlanabilir.
Zuhal için tabiatın kucağında büyümek giderek daha zorlu bir hal alır. Ormanda bir deli, bir keçi, bir manda, ölmüş bir yaşlı kadın, kadını arayan oğulları, akşamları giderek daha geç ve sarhoş gelen Ali onun dış dünyayla bağlarıdır.
Ali bir gün kasabaya Zuhal’i de getiririr. Birlikte çadırda çocuk şarkıcıyı dinler, atlı karıncaya binerler. Falcı kız Zuhal’in saçlarını toplar, onun güzelliğine vurgu yapar. Ali bir an gözünden kaybettiği Zuhal’i bir gençle görür, onun için kaygılanır. Birlikte ordan ayrılırken Zuhal kendini boş bir dükkanın penceresinden izler, hayal kurar. Onun yansımasına Ali’de eşlik eder. Birlikte yeniden ormandaki barakalarına dönerler. Ancak Ali panayırda tanıştığı Dayı olarak çağrılan falcı kadınla yakınlaşır, kadının yanına daha sık uğrar, ve kadının çadırında çok içtiği bir gün biriktirdiği tüm parasını kaybettiğini anlar. Ertesi gün kadını aramak üzere geldiği kasabada panayırın taşındığını görür. Sığındıkları tabiatın kucağından ayrılıp kasabaya gittiklerinde tehlikeye açık ve savunmasızdırlar.
Ali’nin panayırdaki falcı kadına parasını kaptırması ve oto tamircideki işini kaybetmesi, onu da Zuhal ile birlikte sürekli ormanda yaşamaya mahkum kılar. Birbirleri ile daha fazla zaman geçirir, ormanı birlikte keşfederler. Zamanla paraları ve erzakları biter, ormanda ağaçlardan beslenmeye çalışırlar. Geceleri ayak sesleri ile tedirgin uyurlar. Ta ki Zuhal’in kanama geçirip bayılmasına kadar. Ali onu kasabadaki hastaneye götürmek için yolda motoru karşılığında bir taksici ile anlaşır. Acildeki sedyeye yatırılan Zuhal’i kapı arasından endişe ile izleyen Ali, Zuhal’in bir ayağında ayakkabısı olmadığını görür, telaşla ayakkabıyı arar ve onu bulup Zuhal’e giydirmek için geri döndüğünde Zuhal’in acildeki sedyede olmadığını görür. Hastane içinde Zuhal’i arayamaz, çünkü karşısına hep hastane polisi çıkar.
Elinde Zuhal’in tek ayakkabısı hastane kapısında, evlerin duvar diplerinde korkuyla, tek başına çaresiz koşturur. Yine kasabada, insanlar arasında, sistemin içinde her ikisi de tek başınadırlar. Zuhal hastanede yaşam mücadelesi verirken, Ali dışarda korkularıyla başbaşadır. Tıpkı annesini kaybetmiş dünyalar güzeli Sindirella’nın üvey annesi ve üvey kardeşleri tarafından hor görülmesi ve Külkedisine dönüştürülmesinde olduğu gibi. Hastane önünde kaybettiği Zuhal’in ayakkabısı elinde öylece kalan Ali masalda olduğu gibi Külkedisinden yeniden bir Sindirella yaratabilecek midir bilinmez…
Koca Dünya’da kendilerine yer bulamayan iki genç doğanın içinde güvendedirler. Oysa kasaba ya da kentte insanların yanında bir o kadar güvenden uzaktırlar. Ali hergün ormanda tek başına bıraktığı Zuhal için kaygılanmaz. Buna karşın birlikte kasabadaki panayıra gittiklerinde bir an gözünden kaybettiği Zuhal’e yaklaşan genci gördüğünde telaşlanır. Her ikisi de yer edinemeyenler ve kimsesizdirler. Aradıkları sevgi ve şefkattir. Zuhal ormanda ölmüş yaşlı bir kadının tülbentine sarınır, onunla saatlerce el ele yatar, Ali İstanbul’da bir fahişe, kasabada bir falcı kadının kollarında huzuru arar.
Sonuç olarak
Reha Erdem sinemasının temel konusunu bireyler oluşturmakla birlikte, bireylerin hem iç dünyaları hem de içinde yaşadıkları toplumun koşulları daha bir ağırlık taşır. Erdem sinemasının karakterlerinin iç yaşantılarında, içindeki yaşadıkları toplumun değerleri, kuralları, yaşanmışlıkları, cinsellik ve şiddet öğelerinin baskın olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu öğelerin onun filmlerinde ele alınışı ve bireylerin kendi iç dünyalarında tek başınalıkları önemlidir.
Reha Erdem sineması için belirgin olan temalar daha çok insanın iç dünyasına odaklanırken, dış dünyanın tekinsiz ve zorlukları karşısında her bireyin yalnızlığı ve korkularıyla baş edebilme mücadelesi, kendi vicdanı ile iyi ve kötü arasında gidip gelen çıkmazları karakterlerde öne çıkar. Bu nedenle Reha Erdem filmlerinin ortak özelliği daha çok yeni yetme, ergen dönemlerinde kız ve erkek çocuklarının merkezinde aileye, aile içi ilişkilere ve aile içinde yetişmekte olan gençlerin içinde yaşadıkları dış dünya ile içsel karmaşaları arasındaki varoluş sancılarına ve topluma, toplumun tüm kurumlarına yönelik eleştiri olur. Başta aile olmak üzere tüm kurumların çocuk ve gençler üzerinde yarattığı travmalar, sahte cennet, sorunların asıl nedenleri olarak öne çıkarılmaktadır.
Reha Erdem’in “Beş Vakit” ve “Hayat Var” filmlerindeki çocuk karakterler, çocukluktan ergenliğe geçiş döneminin tüm iç sıkıntılarını yetişkinler dünyasında, sistemin içinde deneyimleyerek öğrenmektedirler. Koca Dünya’da ise yine ergenlikle büyüme arasında bir yerde bu kez ebeynleri olmadan, sanki büyüklerin dünyasına öylesine fırlatılmış gibi, birbirlerinden başka dayanacak kimseleri olmadan, insanlardan gelecek tehlikelere açık iki gencin hikayesi öne çıkar. (EUİ/YY)