Bir olay olduğunda koşarak televizyonu açanlar da burada mı? Yoksa son zamanlarda sizde de bir penguen antipatisi yahut korkusu baş gösterdi de bakmıyor musunuz televizyona? Yahu o kadar da sevimli hayvan halbuki. Size de 80 yaşındaki babaanneniz twitter hesabı açtırdı mı? “Aa onu da mı işten çıkarmışlar, yazmayacak mıymış artık” diye soranlar çok mu çevrenizde ve çoğalıyor mu bu söylemler? Televizyonu açmak, gazete okumak gelmiyorsa içinden "kahrolsun böyle gündem" deyip yaylalara filan mı kaçmalı? Ama inanın başka türlüsü mümkün.
Devran hep döner, birileri gelir, birileri gider. Muktedirler ister; birileri birilerini susturmanın peşine düşer. Ama bağzı iyi yürekli, cesur insanlar var ki onlar hiç susmazlar, onlar hiç susmasınlar. İyi ki kesişti onlarla yolum, iyi ki bianet’e düştü.
Aslında ne söylesem eksik kalacak biliyorum ama kısaca üç kelimeyle “medyanın yüz akı” bianet. Birileri şöyle ilkeliler, böyle duyarlılar diyerek onları alkışlasın diye değil, ellerine ödüller tutuşturulsun, “biz ezilenlerin sesiyiz” diyerek böbürlenmek için değil; gerçekten tam da yaptıkları gibi olması gerektiği için, gerçekleri yazmazlarsa vicdanları rahat etmeyeceği için yazıyorlar. İnanmayana gelip bakması serbest. (Şimdi tam buraya minik bir gülücük koyalım :)
Bir yandan umutlu şarklar dinliyor, şiirler okuyor, güzel şeyler olsun istiyorsunuz. Ancak diğer yandan sınavlarla, naylon stajlarla özetle kocaman bir gelecek kaygısıyla boğuşuyorsunuz. Medyadaki samimiyetsizlik, ikiyüzlülük daha yola çıkmadan mesleğe olan inancınızı kırıyor. Ama sonra birileriyle kesişiyor yolunuz ve onlar umutlu şarkıların, şiirlerin haysiyetini kurtarıyor, size inancınızı geri veriyorlar. Evet Bianet’tesiniz.
Önceleri ne yapacağını bilememenin verdiği sıkıntı, sen ve siz arasında gidip gelen, yönünü bulamayan cümlelerin gerginliği zamanla stajım bitiyor üzüntüsüne bırakıyor yerini.
Yaptığınız işten keyif almanız kimsenin size bir iş buyurmayacağı, kendi haberini kendin bulman gerektiğini fark ettiğiniz anda başlıyor aslında.
Sizi katı sınırlar içine hapsedecek ast üst ilişkileri yok burada; birileri kendine editör ya da muhabir demiyor. Siz istekle bir şeyler üretmeye çalışırken onlar gülümsemeleriyle size destek oluyorlar sadece. Ve siz gün be gün mesleğe olan inancınızı, iştahınızı geri kazanıyorsunuz. Üstelik gazetecilikle alakalı tek bir ders almamış olsanız dahi, siz yeter ki o çok önemsediğiniz sese ortak olmak isteyin.
Çok daha fazlasıdır bianet. Öğle vakti Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri’nin acısını ta içinde hissetmek, kendine kızmak, bu hesabı soracağına söz vermektir. Çukurcuma’nın ak pak kedileri eşliğinde ofise gitmek, telefonun ucundaki kişiye heceleye heceleye ve oldukça sabırla bi-a-net demektir. Üçüncü katın vazgeçilmezi, fazlaca sıcak ofis asansörünü de hatırlatmadan geçmek olmaz.
Bitirirken bahsetmem gereken biri var ki onsuz bu yazı hiçbir şeye benzemez. Tabi ki genel yayın “l”önetmeni Haluk Kalafat (bunu sadece o anlıyor ve şu an gülüyor). Ona her sabah gökyüzünün ve martıların hikayelerini ofise taşıdığı için, doğru yolda olduğuma gülümseyerek ve gülümseterek inandırdığı için bolca teşekkür. İlk başlarda demlediği çaylara burun kıvırmış olsam da şimdilerde onun demlediği çaylar olmadan güne başlamakta zorlanacakmışım gibi geliyor.
Evet, basın açıklamalarına, eylemlere, panellere gittim. Notlar aldım, okudum, araştırdım, yazdım, çevirdim. Ancak her şeyden önemlisi, tekrarlana tekrarlana insanların içine işleyen nefret söylemlerinden, birilerine yaranmacı haberlerden uzakta, halkın haber alma özgürlüğünü engellenemeyeceğine sırf laf olsun diye değil gerçekten inanan, medya olmanın hakkını veren bu ofiste inancımı geri kazandım ben. Bana bu fırsatı veren ve bu süreçte desteğini esirgemeyen tüm bianet ekibine sevgi ve saygıyla… (FK/EKN)