Yazının İngilizcesi için tıklayın
Muhafazakar -seküler çatışmasını, iki ailenin çocuklarının ilişkisi üzerinden anlatan “Kızılcık Şerbeti”’ dizisine, RTÜK’teki erkeklerce (inanmıyorsanız buraya bakabilirsiniz 8 erkek bir kadın üyesi var), 5 hafta süre ile yayın yasağı getirildi. Bu, Türkiye'de bir ilk. Yasağın gerekçesi de “kadına yönelik şiddet sahnelerinin gösterilmesi."
Dizinin bu bölümünde, muhafazakar ailenin “kıymetli” oğlu, yine benzer ekonomik ve sosyal gruptan "geli(e)n" ailenin kızı Nursema’yı camdan atıyor.
Bu görüntüler şiddet içerdiği için "Vay efendim nasıl olur mu hiç? Memlekette, erkek şiddeti yok ki neden dizide olsun?" diye düşünen beyler, “televizyon dizisini" cezalandırıyor.
Hep kadınlara "Kızılcık Şerbeti"
Meseleye nerden baksan bir tutarsızlık gibi görünen tutarlılık hatta “ahmaklık” hakim.
Önce, tutarsız tutarlılıklar.
Birincisi siz “Kızılcık Şerbeti’nin” neresinden rahatsız oldunuz? “Müslüman erkekler şiddet uygulamaz, bu sahneler yalan mı?” Bundan mı rahatsızsınız?
O zaman buyurun bakın verilere.
Erkek şiddetinin muhafazakarı, seküleri yok üstelik. Erkekliğin olduğu her yerde şiddet var olabilir. Belki ekonomik, belki psikolojik belki fiziksel.
Bir kere baştan burada bir netleşelim. Bu ülkede erkek şiddeti var. Dizi bunu gösteriyor. Muhafazakar ailelerdeki erkek şiddetinin büyük bir kısmı da “kol kırılır yen içinde kalır” hesabıyla topluma duyurulmuyor.
Hemen her "aile"de farklı mağduriyet dereceleri olsa da nedense hep kadınlar içmek zorunda kalıyor bu "kızılcık şerbeti"ni.
İkincisi, az önce bıraktığım yerden devamla.
Üstelik bu dizi, şiddeti gösterirken birçok dizide gördüğümüz, detaylıca uzun uzun şiddetin albenisine, izlenme oranlarını yükselteceği hayaline kapılarak yapmıyor bunu. Ajite etmiyor, şiddetin pornografisine düşmeden yapıyor.
Siz neyinden rahatsız oldunuz bu dizinin?
Gerçi “İstanbul Sözleşmesi’nden rahatsız olan” zihniyete bu soru ile gitmek çok mantıklı değil, fakat bir dizinin yasaklanması ne kadar mantıklıysa...
Diziye yayın yasağı getirdiniz ve yerine koyduğunuz “İslamofobi” belgeseli aslında sizin neden rahatsız olduğunuzu çok açık ediyor. Çok hem de!
Siz öyle şiddetten falan rahatsız değilsiniz. Öyle olsa dizi ile eş zamanlı olarak yayınlanan başkaca dizilerdeki (dizilerin adını özellikle yazmadım) bağırış, çağırışlardan, şiddetten de rahatsız olursunuz.
Siz, müslüman kadınların kendilerini ifade etmesinden rahatsızsınız. Siz, sizin mahallenizdeki toplumsal, ekonomik ve inanç çelişkilerinin açığa çıkmasından rahatsızsınız.
Siz en çok da kadınların dönüşüp, kendi sözünü yüzünüze çarpa çarpa söylemesinden rahatsızsınız.
Siz kadınların birey olarak toplumda var olmasından ve kabul edilmesinden rahatsızsınız.
Yakın zamanda bianet’ten Helen Sarıgül’ün senarist ve yazar Zehra Çelenk’le yaptığı söyleşide anlattığı gibi “Nursema politik bir simgeye dönüştü”.
İşte, siz bundan rahatsızsınız. Sizin şiddetten falan rahatsız olduğunuz yok!
Kişilerin inanç özgürlüğünü veya inanmama özgürlüğünü elbette savunuruz.
Kimse kimseye düşmanlık yapmasın, evet. Ancak şu var, toplumda var olan gerçekliği göstermek başka bir şey. Bu dizi bir "fobi" içermiyor ki karşısına bu belgeseli koydunuz.
Kızılcık Şerbeti’ni yasaklayıp yerine “İslamofobi” belgeselini koyunca, dini korumuş olmuyorsunuz, dini motifleri kullanarak şiddetin üzerini örtüyorsunuz.
Tutarsız gibi görünen durumlar aslında yıllardır bu ülkede hüküm süren ve sürmeye devam etmek isteyen kadınların çocukların haklarını yok sayanlar için bir "tutarlılık" neticede.
Ayrıca, dizinin yasaklanması, kadınlara seçimlerden sonrasında reva görülenlere dair bir fragman gibi.
14 Mayıs seçimleri, kadınlar eşit haklara sahip olmasın, çalışmasın, okulda, sokakta olmasın, dayak yediğinde sussun, hakkını zaten aramasın, “karnında bebeği sırtında sopası“ eksilmesin diyenlerle, kadınlar bu ülkede eşit haklarıyla Medeni Kanun’a göre yaşasın diyenler arasında olacak.
Eğer ki 14 Mayıs seçimlerini, toplumu kadın bedeni, kadın emeği, kadınlar üzerinden dizayn etmek isteyenler, kadınları, eşit vatandaş olarak görmeyenler, kadınlara Afganistan ve İran’daki ekonomik ve sosyal pozisyonu layık görenler kazanırsa, bu kısa fragmanı sadece izlemeyeceğiz, çok daha kötüsünü bizzat yaşayacağız.
Yazıyı yazarken, dizi hakkında detaylı bilgilere sahip olmak adına arama motoruna “Kızılcık Şerbeti” yazdım karşıma ikinci sırada şu cümle çıktı:
“Kızılcık Şerbeti dizisinin hikayesi gerçek çıktı! Kızılcık Şerbeti…“
Evet, gerçek. Dini inancını ve inançsızlığını ayırt etmeksizin söylüyorum binlerce kadının gerçeği.
Hiçbir erkekten “Kan içtim kızılcık şerbeti içtim dedim“ cümlesini duymadım.
Gelelim "ahmaklık" kısmına...
AKP'nin kurucularından Fatma Bostan Ünsal'la geçen bir toplantıda karşılaştık ve kendisine "AKP'yi kurarken bu kadar baskıcı bir noktaya geleceğini düşünür müydünüz?" diye sordum. Sonuçta, hatırlayanlarınız olabilir, Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinin olduğu, AB'ye uyum fasıllarının konuşulduğu, demokrasinin vaad edildiği zamanlardı.
Fatma Bostan Ünsal, "Asla kurarken böyle hayal etmedik, yıllar içinde müslüman kadınlara en büyük haksızlıkların da orada yapıldığını gördüm. O zamanlar, kendi kitlesini demokrasi, barış için ikna etmeye çalışan böyle yansıtan bir AKP vardı. Hatta o zaman İstanbul Sözleşmesi'ne ilk imzayı attı ve başka ülkeleri de imzalaması için ikna etmeye çalışıyordu " dedi.
"AKP kuruluş ideolojisine yeniden dönüp kendi kitlesini daha da kemik ve sert hale getirmek istiyor. Bunu da sürekli olarak birilerini 'marjinal', 'azınlık' ilan ederek yapıyor" diye ekledi.
Kızılcık Şerbeti'nin yasaklanmasının bu "kendi kitlesini daha da pekiştirme ve sertleştirme ile" alakası olduğunu düşünmemek imkansız.
Bostan Ünsal'a "Bu kadın düşmanı işbirlikleri, söylemleri seçim kazandırır mı sizce?" diye sorduğumda ise yanıtı tek kelime oldu: "hayır."
Şiddetsiz, yasaksız, eşitlik mücadelesinin yükseldiği yeni bir hafta olsun.
(EMK)