2000’lerle birlikte, Amerika’da yeniden canlanan katı muhafazakâr değerler; Amerikan geleneğinin köklerinde var olan Püriten ahlâka yaslanarak, bütün bir insanlığın, toplumun ve aile yaşamının meşruiyetini, Tanrısal bir uygarlık tasarımı olan ve yeryüzünü, iyilik ile kötülüğün mücadele alanı olarak kabul eden politik bir Hıristiyan doktrininden alır.
Orta sınıf Amerikan ailelerini hedefleyen ve geleneksel kadınlık rolleri ile bekâreti savunan Püriten ahlâk; son Amerikan başkanlık seçimleri öncesinde, topluma bir rol modeli olarak sunulan Sağcı ve Cumhuriyetçi başkan yardımcısı adayı Sarah Palin’in tutucu söylemleriyle yeniden vuku buldu.
Her fırsatta kürtaj karşıtı açıklamalarıyla gündeme gelen Palin; tipik bir orta sınıf ev kadını söylemiyle, daha çok kadınları ve genç kızları etkilemeyi planlıyor. Palin’in, köklerini Amerikan Püritenliğinden alan konuşmaları; Amerikan kültürünün esası olan cadılık, dışardan gelen kötü yabancı ve tekinsizlik temalarıyla kendini ifade eder.
Özellikle, ailenin koruyucusu ve devam ettiricisi olduğuna inanılan kadınlar üzerinde muazzam bir baskı ve kontrolü ön gören Püriten değerler; katı ahlâkçı yapısıyla, 17. y.y.’da Boston, Massachusetts’de gerçekleştirilen ve tarihe “Salem Cadı Avı Olayları” olarak geçen vakada, 14 kadının cadılık suçlamasıyla asılmasına neden olmuştur.
Alkol ve evlilik öncesi cinsel yaşamı kesinlikle yasaklayan Püritenlik, Yahudi mistisizmine benzer bir biçimde, kaynağını Tanrı’dan aldığı iman gücüyle; “yabanıl Amerikan coğrafyasında” bir uygarlık tasarımı olarak planlanır ve politik bir doktrinle, seçme ve seçilme hakkını “Tanrı tarafından seçildiğine inanılan” iyi eğitimli, varlıklı insanlara veren toplumsal bir yaşam biçimi olarak şekillenir.
50’lerde McCarthy politikalarını eleştiren Arthur Miller, “Cadı Kazanı” adlı eseriyle Püriten ahlâkın ikiyüzlülüğü ortaya koymuş ve Püritenliği, bir itiraf kültürüne dönüştürmeye çabalamıştır. Presbiteryenliğin bağnaz bir tarikatı olan ve New England’da yaygınlaşan Püritenlik, Protestanlığın itiraf kültürünü ön plana çıkaran Quakerizm’i ise, reddeder.
Kızıl Damga ve Püritenlik
Amerikan popüler kültüründe büyücülük teması ve sosyal yaşamda Hallowen geleneğiyle sürdürülen Püritenlik, Amerika’da Massachusetts Bay Colony’ye İngiltere’den gelerek yerleşen göçmenler tarafından yayılmış ve zaman içinde bugünkü biçimini almıştır. 1804’de Salem’de köklü bir Püriten ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Nathaniel Hawthorne’un ataları da Salem cadı avlarına katılmıştır.
Yaşamı boyunca, Püriten inançlarına ters düşen itiraf kültürünü benimseyen Hawthorne, atalarının günahlarını eserleri aracılığıyla silmeye çalışır. 1850’de yayımlanan ve Amerikan gotik geleneğinin simgeci bir örneği kabul edilen “Kızıl Damga” (The Scarlett Letter) adlı klasik romanında, Hester Pryanne adlı bir kadının trajik öyküsüyle acımasız Püriten ahlâkının; kadınları, ölüme ya da yalnızlığa mahkum eden günah kavramını eleştirir.
17. yüzyılda Massachusetts’de geçen öykü, Hester Pryanne adlı güzel bir kadının yoksulluk yüzünden Roger Chillingworth adlı yaşlı, ama zengin bir doktorla evlenmesini ve kocasının iki yıl süren yokluğunda onu, kasabanın genç rahibi Arthur Dimmesdale ile aldatarak, zina suçundan hapse girmesini anlatır.
Hapiste, Pearl adlı bir çocuk dünyaya getiren Hester’a, hapisten çıktıktan sonra da işlediği günahın kötülüğünü kamusal alanda taşıması için elbisesinin üstüne işlenen ve İngilizce’de zina kelimesinin (adultery) baş harfi olan A harfini taşıma cezası verilir. Hapisteyken kiminle evli olduğunu ve “zina işlediği” adamın kimliğini açıklamayan Hester, kocası döndükten sonrada kasabada önemli bir politik konumu bulunan ve herkesçe sevilen rahibin kimliğini söylemez.
Terzi olarak çalışmaya başlayan Hester, bir süre sonra yardımseverliği işe insanların sevgisini kazanır ve bakışları, elbisesine işlenmiş A harfinden uzaklaştırır. A harfinin, zamanla melek kelimesine (angel) dönüşmesi ve orman tasvirleriyle alegorik bir anlatıma dönüşen roman, psikolojik bir mücadeleyi simgeler. Rahibin kim olduğunu öğrenen Chillingworth ise, genç adama şantaj ve psikolojik işkence yapar.
Gül kızıllığının saflığı ve itiraf
Bunu öğrenen Hester, Dimmesdale ve Pearl’le birlikte Avrupa’ya gitmeye karar verir. Planlarını öğrenen Dimmesdale’de rahipten önce gemiye biner ve rahip, Hester ve Pearl’le birlikte gidemez; tüm kasabanın gözü önünde korkudan, günahını itiraf edemeden ölür. Gemi uzaklaşır ve genç kadın ile kızı Avrupa’ya gider. Bir yıl sonra ölen Dimmesdale, tüm mirasını kendi kızı olmadığı halde küçük Pearl’e bırakır.
Yıllar sonra tek başına Boston’a geri dönen Hester’ın üzerinde hâlâ, A harfi işlenen elbise vardır. Eski işi terziliğe geri dönen Hester, küçük evinde yaşamaya devam eder ve sık sık artık büyümüş, Avrupalı bir aristokratla evlenen Pearl ile mektuplaşır.
Boston’da ölen Hester, rahip Dimmesdale’ın yanına gömülür ve mezar taşına A harfi konulur. İncil’deki Adem ve Havva’nın ilk günahını simgeleyen A harfi, cinselliği ve toplumsal ahlâkın bağışlayıcı bilgeliğini simgeler.
Romanda “kızıl bir A harfi” olan ve zina günahının kötülüğünü simgeleyen A harfi, bir gülün kırmızılığını anımsatan alegorisiyle hem cinsel özgürlüğü hem de Püritenliğin katı ahlâkçılığına başkaldıran bir kadının cesaretini temsil eder.
Bütün orman tasvirlerinde etrafı saran kırmızı gül tomurcukları, Püritenlik değerlerinin; dış dünyayı tekinsiz bir kötülük alanı olarak algılayan bağnaz muhafazakârlığını, Hıristiyanlığın köklerinde var olan sevgiye dönüştürerek, asıl sorunun psikolojik bir itiraf meselesi olduğunu anlatır.
Erdemli olmanın ve saflığın, ölçütünün cinsel sadakat olmadığını anlatan roman, yazıldığı dönem için sıra dışı bir eleştiri. Kötülüğünde, iyiliğinde doğa da birbirine karşıt olarak var olan birer erdem değil, insanların algılayışına bağlı bir inanç olduğunu söyleyen “Kızıl Damga”; bugün de ilgiyle okunan bir klasik olarak, Amerika’nın edebiyatının başyapıtlarındandır.(YK/EÜ)